Müslümanı öbür insanlardan ayıran özelliklerden biri de, bir gece yolculuğunun izini yüzünde taşımasıdır. Bu bir yorgunluk izi değil, bir sıhhat izidir. Miraç izidir bu…
Peygamber, Miracı bize sadece hâtıra olarak bırakmadı, bir gelenek olarak bıraktı. Her gün dönümünde, namazın gelip kendisine ulvi bir çerçeve olduğu yüce bir gelenektir miraç geleneği…
Muallâkatüsseba şairleri, kasidelerine, sevgilinin kabilesinin son konağından göç ederken bıraktığı izleri, son ateş kalıntısını, çadır kazıklarını, kararmış ocak taşlarını, kumaş parça ve kırıntılarını anmakla başlar. Müslümanı seçen cins bir göz de, her şeyden önce onun yüzünde miracının izlerini, bir gece yolculuğunun derin çizgilerini arar ve görür.
Bu yolculuğun kalk borusu, «Ey örtülere bürünmüş olan, kalk!» buyruğudur. Bu örtüler, yalnız yatak örtüleri değildir. Eşyanın hakikatla insan arasına giren örtüleri,, örtüleri, örtüleridir de. İnsanla Yaratıcı arasına giren örtüler, örtüler, örtülerdir de. Benzetmeyi sadece estetik alanda düşünelim: bu yolculuk, bir nevi âteş dansıdır. Her durakta, her figürde bir örtü, bir pelerin. bir şal atılır. Son durakta ruh, çırılçıplaktır. İşte orada, dünya örtülerinden soyunan ruha gök giyecekleri, ipekler giydirilir.
Müslümanlar, eşyanın ötesine sefer etmiş insanlardır. Bu yolculuklarından nice ulvi haberler getirmişlerdir. Peygamberlerin haberleri, bir Hz. Ebubekir haberi, bir Hz. Ali haberi, bir Muhyiddin-i Arabi haberi, bir îmam-ı Babbânî haberi…
«Tarikat» yol demektir. Fakat siz ona -gece yolu- diyebilirsiniz.
En kütlü kulunu, bir gece, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya ulaştıran ve oradan da kendi katma yükselten Yaratıcımız, bu yolculuğu bize şart koştu. En «mahrem», en yakın mescitten, yani gönülden en «uzak» yâni en yabancısı olduğumuz ufuktaki mescide kadar, yâni enfüsten âfaka kadar bir gidiş-geliş, bir med ve cezir, yâni namaz, Peygamberin bu yolculuğunun bize dönük yüzünün bir geleneği olarak şart koşuldu. Ne mutlu bu şarta koşanlara, alınları bu ışıkla benekli koşu atlarına!
Bu yolculukta ay yarılır, gökler yarılır, cennet ve cehennem serilir ve toplanır. Peygamberlerin ve meleklerin yeşil dünyasına girilir; ve ulaşan ulaşır Cebrail kanadınının yandığı son sınırlara!
İnsan toplulukları kervanlar gibi geçer aşağılardan. Konaklarlar, ateşler yakarlar, sofralar donatırlar;at kişnemeleri, haykırışlar, silâh sesleri, kılıç şakırtıları, düşünceler içinde akıp giderler. Şanlı gece yolcusu bütün bunları da görmüştür, yüzlerce kere ta batıda kaynayan kızgın levhanın, güneşin batışını gördüğü gibi. *
Bırinci Cihan Savaşına her topluluktan insan katıldı. Ondan dönenlere sorunuz; size bir müslümanın anlattığını,ne bir fransız, ne bir İngiliz, ne bir alman, ne bir rus ,ne bir amerikalı anlatabilecektir. O, İkinci Cihan Savaşını bile birincisinde görmüş ve yaşamıştır. İçinden de en çok yaralanan odur. Dünya ve insan hesabına içi en çok kanayan odur. O, kendi ölçüsündeki miraç bilgisiyle bilir bunu.
Peygamberin iki büyük mucizesinin sim da müslümanlardadır. Ay’ın bölünmesi ve miraç mûcizesi. Şimdi insanlık sadece madde alanında bu iki mucizenin sırrını arıyor, göğe çıkmak ve Ay’a ulaşmak istiyor. Müslümandaki bir gece yolculuğunun izlerini, miraç izlerini ilk ipucu olarak alsaydı, bu arayış, bir mutluluk olabilirdi.
Sezai Karakoç – Kıyamet Aşısı
0 Yorumlar