Gaye,Nizam ve Fıtrat Delili

0e37ecfe11a138863d54d379ee54475a_ft_xl-1-1 Gaye,Nizam ve Fıtrat Delili

 

[Te’vilatü’l-Kur’an’dan]1

(İmam Matüridi)

••

zckkAAAAAASUVORK5CYII= Gaye,Nizam ve Fıtrat Delili

“(Allah), geceyi gündüzün içine, gündüzü gecenin içine sokar. Güneş’i ve Ay’ı emri altına almıştır. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar akar (yörüngelerinde döner­ler). İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Mülk, O’nundur. O’ndan (Allah’tan) başka taptıklarınız, bir kıtmire (hurma çekirdeğinin zarına) bile malik değildir. “2

Gece ve gündüzün, ayın ve güneşin düzenli hareketinde ve işleyişin­ de, var oluşun başlangıcından sonuna dek, kendilerinde herhangi bir fazlalık, noksanlık, öncelik, sonralık olmaksızın bir kanun, yasa ve ölçüyle devam edişinde Allah’ın varlığının ve birliğinin delilleri vardır. İş­te zikredilen bu şeylerin hepsi alemi inşa eden (yaratan), bir yasa üzerine her şeyi düzenleyen ve bir ölçüye göre her şeyin varlığım devam ettiren “müdeb­ bir bir yaratıcıya” işaret (delalet) eder. Şayet söz konusu şeyler kendiliğinden gerçekleşseydi, bir yasaya göre işlemez, düzensizlik ve kaos meydana gelir­di. Ayrıca alemde birden fazla varlığın (yaratıcı/yönetici varlık) pek çok fiili (tasarrufu) gerçekleşmiş olsaydı varlıklarda ileri gitme, geri kalma, değişme, engellenme gibi durumlar meydana gelir, bir düzen olmazdı. Bu sultanların farklı fiilleri sonucunda birinin olmasını istediğini diğerinin yasaklaması, en­gellemesi; birinin yasaklamayı, iptal etmeyi dilediğini ise diğerinin olmasını istemesinde olduğu gibi, başına buyruk bir durumun (kaos) ortaya çıkması gibidir. Birden fazla varlığın yaratıcı ve yönetici olmasının birbirlerine karşı muhalefeti ortaya çıkaracağı malumdur.

Zikrettiğimiz varlıklarda gözlemle­ nebilen bu uyum (ittisak) ve düzen (tedbir) üzere işleyiş, birden fazla değil de tek olan bir varlığın fiili ve düzenidir ki, işte bunlar Allah’ın varlığına ve birli­ğine işarettir. geceye katar” ifadesinde, iki incelik söz konusudur: İki incelikten ilki; birinin bütün izlerinin silinmesiyle diğerinin gelişi yahut birinin izlerinde meydana gelen artışın diğerindeki azalışı ortaya çıkarması, birinin saatlerine diğerinin saatlerinin dahil edilmesidir. Burada “hayrın yaratıcısı şerrin yaratıcısı değil­dir.” diyen Seneviyyenin4 sözünü red söz konusudur. Onlar, hayrın yaratıcı­ sının nur, şerrin yaratıcısının zulmet olduğunu iddia ederler. Şayet söyledik­leri doğru olsaydı nur gidip zulmet geldiğinde galip olan zulmet olurdu ve onun elinde nur mağlup olurdu. Ve böylece de nur geldiğinde ve zulmet git­tiğinde, zulmet nurun elinde mağlup ve makhur (yenilgiye ve hezimete uğra­mış) olurdu, nur onun üzerinde galip olurdu. Bir diğerinin elinde mağlup ve makhur olunca ebedi olarak onun elinden kendisini kurtarmaya güç yetire­meyiş meydana gelir, zaten onlardan birinin diğerine galip olması düşmanlı­ğın gereği olan bir şeydir. Bazısının, diğer bazısını helak olmaya, kendisinden kurtulamamaya zorlaması söz konusudur. Halbuki gece ve gündüz arasında böyle bir ilişki gerçekleşmemektedir, daha önce de söz ettiğimiz gibi bir öl­çüye göre birinin eserinin silinmesinden sonraki zamanda diğerinin gelmesi gerçeği, birden fazla varlığın düzenlemesine değil, bilakis tek bir varlığın ya­ratmasına (fiiline) ve yönetmesine (tedbirine) işaret etmektedir.5

اَللّٰهُ الَّذٖي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّؕ يَتَنَزَّلُ الْاَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْماً

”Allah, yedi kat gökleri ve yerden de bir o kadarını yaratandır. O’nun (yaratıcı) iradesi, bu ikisi arasında her an yenilenerek sürekli tecelli eder ki, Allah’ın her şeye muktedir olduğunu ve her şeyi akıl sır ermez bir ilimle kuşattığını kavrayasanız. “6

لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌۙ şeklindeki beyanında Allah azze ve celle şöyle buyur­ muştur, yani gökler ve yerin yaratılışı ve bu ikisi arasında işleyen düzen (ted­bir) hakkında düşündüğünüzde, kendi zatının bir gereği olarak tüm varlıkları kuşatacak büyüklükte bir kudrete sahip ve dilediği şeyi yapmaktan hiçbir şe­yin aciz bırakamayacağı bir gücün varlığını bilebilirsiniz. Aynı şekilde alem­ de gözlemlenebilen bu düzen kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmadığı alim bir zatın varlığına işaret etrnektedir.7

“Son Saat’in bilgisi yalnız O’na havale edilir. Hem O’nun bilgisi olmadan ne meyve çekirdekleri kabuklarını çatlatabilecek, ne de herhangi bir dişi gebe kalabile­cektir; dahası, doğuramaz bile. Ve o gün onlara “Hani, nerede ortaklarım(!)?” diye seslenen biri çıkar; onlar “Sana itiraf ederiz ki, bizden hiç kimse (buna) asla tanık olmamıştır” diye cevap verirler. “8

Kabuklarını çatlatarak meyve çekirdeklerinden meyvenin ortaya çıkması, bir kadının yavrusunu taşıması (gebe kalması) ve doğurması Allah’ın var­lığının, birliğinin, kudretinin, ilminin ve tedbirinin (yöneticiliğinin, düzenle­yici oluşunun) delillerindendir. Allah’ın, meyve çekirdeklerini kabuklarının içinde yaratması; aynı şekilde çocuğu da anne rahminde perdeler içerisinde inşa edip beslemesi, soğukluk, sıcaklık gibi ona eziyet verebilecek şeylerden çocuğu koruması, ona gelebilecek rahatsızlıkları engellemesi, lütfu ve rahme­ tinin göstergesi olarak ona olan şefkati (lütufta bulunması), perdeler ve ör­tüler içinde onu en güzel bir biçimde şekillendirmesi Allah’ın uluhiyyeti ve vahdaniyyetine göstergedir (Allah’ın uluhiyyeti ve vahdaniyyeti bilinsin di­yedir). Allah’ın zati ilmi ve kudreti sonradan elde edilmiş (mükteseb, müste­fad) değildir, ezelidir.9

J+QTBuwAAAABJRU5ErkJggg== Gaye,Nizam ve Fıtrat Delili CmopFiyYQdX1AAAAAElFTkSuQmCC Gaye,Nizam ve Fıtrat Delili

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişin­ de selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.”10

Aziz ve celil olan Allah, düşünen insanlar için zikrettiği bu şeylerde ibret­lerin (ayet) varlığını haber vermektedir. Bilindiği üzere duyular ile algılanabi­len şeylerden hareket ederek düşünme ve araştırma yapmakla ulaşılan ibret­ler, (ayet) duyu organlarıyla algılanamayan meseleleri bilmek içindir. Zaten akıl sahibi insanların duyuların kapsamına giren şeyler hakkında düşünerek, akıl yürüterek bilmek için kendilerini zorlamaya (gayret sarfetmeye) gerek yoktur. Bilakis duyularla elde edilen bilgiler zorunlu bilgilerdir, bunlar çaba sarfetmeyi gerektiren ilimlerin derecelerine ulaşmayı sağlayan beşeri ilimle­rin ilkeleridir..

İnceleyin:  Sekülerleşme Nedir?

…Bu ayette aynı zamanda öz akılla (بَابِۚ), tevhide ulaşmanın gerekliliğine delil vardır. İbretler (ayet), öz akıl sahibi kişiler için konulmuştur. İbretlerin ilk derecesi onların bir var (inşa) edeni ve ibret vesilesi kılanı olduğunu bilmek­ tir. En Doğrusunu Allah Bilir. Sonra buna, göklerle yer arasında bulunan uzak­lığa (mesafenin uzunluğuna) rağmen bu ikisinde yer alan faydaların bağlantılı oluşu da işaret etmektedir, yer ve gök arasında bulunan faydaları kullanmak suretiyle yeryüzünde depreşen her canlının yaşaması ve yaşamını devam et­tirmesi de Yaratan’ın varlığına delil olur. Aynı şekilde her canlının faydası­na olmak üzere -birbirlerine zıt olmalarına rağmen- gece ile gündüzün birbiri ardından gelerek benzer şekilde hareket etmelerinde; göklerle yerin birbir­lerine eş gibi (ilgili, alakalı) olmalarında bunların hepsini yoktan var edenin (münşi) tek oluşuna işaret vardır. Şayet yaratma farklılık gösterseydi (farklı yaratış mümkün olsaydı) düzen olmaz, faydalanma imkanları da ortadan kal­kardı. Öyleyse bunları yaratan, her şeyi bilen (alim) bir varlıktır ki, O (Allah) fayda veren şeyler arasındaki bağlantının nasıl düzenleneceğini, aralarındaki farklılıklara rağmen onları kendisi dışındaki ile nasıl birleştireceğini de bilir. O hikmet sahibidir (hakimdir), her şeyi yerli yerine koymuştur. Öyle ki bil­ ge insanlar (filozoflar) bu konu hakkında derin derin düşünüp taşınsalar bi­le yine de, -cevherlerdeki farklılıklar ve hallerdeki zıtlıklar sebebiyle- faydalı şeyler arasındaki en yakın veya daha üstün bir bağlantının nasıl olabileceği­ni bilemezlerdi. Zaten (varlıklar arasındaki) söz konusu ilişkiyi düzenleyen, tüm eksikliklerden münezzeh bir varlığın yardımı olmaksızın bilgelerin hik­met bilgisi, eşyada var olan hikmeti bırakın bir yönüyle ihata etmeyi, onun (hikmetin) bir kısmını bile elde etmekte yetersiz kalır.11

**************************

1  Çev. Fatma Aygün.

2  Fatır Suresi 35/13.

3  Matüridi, Te’vilatu l-Kur’an, 12/25.

4  Seneviyye: Düalistler, ikiciler. Yani iki kadim tanrıya inanarak iyiliğin yaratıcısının “Nur” veya”Yezdan”, kötülüğün yaratıcısının “Zulmet” ya da “Ehrimen” olduğunu savunan ve kainattaki her şeyi bu ikili perspektiften değerlendiren gruplar. Evrene hükmeden iki tanrının (iyilik ve kö­ tülük tanrısının) bulunduğunu savunan fırkalar.

5 Matüridi, Te’vilatu l-Kur’an, 12/26.

6  Talak 65/12.

7  Matüridi, Te’vilatu l-Kur’an, 15/245.

8  Fussilet 41/47.

9  Matüridi, Te’vilatu l-Kur’an, 13/150.

10  AI-i İmran 3/190.

11  Matüridi, Te’vilatu l-Kur’an, 2/510

Fıtrat Delili [Te’vilatü’l-Kur’an’dan]1

(İmam Matüridi)

C9kRpjWtP7vYgAAAABJRU5ErkJggg== Gaye,Nizam ve Fıtrat Delili

“Böylece sen, batıl olan her şeyden arınmış olarak, yüzünü kararlı bir şekilde Allah’ın, insanları üzerinde yarattığı doğa-fıtrat kanununa/ dine çevir! Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olmaz. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler. “2

Allah’ın فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّٖينِ حَنٖيفاًؕ “yüzünü hanif(batıl olan herşeyden arınmış) olarak dine çevir!” sözü hakkında bazıları, bu hitabın Resulullah sal­lallahu aleyhi vesseleme yönelik olduğunu iddia etmişlerdir. Şöyle ki önce “şunlar şunlar O’nun ayetlerindendir” dedi, sonra “bilgisizce kendi arzu­larının peşine takılanlardan” bahsettikten sonra Allah’ın Peygamber’ine “sen yüzünü hanif (bahl olan her şeyden arınmış) olarak dine çevir!” buyurdu. Bi­ze göre ise bu ve benzeri bir hitap “De ki: Siz, ey kafirler! (hakikati inkar eden­ler!)”, “De ki: O Allah tektir.” ayetlerinde olduğu gibi herkes (tüm insanlar) içindir. “Öyle ki hitabın ulaştığı her kişinin “O Allah tektir”, “Siz, ey kafirler” demesi emredilmiş gibidir” İşte bunun gibi “sen yüzünü hanif (bahl olan her şeyden arınmış) olarak dine çevir!” hitabı her kişiye yönelik olarak gelmiştir.

Sonra اَقِمْ ‘ı (ayette geçen اَقِمْ yani çevir! hitabının mastan) iki şekilde anlaşı­labilir: burada اَقِمْya “gayretli olmaya devam et” anlamında, ya da “zikretti­ğimiz şeyi tamamla, yerine getir” anlamındadır. “Hanif olarak dine”  لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ) ifadesi hakkında bazı kimseler şöyle demiştir: Hanif ayak eğriliği ve meyli olma (hanef) (kökünden) gelmektedir. Bu durumda onun manası “Her hal ve her vakitte dine doğru yönel” şeklindedir. Bazıları ise hanif (kelimesinin) di­ni Allah has kılma (ihlas) ve (O’na) teslim olma (islam) (anlamına) geldiğini söylemişlerdir.

“Allah’ın, insanları, kendisi üzere yarattığı doğa/fıtrat kanunu” şeklindeki Allah’ın sözü şu anlamlara gelebilir.

Birincisi, فِطْرَتَ اللّٰ”Allalı’ın fıtratı (fıtratallah)” yani (Allah’ın) insanın yapısına yerleştirdiği Tanrı bilgisidir (marifetullahtır).” Allah, her bebek ve çocuğun yapısına, Rabbi’nin birliğine ve rububiyetine ulaşmayı sağlayacak bilgiyi (bi­lebilecek kabiliyetleri ya da donanımı) yerleştirmiştir. Bu, bebeklik ve çocuk­luk hallerinde annelerinin sütünü emmek (suretiyle) elde ettikleri gıdayı ve (bunun soncunda ortaya çıkan) gelişimi (sağlayan) bilgiyi onlarda yaratması gibidir. Bu sebeple (Hz. Peygamber’in) “Her doğan fıtrat üzere doğar, daha sonra annesi-babası onu yahudileştirir, hristiyanlaştırır” sözü(ndeki fıtrat), dağlara verilen Rabblerini tesbih ve hamd bilgisi (ile aynı şeydir). Ancak da­ ha sonra anne-babası çocuğu kendilerine benzetebilmekte ve onu asıl fıtratından uzaklaştırabilmektedir.

İkincisi, “onları yarattı (fatarahum)” ve “onların yapısına kabiliyetler yer­leştirdi (cebelühüm)” ifadesidir ki, şayet insanlar bu yaratılmış oldukları fıt­rat üzerinde, salt akılları üzere bırakılmış olsalardı, diğer bir deyişle nefsa­ni tabiatın gereklerinden azade olsalardı yaratıldıkları fıtrat doğrultusunda davranırlardı (yaratılmış oldukları, yapılarında bulunan kabiliyetler üzerine gelişim gösterirlerdi). Öyleyse Allah herkesi bir fıtrat (donanım) üzere yarat­mış ve herkesin yaratılışına Allah’ın rububiyyet ve vahdaniyyetine götüre­cek şeyler (kabiliyetler) yerleştirmiştir. İşte Hz. Peygamber’in “Her doğan fıt­rat üzere doğar” sözü bu şekilde anlaşılmalıdır. Her doğan fıtrat üzere, yani Allah’ın vahdaniyyetine, rububiyyetine delalet ve tanıklık eden (teşhedü) bir yaratılış üzere doğar. İnsan (önyargı ve taklitten azade bir şekilde) tek başına bırakıldığında ve aklı ile kendisi arasına (duygu, his, cismani tabiat vb.) şey­ler girmediğinde (bunları) idrak eder.

İnceleyin:  Mâtürîdî'nin Hikmet Merkezli Kötülük Analizi

Üçüncüsü, “Allah’ın insanları imtihanı taşıyabilecek bir fıtrat üzere yarat­masıdır.”

“Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olmaz” لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ifadesine gelince yorumcuların geneli/çoğu şöyle dedi: “Allah’ın dininde bir değişiklik olmaz, burada (Allah) dini, yaratma olarak isimlendirmiştir.” Mutezile’nin yaklaşı­mına (kavl) göre onda (Allah’ın yaratmasında) tebdil olmaktadır. Çünkü onlar kulun fiilinin yaratılmış olmadığını söylüyorlar ve Allah’ın لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ sözüy­le ilgili olarak şöyle bir aldatmaca yapıyorlar: Yani “kendisiyle Allah’a sesle­nilen/dua edilen sözde bir değişiklik olmaz ” ya da buna benzer bir şey (söylüyorlar). Bu durumda (onlara karşı) şöyle denir: Din kişi­nin itaati kendisiyle gerçekleştirdiği şeydir ve (bu açıdan) onun (kişinin) fiilidir, (kök olarak) dane-yedinu’dan alınmıştır/gelmektedir. Sonra onun (yani itaatin kendisiyle gerçekleştiği şeyin) Allah’ın yaratması olduğu bildirildi. O halde bu, onun (yani kulun fiilinin) yaratılmış olduğunu gösterir.

“Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olmaz” sözü hakkında şöyle demek mümkündür; yani “Rahman’ın yaratışında hiçbir aksaklık göremezsin” aye­tinde olduğu gibi, Allah’ın yaratmasında Allah’ın vahdaniyyetine delalet, ru­bubiyyetine şehadet bulunmaktadır, yani Allah’ın vahdaniyyetine delalette, varlığına şehadette Allah’ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin.

ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ  ifadesine gelince burada dosdoğru dinin delillerle, burhanlar­ la birlikte olduğu (delillere dayandığı) haber verilmiştir ki, bu hevasına tabi olan kafirlerin dini gibi değildir. Veya لدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ Allah’ın vasfettiği şey yani hanif dini üzere devam etmektir (müstakim, dosdoğru olmaktır).3

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ

«Ey Adem oğulları! Size şeytana kulluk etmeyin, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi? (şeytana kulluk etmeyeceğinize dair siz­den ahid almadım mı?)”4

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ şeklindeki ayet (Allah’ın sözü) üç şekilde yorumlanabilir:

Birincisi, yaratılış ahdidir. Çünkü Allah teala varlığına tanıklık edecek şey­ leri her insanın yaratılışında, yapısında (*) var etmiş, kulluğu (ibadeti) kendisine (has) kılmış, kendisinden başkasına (kulluk yapılmasını) yasaklamıştır/men etmiştir (sarafe an) . Ne var ki onlar (yani ahitleştiği insan­lar) bu ahdi bozdular, kulluğu ve uluhiyyeti ondan (Allah’tan) başkasına at­fettiler/layık gördüler.

İkincisi Allah’ın emir ve nehiylerine itaat hususunda, Peygamberler aracı­ lığıyla onlardan alınan ahiddir.

Üçüncüsü (ahdin üçüncü anlamı) şöyledir, Allah insanların tabiatına birta­kım istek ve arzulardır yerleştirmiştir ki bunların Allah tarafından (min indim:) (bir lütuf ve inayetle) karşılanması/giderilmesi (kazauha) onları (yani insan­ları), nimetlerinden dolayı kulluğu ve şükrü sadece Allah’a hasredip uluhi­yeti ona has kılmaya götürür, bunları (yani kulluğu ve şükrü) başkasına arz etmekten, O’ndan başkası için yapmaktan (insanları) alıkoyar. Ne var ki (in­ sanlar) bu (ahdi) bozdular ve onu terk ettiler.5

سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmektedir. O, güçlüdür; hik­met sahibidir.116

. . .Ayrıca “tesbih” olarak ifade edilen şeyin, yaratılışın (hilkatin) tesbihi ol­duğunu söylemek mümkündür. Her şeyin yaratılışı Allah’ın varlığına ve bir­liğine tanıklık etmektedir. Öyle ki kafir olsun, mü’min olsun tüm insanların ve her şeyin yaratılışı (hilkati) Allah’ın varlığına ve birliğine tanıklık etmekte­dir. (Ayetteki tesbih ile) yerde ve gökte sınamaya konu olan (iradeli) varlıkla­rın tesbihini kastetmiş olabilir. Bu durumda hususi bir tesbihe, yani nutkun ve dilin iradeden kaynaklanan tesbihine raci olur/tesbihi manasına gelir. (Ayette geçen yer ve gökteki her şey) ruhu olan her şeye raci olabilir (yani yer ve gök­ teki her şeyden kasıt ruhu olan her şey olabilir). Allah bu şeylerin derununda (sırriyet) kendisine ilişkin tesbihi yaratmış/yerleştirmiştir (yec’alü) ki bunu sa­ deceObilir. O’ndan başkası ise ancak Allah’ın ona bunu bildirmesilebilir.7…

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ

“Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki”8

… Lezzetli ve faydalı şeyleri sevmenin, kötülüklerden ve elemlerden ka­çınmanın nefsin tabiatında yer aldığım görmez misin? Fakat nefis faydalı ve zararlı olan her şeyi tek tek bilemez. Ancak tadarak (algılayarak) bunu bile­ bilir. Gözün renkleri idrak etmesiyle birlikte onun iyiliğini ve kötülüğünü bi­lememesi de buna benzer. Fakat akıl, iyi ve kötünün arasını ayırandır. Akıl kötülüklerin kötülüğünü, iyiliklerin iyiliğini genel olarak ayırabilecek bir ta­biatta (yapıda, özellikte) yaratılmıştır. Bununla beraber akıl, her iyi şeyin iyi­liğini, her kötü şeyin kötülüğünü tek tek bilemez (arasını ayıramaz). Öyley­se فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ(Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki) ayeti, yani iyiden kötüyü, temizden pisi, fücurun kötülüğünü ve takvanın iyiliğini ayıracak şeyi (Allah) nefislerde yarattı, anlamına gelir. İşte böylece imtihan ve külfet (sorumluluk) gerekli olur. (akıl, yani ayırt etme yetisi sebe­biyle yükümlülük gerekir.)9…

1  Çev. Fatma Aygün.

2  Rum 30/30.

3  Matüridi, Te’vilatu l-Kur’an, 11/185-187.

4  Yasin 36/60.

5  Matüridi, Te’vilatu l-Kur’an, 12/99.

6  Hadid 57/1.

7  Miitüridi, Te’vilatu l-Kur’an, 14/332.

8  Şems 91/8.

9  Matüridi, Te’vilatul-Kur’an, 17/222.

 

Derleyen:Recep Alpyağıl – Din Felsefesi Açısından Maturidi Gelen Ek-i,syf:617-620;636-639

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir