Buruc/14:O, çok bağışlayan ve çok sevendir.
“O” inkârına tevbe edeni ve îman edeni “çok bağışlayan” ayrıca küfür günahından başka diğer günahlarına tevbe edeni ve dilerse tevbe etmeyeni de çok bağışlayan “ve” kendisine itâat etmeyi seveni veya tevbe edeni “çok sevendir.” Nitekim aynı mânâ bir başka âyet-i kerimede şu şekilde ifâde olunuyor: “Şunu iyi bilinki, Allah tevbe edenleri de sever. Temizlenenleri de sever.” (Bakara 2/222) Bu, fazlın alâmetidir.
Adâletine bıraktığında seni yok eder, fazlı ve ihsanıyla da okşar ve yüce mertebelere çıkarır. Onun fazlı kederlere boğulmuş kimseleri okşamaktır Onun adâleti zorbaların sinelerini yakmaktır.Âyette yer alan “el-Vedud” kelimesi “feûl” kalıbında olup mânâsı -burada- “fâil”şeklindedir. Çünkü mânânın fâil kalıbında olmasını cümlenin gelişi gerektirmektedir.
Sehl (rh.) “el-Vedûd” kalıbını şöyle açıklar: el-Vedûd demek kullarına tam nimet vererek ve âfiyetlerini devam ettirerek sevimli olan demektir. Bu takdirde “Vedud”kalıbı “fâil” mânâsında değil, “mef’ul” anlamında olur. Çünkü Sehl’in bu açıklamasına göre seven o değil tam tersine o sâlih kullarının sevdiği olmuş olur. Kulun Allah muhabbeti, O’na itâat ve emirlerine uygun davranması demektir. Veya kulun Allah muhabbeti demek kulun ona ta’zimi, kalbinde onun heybetini duyması demektir.
Hakikatin esrârına ermiş olan âlimler görüş birliği hâlinde derler ki: Herhangi bir karşılık beklentisi içinde olan her türlü muhabbet sakat bir sevgidir. Tam tersine sağlam ve gerçek muhabbet bütün tamah ve istekleri aşmış, safiyane muhabbettir. Bir haberde şöyle denir: “Herhangi bir karşılık beklemeksizin sâdece rablığa hakkını vermek amacıyla bana ibâdet eden kimseyi ben severim.”
Büyüklerden birisi sevgi ifâde eden terimleri şu şekilde açıklar: “Aşk” iki ruhun birbiriyle sarmaş-dolaş olmasıdır. “Hubb” ise bu sarmaş-dolaş hâlinin safiyane olması durumudur. Sevgi anlamına gelen bir başka kelime olan “vüdd” ise sevginin sâbit olması, kalpte yerleşmesi demektir. Bir başka terim olan “heva” ise sevginin kalbte ilk
doğduğu andır.
et-Te’vilâtü’n-Necmiyye’de aynı deyimler şöyle açıklanıyor: “el-Vedud” Allah Teâlâ’nın kendisine yönelen kula, sevgiyle tecelli etmesi demektir. Bu tıpkı kudsi hadiste ifâdesini bulan; “bana bir karış yaklaşana ben bir kulaç yaklaşırım”[61]ifâdesi kabilindendir. Dolayısıyla Allah’a sevgiyle yaklaşana Allah vüdd ile yaklaşır.Çünkü vüdd, kalp arzına muhabbeti sâbit kılan nesnedir. Zira vüdd kelime olarak kazık anlamına gelen “el-veted” kelimesinden türetilmiştir. Nitekim Kamus’ta el-vüdd kelimesi el-veted kelimesiyle açıklanıyor.
İmam Gazali (rh.) şöyle diyor: “el-Vedud” yaratıklar için bütün hayırları seven kimse demektir. Dolayısıyla el-Vedud olan Allah mahlukata iyilik eder, onları över. Kelime er-Rahîm mânâsına yakın bir anlam ifâde eder. Fakat rahmet, merhum dediğimiz rahmet olunmuş kimseye izâfe olunur. Merhum demek muhtaç demektir, darda kalmış anlamına gelir. Şu halde er-Rahîm olanın fiilleri bir merhumun ve zayıfın bulunmasını gerektirir. el-Vedud’un fiilleri ise bunu gerektirmez. Tam aksine el-Vedud demek daha ilk baştan vüddün neticeleri olmak üzere in’am etmek; yâni nimet vermek demektir. Öte yandan Allah’ın rahmetinin mânâsı ise onun rahmet edilen kimseye hayır murad etmesi, ona yeterli hayrı vermesi demektir. Ancak onun rahmet ederken rahmetin kalp rikkatinden Allah’ın münezzeh olduğunu vurgulamamız gerekir. Aynı şekilde Allah’ın vüddü keramet ve nimet irade etmesi demektir. Ancak yine Allah meveddet meylinden münezzehtir.
Allah’ın kullarından vedud olan ise, kendi nefsi için arzuladığı şeyi Allah’ın mahlukatı için de isteyen kimse demektir. Bundan daha üstünü ise Allah’ın yaratıklarını kendi nefsine tercih edendir. Nitekim vedud olan kimselerden birisi şöyle demiştir: Ben isterim ki Cehennemin üzerine köprü olayım, Allah’ın yaratıkları benim sırtımdan geçip Cennete girsinler ve Cehennemin üstünden geçerken ondan eziyet duymasınlar. Bu vüddün en mükemmeli ise kişinin başkalarını tercihine, onlara ihsanda bulunmasına içinde duyacak olduğu kinin, gazabın ve onlardan görmüş olduğu eziyetin engel olmaması demektir.
Nitekim Peygamber Efendimiz’in mübarek dişi kırıldığında, yüzü kana bulandığında şöyle duâ etmiştir: “Allah’ım kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar.”[62] Böylece onların yaptıkları kötü hareket Peygamber Efendimiz’in onlara hayır duâda bulunmasına engel olmamıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.) Hz. Ali’ye bir keresinde şöyle demiştir: “Ya Ali eğer sen mukarrabin olan insanları geçmek istersen seninle ilişkisini kesene sen ilişkini kesme, seni mahrum bırakana ver, sana zulmedeni bağışla.”[63]
Allah’ın el-Vedud isminin de bazı özellikleri vardır: el-Vedud, kişiler arasında sevgiyi sâbit tutan bir isimdir. Özellikle karı-koca arasındaki sevginin sâbit kalmasına yardımcı bir isimdir. Herhangi bir koca el-Vedud ismini bin kez okuyup herhangi bir yemek üzerine okur ve bu yemeği eşiyle birlikte yerse, kendisinin sevgisi eşinin üzerinde galip gelir. Bu kadın kocasına itâattan başka bir hareketi yapamaz.
Rivâyet olunduğuna göre Allah’ın İsm-i A’zam’ı bu el-Vedud ismidir. Nitekim bu isim bir tacirin duâsında geçmektedir. Söz konusu kişi şöyle duâ etmiştir: “Ey Vedud olan, ey şerefli arşın sâhibi, ey ilk başlatan ve tekrar iâde eden Allah! Arşının her tarafını dolduran Senin yüzünün nuru vesilesiyle Senden diliyorum. Bütün mahlukatını takdir ettiğin kudretinin vesilesiyle herşeyi kuşatan rahmetinin adına Senden diliyorum.Senden başka hiçbir ilah yoktur. Ey imdada koşan bana imdat et. Ey imdada koşan bana imdat et. Ey imdada koşan bana imdat et.” Bu rivâyeti bir çok imam zikretmiştir.
Fakir (Bursevî) der ki: Ben kalbimin diliyle “Ya Vedud” ismini seher vakitlerinde durmadan zikrediyordum. Sonra kendi irade ve ihtiyarım olmadan “Ya Rabbi beni herşeyi anlar kıl” demeye başladım. Bu zikirden sonra anladım ki el-Vedud isminin herşeyi anlamakta büyük bir etkisi varmış. Çünkü el-Vedud ismi “el-mahbub/sevgili” anlamına geliyor. Hiç kuşkusuz Allah Teâlâ’nın bütün isimleri İsm-i Azam’ı sever ve ona meyleder. İsm-i Azam ise sevilendir, diğerleri sevendir. Şu halde her kim “Vedud”ismini “sevgili” anlamına alarak zikrederse o kimseyi bütün mazâhir sever. Bu kimse,Allah Teâlâ’nın bütün isimlerinin sırrını öğrenir ve böylece bütün tevcihler o kimseye
ulaşır.
İsmail Hakkı Bursevi – Ruhul Beyan Tefsiri,cild.23,syf.214,217
0 Yorumlar