Cemaleddin Hoca ve İlk Dinde Reform Gayretleri (2.Yazı)

turkcekuran Cemaleddin Hoca ve İlk Dinde Reform Gayretleri (2.Yazı)

6 Nisan 1926 tarihli gazeteler menşetlerinde “Dinde Reform’ ’ diyerek Göztepe Camii İmamı Hacı Cemaleddin Efendinin ‘‘Türkçe Namaz Kıldırdığından” haber veriyordu. Aynı tarihli Vakit gazetesi, Cemaleddin Hoca’nın akşam namazını kıldırırken, birinci ve ikinci rekatlarda okuduğu arapça süreleri, tamamen Türkçeleştirerek okuduğunu haber vererek, okunan ihlas sûresinden örnekler veriyorlar, Cemaleddin Hoca’nın namaz kıldırırken okuduğu ihlas sûresi şöyle idi:

‘‘De ki, o Allahtır, Allah herkese yetişen Ulu Mevladır. O doğurmamıştır ve (başkası tarafından) doğurulmamıştır. Hiç bir şey O’nun dengi olmamıştır.”

Bu ilk Türkçe namazın ardından (7) Cemaleddin Hoca gazeteciler vasıtasıyla yönetime “münevver”, “aydın” hoca diye takdim edilmiş ve böylesine cesur davranan bir hocanın mükafatlandırılması istenmiştir.

Aslında Göztepe Camii imamı Cemaleddin Hoca, yine 22 Mart 1926 Cuma günü ilk Türkçe hutbe denemesinde bulunmuş ve hutbeyi arapça dua ve ayetler dahil tamamen Türkçe okuyarak tamamlamıştır.(8)

Cemaleddin Hocanın» cemaatın da tepkisini alan ve “böyle hutbe olmaz,namaz fasıd oldu” dedirten Türkçe hutbesi şöyle idi:

Ey ululardan ulu Tanrı! Sana hamdederiz. Bütün alemleri yoktan vareden ve onlara rızık veren Sensin. Sana şükrederiz. Bütün mahlukat içinde insanları en mükerrem yaratan Sensin.En şerefli kulunu, doğrulunda şüphe etmediğimiz büyük kitabınla bize hak Peygamber olarak gönderdin. Yalnız sana tapar ve yalnız senden yardım isteriz. Ey Ulu Tanrı bizi imandan ayırma.

Ey Müslümanlar! Ulu Tanrı buyuruyor ki:

“Bazı insanlar : “Allah’a ve ahiret gününe inandık, biz de müminiz” derler. Böylelikle Allah’ı ve müminleri aldatmak isterler. Halbuki onlar yalnız kendilerini aldatırlar. Ve böyle yaptıklarını da anlamazlar. Onlara : “Dünyayı fesada vermeyiniz” denildiği zaman : “Hayır! Biz ıslah ediyoruz” derler. Halbuki ifsat ederler, lakin anlamazlar.Kendilerine : “Herkes gibi iman ediniz” denildiği zaman : “Biz aptallar gibi mi inanacağız?” derler. Halbuki kendileri aptaldırlar. Bunu bilmezler!. Allah ile yaptıkları ahitleri bozanlar, Allah’ın birleşmeyi emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünü fesada verenler hüsrandadırlar. Islah edilen yeryüzünü ifsat etmeyiniz. Allah ifsat edenleri sevmez. Kendiniz yapmadığınız iyilikleri başkalarına nasıl tavsiye edersiniz? Kitabı okuyorsunuz, hiç düşünmüyor musunuz?” (Bu Ayetler Atatürk tarafından seçilmiştir).

Ulu Tanrım, hak ve adaletle hareket edenleri Sen payidar eyle. Cumhuriyetimizi ve Türk milletini Sen muhafaza eyle. Türk ordusunu havada, denizde ve karada daima muzaffer eyle. Topraklarımıza bol bereket ihsan eyle. Mahsulatımızı her türlü afetlerden sakla. Mubarek şehitlerimize ve ölülerimize rahmet eyle.

Hatime 

Allah adil ve ihsan ile emreder. Akrabanızdan muhtaç olanlara muaveneti emreder. Fuhşu ve kötülüğü ve haksızlığı nehyeder. Allah size nasihat veriyor umulur ki (bunu can kulağıyle dinler ve) düşünürsünüz..

Hiç bir mecburiyeti yokken ve Diyanet işleri Başkanlığından da bir genelge gelmeden Türkçe namaz kıldırıp, Türkçe hutbeler okuyan Göztepe Camii imamına gazetecilerin tersine halktan büyük tepkiler gelmişti. Ve İstanbul’dan bir grub cami cemaati sırf bu yüzden hocayı Diyanet İşleri Resliğine şikayete gelmişti. Reis Rıfat Börekçi bile “Bu kadarı fazla” diyerek, Göztepe Cami imamının hareketini tasvip etmediğini bildirmiş ve halkın tepkisinin büyümemesi için de iki hafta Cemaladdın Hocaya görevden men cezası vermişti.

Nitekim cezası biter bitmez söylediğimiz tarihte, 6 Nisan 1926 tarihinde Göztepe Camii imamı daha ileri giderek, camide namazla birlikte ibadetin her türünü Türkçe ile yapmaya başlamıştı.(9)

İnceleyin:  Resmi Tarihin Oluşumu

Cemaladdin Hocanın, Diyanet işleri Reisi Rıfat Börekçinin bile kızmasına ve onu geçici olarak (15 gün/iki hafta) görevden almasına sebebiyet veren davranışları için Ahmet Ağaoğlu, 11 Nisan 1926 tarihli Milliyet Gazetesinde: Nasıl oluyor da, Diyanet İşleri Reisi, Bir inkilapçı hocayı cezalandırıyor?” diye bir yazı yazmıştı.

Sözkonusu yazıyı ehemmiyetine binaen buraya aynen aktarıyorum:

İstanbul camilerinden birinde, Türk hocalardan birisi, Türkçe namaz kılmış ve birçok Türk müminleri de devletin temeli olarak kabul eylemiş bir memlekette bunun kadar tabii bir hadise olabilir mi? Fakat eyvah ki tabiilik ve mantık hala birçoklarının dindarlığına yerleşememiştir. Anlaşılıyor ki bazıları hadiseye itiraz etmişler ve hocayı Diyanet İşleri Reisliğine şikayet eylemişlerdir.

Tekrar soruyoruz, Hocanın kabahati nedir? Hangi kanun ve hatta şeri şerifin hangi düsturu Türkçenin dualarda kullanılmasını menetmiştir? Türkçe haram bir lisan mıdır? Şeri şerifce haram bir lisan var mıdır? Hiç unutmam, vaktiyle İstanbul Türkocağı’nda verdiğim bir konferansta Hazreti Kuran‘ın Türkçe’ye tercümei lüzumunu ileriye sürmüştüm. Bunun din namına Türklerin Hazreti Kuran‘dan istifade edebilmeleri namına söylemiştim. İkinci gün mahut Abdülaziz Çaviş -ki elyevm (halen) Mısır’da Arap vatanperverliği ile meşguldür- Beyazıt camiinde bir mevize vererek benim mürted olduğumdan ve benim için tecdidi iman ve nikah lüzumundan bahsetmişti.

Çaviş’in haleti ruhiyesini ve onu tahrik eden saikleri (nedenleri) pek iyi anlarım. Bilatefriki (ayrım yapmadan) ırk ve cins bütün beşeriyetin halas ve necatı (kurtuluşu) için nazil olan bu mukaddes kitabı ve bu kitabın muhatabı olan mukaddes bir vücudu yalnız bir kavmin malı addederek, diğer kavimlere lisanlarını ve şuurlarını kaybettirerek o kavmin peyrevi (taklitçisi) olmalarını arzu edenler için böyle bir hareket gayet tabiidir. Onlar için Türkçeyi kullanmak bir irtidat (dinden dönme) ve Türklükten bahsetmek de bir delalettir (sapıklıktır). Allah yalnız Arabın Allah’ıdır ve Arapçadan başka bir lisan kullananları ne dinler, ne işitir ve ne de anlar. Ecdatlarımızı buna inandırmamışlar mıydı? Güzel Türkçemizle uğraşmayı abes ve hatta günah bir fiil gibi telakki etmeye ikna etmemişler miydi?

Türk kelimesinin tahkir (aşağılık) ve istihfaf (küçüklük) ifade ettiğini bize kabul ettirmemişler miydi? Lisanımızı, şuur ve vicdanı millimizi bu tetebbuat sayesinde kaybetmek üzere değil miydik? Araptan ziyade Arap, Acemden ziyade Acem olmak üzere değil miydik? Bizi bu hale getirenler aynı zamanda bizi Hazreti Kuran‘dan, İslamiyetin ali (yüce) manalarından mahrum ettirmişlerdir.

Türk fiilen dini membalardan mücerret olduğu, kıldığı namazın yaptığı duaların bile manalarını anlayamadığı için dininden de mahrum kalmıştır. Din yerine kafasında ve kalbinde asla alakası olmayan ve dine taban tabana zıt bulunan hurafat ve israiliyat taşımakta idi.

Fakat bereket versin ki gözlerimiz geç de olsa açıldı. Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı idrak ettik. Ne Müslüman olmak Arap olmak ve ne Türk olmak Müslüman olmamak demek olmadığını öğrendik. Bilakis hakiki Türk olmak aynı zamanda hakiki Müslüman olmak demek olduğuna kani olduk. Zira vakalar ve hadiseler isbat etti ki Müslümanlığı müdafaa, muhafaza ve idame ettiren yegane hakiki amil Türk imiş. Türksüz Müslümanlık yaşamaz, yaşayamaz. Binaenaleyh Türk manen kuvvetli olmalıdır ki Müslümanlık da manen ve maddeten kuvvetli olsun.

Bunun için de Türk mefhumunu ifade eden bütün maddi ve manevi amiller inkişaf etmelidir. Mezkur amiller arasında en mühimleri, Türkün lisanı ve Türkün şuurlu dinidir. Türk lisanının her sahada inkişafı, bütün sahalara hakim olması ve bütün sahalarda kullanılması lazımdır. Dinin şuurlu olması için de Türk o dinin menbaı olan Hazreti Kuran‘la Kuran’ın emrettiği bütün dua ve niyazlarla doğrudan doğruya temas etmelidir. Onları anlayarak feyz almaya çalışmalıdır.“

Türk milleti altı seneden beri yaptığı muazzam mücadeleyi sırf kendisinin bu inkişafı için icra etmektedir. Yoksa lisanı da, dini de ve hayatının diğer tecelliyatı da eskisi gibi kalacaksa bu mücadeleden fayda ne olur? Bu nokta nazardan Türkçe namaz kılmış olan hoca hem lisanımızın ve hem dinimizin inkişafına yani yaptığımız mücadele ve inkilâbın esaslarına hizmet etmiştir. O halde böyle bir hoca nasıl oluyor da ceza görüyor ve nasıl oluyor da inkilâbın başında bulunan bir riyaset böyle bir hocayı icrayı vazifeden men ediyor’?(10)

Ahmet Ağaoğlu’nun 11 Nisan 1926 tarihli Milliyet Gazetesindeki bu yazısı üzerine, Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi çok sinirlenmiş ve halkın aşırı tepkisini de fırsat bilerek: “Inkilapçılık ayrı, namaz olayı ayrıdır. Türkçe namaz kılmakla dinimizin inkişafına çalışıldığını ve böylece de inkilâbın esaslarına hizmet etmiş olunduğunu söylemek abestir ve inkilabı anlamamaktır” diyerek kamuoyuna bir cevab da bulunmuştur. Rıfat Börekçi, gazetecilerin alkış tuttuğu “Türkçe Namaz” için de: “Türkçe Namaz Kılınamaz”. Ayetler ve sureler aslı gibi Arapça okunmalıdır” diye bir fetva vererek Türkçe namaz meselesini kapatmıştır.(11)

İnceleyin:  Tarihi bozmak için neler yapıldı?

 

Merkezden Taşraya Standart Hutbeler!

Göztepe Camii olayından sonra, beş uzmandan kurulu birleşik komisyon, 1926 yılı sonunda Diyanet İşleri Başkanlığına bir reform taslağı ile 58 örnek hutbe sundu. Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi bütün camilerde aynı hutbenin okunması ve Türkiye’deki bütün imamların cemaatı benzer şekilde yetiştirmesi için bu örnek hutbeleri müftülükler vasıtasıyla bütün yörelere dağıtmış oldu.

Rıfat Börekçi müftülüklere yolladığı bildiride, namazda ki fatiha sûresi dahil bütün ayet ve surelerin arapça olacağı, hutbelerin ise, başlangıç ve bitiş dualarıyla birlikte hutbede okunan hadislerin arapça olacağını, fakat bunların Türkçe açıklamasının anlamla beraber yapılabileceğini bildirdi. Rıfat Börekçi aynca öğüt yolunda yapılacak dua ve tavsiyelerin, Türkiye Cumriyeti Devleti adına olacağım ve toplanacak yardımlarında “Tayyare Cemiyeti”ne, “Hava Kuvvetleri “ne verileceğini belirtti.(12)

Şapkayla başlayan din – devlet çatışması ister istemez zamanla dinde reform hareketlerine ve dinin denetim altına alınmasına sebebiyet vermiştir. Bir diğer ifadeyle artık Türkiyede vahiy dini olan İslâm yerine, kanun dairesinde kalan ve devlet denetiminde olan bir İslâm yaşanmaya başlamıştır. Devlet denetiminde yaşanan reform İslâmlığı yer yer devletten daha ileri giderek 3 Mart 1924 tarihinde kurulan Diyanet İşleri Reisliğine önayak olmuştur. İlk Diyanet İşleri Reisi olan ve reisliği ölümüne kadar (1941) devam eden Rıfat Börekçi’nin başkanlık dönemi, devlet denetiminde yaşanan İslamlığa ve ondan da öte İslâmdaki reformasyona çok çarpıcı örnekler teşkil etmiştir. Dinin denetim altına alınması ve dinde reformlara gidilmesi üstelik hem diyanet nezdinde ve hem de devlet nezdinde laiklik adına yapılmıştır. Halifeliğin kaldırılmasından ve din eğitimini yasaklayan, medreselerin kapatılmasını sağlayan kanunlardan sonra devlet, yoğun bir şekilde dine karışı adımlar atmaya başlamıştır.(13)

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir