Bazı âlimler ise, meleklerin masum okluğunu gösteren bu ve ben-zeri avdetlerin sadece onlann peygamberleri ve Cenâb-ı Hakk a yakın mertebede bulunanlarıyla ilgili olduğunu söylemişlerdir. Diğer meleklerin mâsum olmadığını söylerken de tarihçilerin ve müfessirlerin, meleklerin de günah işlediğine dâir zikrettiği bazı rivayetlere dayanmışlardır. İnşallah biz bu rivayetleri az sonra bu bahiste ete ahp değerlendireceğiz.
Ancak burada şu kadarını söyleyelim ki, bütün meleklerin masum ve günahsız okluğu görüşü en doğru görüştür. Melekler, Allah katında yüce mertebelere sahiptir. Onlar kendilerini bu mertebeden aşağı düşürecek kusurlardan münezzehtir.
Bir hocamızın kitabında bu konuda şöyle dediğini gördüm: Bütün meleklerin masum ve günahsız olduğuna dâir bu kadar âyet ve hadis varken, bir âlimin bu konuda aynca söz söylemesine gerek yoktur.
Ben de şöyle diyorum: Bundan önceki bahiste peygamberlerin gü-nahlardan korunduğuna dâir söylediğimiz şeyler (üç fayda başlığıyla an-latılanlar). meleklerin günahsızlığı konusunda da geçerlidir. Şu farkla ki, peygamberlerin sözlerine ve davranışlarına ittibâ etmek gerekli olduğu hâlde, meleklerin söz ve davranışları hakkında bilgimiz olmadığı için onlara uymakla yükümlü değiliz.
Hârût ve Mârût Kıssası
Bütün meleklerin günahsız olmadığını söyleyenlerin ileri sürdüğü de-bilerden biri Hârût ve Mârût kıssasıdır. Onlar, Hârût ve Mârût hakkında tarihçilerin söylediği ve bazı müfessirlerin naklettiği bilgilere dayanır, Hz Alî ile Abdullah ibni Abbâs tan rivâyet edilen onlara dâir haberleri ve imtihan edilişlerini zikrederler.
Ey okuyucu! Allah seni rızâsına uygun işler yapmaya muvaffak kılsın! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden bu konuya dâir nakledilen sahîh veya zayıf hiçbir rivâyet yoktur.(İbn Kesir,Tefsirul Kuranil Azim,1,354)
Şerh:Bu konuda Ahmed ibni Hanbelin Müsnedinde ve İbni Hibbâmn es-Sahih’inde ve daha başka hadis kitaplarında nakledilen şöyle bir rivâyet vardır: Abdullah ibni Ömer radıyailahu anhümânın Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemden rivâyet ettiğine göre Allah Teâlâ Hz. Âdem’i yeryüzüne indirince melekler O’na: “Ey Rabbimiz! Biz Seni hamdederek tesbîh ve takdis edip dururken. orada bozgunculuk edip kan dökecek birini mi ya-ratacaksın?’ demişler; Allah da onlara: Ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ buyurmuştu.”’ O zaman melekler: “Ey Rabbimiz! Biz sana Âdemoğlu’ndan daha itaatkarız” deyince Cenâb-ı Hak meleklere: “öyleyse içinizdeki en değerli meleklerden ikisini seçiniz de onlar yeryüzüne indirilsin, o zaman onların ne yapacağına bakalım” buyurdu.
Melekler Hârût ile Mârût’u seçtiklerini söyleyince onlar yeryüzüne indirildiler. Bunun ardından Zühre yıldızı (Çoban yıldızı) en güzel kadın kılığına sokuldu ve onların karşısına çıkarıldı. Zühre, Hârût ile Mârût’un yanma gelince, bunlar ona sahip olmak istediler. O da: “Siz Allaha şirk koşmadıkça istediğinizi yapmam!” dedi. Onlar da: “Biz aslâ Allah’a şirk koşmayız.” dediler. Zühre onların yanından ayrıldı, kucağında bir çocukla birlikte geri döndü. Onlar yine Zühre ile beraber olmak istediler. Bu defa Zühre: “Siz bu çocuğu öldürmedikçe istediğinizi yapmayacağım!” dedi. Onlar yine: “Vallahi biz onu kesinlikle öldürmeyiz.” dediler. Zühre tekrar onların yanından ayrıldı ve bir kadeh içkiyle geri döndü.
Hârût ile Mârût yine ona sahip olmak istediler. O zaman Zühre: “Şu içkiyi içmedikçe isteğinizi yerine getirmem!” dedi. (İçki içmenin daha hafif bir günah olduğunu düşünen) Hârût ile Mârût o içkiyi içip sarhoş oldular. Zühre ile ilişkide bulundular, o çocuğu da öldürdüler. Hârût ile Mârût ayılıp kendilerine gelince, kadın onlara: “Kesinlikle yapmayız dediğiniz şeylerin hepsini sarhoş olunca yaptınız!” dedi. Bunun üzerine Hârût ile Mârût dünya azabı ile âhiret azabından birini seçmekte serbest bırakıldılar, onlar da dünya azabını tercih ettiler.”
Bu rivâyeti değerlendiren âlimler, özellikle de îbni Kesîr Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden böyle bir rivâyetin gelmediğini söylemiş, Abdullah ibni Ömer’in bunu Peygamber Efendimiz’den değil, İsrâiloğullarından kıssalar nakletmesiyle bilinen Kâ‘bü’l-Ahbâr’dan rivâyet ettiğini ve bu rivâyetin doğru olduğunu söylemişlerdir.
Ayrıca bu mesele kıyasla halledilebilecek bir konu da değildir.
Hârût ve Mârût hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen olayın yorumu hakkında müfessirler ihtilâf etmişlerdir.
Şerh:Bu olay Kur an-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır: “Onlar, Süleymân’ m saltanatı konusunda şeytanların uydurduğu yalanlara uydular. Oysa Süleymân hiçbir zaman kâfir olmadı. Fakat insanlara büyü yapmayı, Bâbil’de Hârût ve Mârût adlı meleklere indirilen bilgileri öğreten o şeytanlar kâfir oldular. Halbuki o iki melek: “Biz insanları denemek için gönderildik, sakın büyü yaparak kâfir olma!” demeden kimseye bir şey öğretmezlerdi.
Onlar ise bu iki melekten karı ile kocanın arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Oysa onlar Allah’ın izni olmadıkça o büyü ile hiç kimseye zarar veremezler. Fakat onlar kendilerine yarar değil zarar getirecek şeyleri belliyorlardı. Ve elbette onlar, büyüyü satın alan kimselerin âhirette hiçbir nasibi olmadığını da çok iyi biliyorlardı. Kendilerini ne kötü bir şey karşılığında sattılar. Keşke bunu da bilselerdi.(Bakara,102) Kâdî İyâz, bu âyet-i kerîmeyi bahsimizin ilerleyen kısımlarında tefsir edecektir.
Bu konuda müfessirlerden birinin söylediğini diğeri kabul etmemiş, bir kısmının söylediğini de birçok Selef âlimi kabul etmemiştir. Konuyu bu bahiste geniş bir şekilde ele alacağız. Bu konudaki haberler Yahudilerin uydurmaları olup onların kitaplarından nakledilmiştir. Nitekim Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de onların bu konuyu uydurup Süleymân aleyhisselâma nisbet ettiklerini ve onu kâfirlikle suçladıklarını bildirmiştir.
Şerh:Yahudiler Hz. Süleymân’ı hiç sevmezlerdi. Onun Resûl-i i Ekrem’in dediği gibi bir peygamber değil, büyü ile olağanüstü güçler elde eden, hayvanlara ve cinlere söz geçiren bir hükümdâr olduğunu ileri sürerlerdi. Bunun sebebi, Hicr sûresinin 18. âyetinde belirtildiği üzere şeytanlar, Allahın emirlerini birbirine aktaran meleklerden j kulak hırsızlığı yaparak yarım yamalak duydukları bir şeye yüz yalan katarak onları kâhin dostlarına iletirlerdi. Onlar da gaybdan haber veriyoruz diye insanları kandırırlardı. Süleymân aleyhisselâm onların sırlarının ya- j zıh olduğu bilgileri ele geçirdi ve bunları tahtının altına gömdü. Onun vefatından sonra şeytanlar, bu gömülü bilgileri ortaya çıkardılar ve onu insanlara “Süleymânın eşsiz hâzinesi (büyüsü)” diye sundular. Âyette Allah Teâlâ, onların bu iddialarının hiçbir kıymeti ve esası bulunmadığını belirtmektedir.
Hârût ve Mârut kıssasında birçok çirkinlik bulunmaktadır. İnşallah biz bu çirkinlikleri ortaya çıkaracağız ve olayın üzerindeki perdeyi kaldıracağız.
Hârut ve Mârût Kıssasının Mâhiyeti
Âlimler ve müfessirler bu kıssada birçok bakımdan ihtilâfa düşmüşlerdir:
İlk ihtilâf ettikleri şey, Hârût ile Mârût’un iki melek mi, yoksa iki insan mı olduğu konusudur.
Âyet-i kerîmedeki “iki melek” ifâdesiyle kastedilen Hârût ile Mârût mudur?
Âyet iki melek anlamında “melekeyn” diye mi, iki padişah anlamında “melikeyn” diye mi, yoksa her iki şekilde birden mi okunacaktır?
Yine “vemâ ünzile ale’l-melekeyni” âyeti ile “vemâ yüallimâni min ahadin’ âyetlerindeki “mâ” harfleri nâfiye midir, yoksa mevsûle midir?
Şerh““Mâ” harfleri nâfiye olursa, meleklere sihir indirilmediği ve onların kimseye sihir öğretmediği anlamı çıkar; mevsûle olursa, onlara sihir indirildiği ve insanlara sihir öğrettikleri anlamı çıkar.
Müfessirlerin büyük çoğunluğu şöyle demiştir: Allah Teâlâ insanları iki meleğin onlara sihir öğretmesi yoluyla imtihan etmiştir. Buna göre sihir yapmak insanı dinden çıkarır; sihir yapmanın helâl olduğunu düşünerek sihir öğrenip yapanlar kâfir olur; sihir öğrenip yapmayanlar ise hayatlarını mümin olarak sürdürürler. Nitekim Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de, meleklerin büyü yapmayı öğrenmek isteyenlere;
“Biz insanları denemek için gönderildik, sakın büyü yaparak kâfir olma!” dediklerini belirtmektedir. Melekler sihir öğrenmeye gelen insanlara sihri öğretmeden önce onları şöyle uyarırlardi:
“Sakın sihir öğrenip yapmayın! Sihir, kan kocayı birbirinden ayırır; sihir hilesine başvurmayın: Bakınız bu sihir çok kötü bir şeydir, sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!” derlerdi.
Hârût ile Mârût Kimseye Büyü Öğretmedi
Şu hâle göre bu iki meleğin sihrin kötülüğünü anlatarak insanları uyarmaları, Allah’ın emrini uygulamaktan ibarettir. Onların Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine emrettiği şeyi yapması günah değildir. Başkalarının sihri öğrenip yapmaları ise kendileri için bir imtihândır.
Tebe-i tâbiîn âlimlerinden Abdullah ibni Vehb’in rivâyet ettiğine göre, bazı kimseler, tâbiîn âlimlerinden Hâlid ibni Ebî îmrân’ın yanında Hârût ile Mârût’tan bahsettiler ve onların insanlara büyü yapmayı öğrettiklerini söylediler. Bunun üzerine Hâlid ibni Ebî İmrân: “Biz o melekleri böyle bir şey yapmaktan tenzîh ederiz.” dedi. O zaman orada bulunan biri Bakara sûresinin 102. âyetini okuyarak, “Hârût ile Mârût’a indirilen bilgilerden” söz edince, bu ünlü âlim ona cevap olarak: “O meleklere böyle bir bilgi indirilmedi.” dedi.
Görüldüğü üzere Hâlid ibni Ebî İmrân’ın yanında bulunan kimseler. Hârût ile Mârût’un, kendilerinden sihir yapmayı öğrenmek isteyenlere büyünün küfür olduğunu söylemek ve Allah Teâlâ’nın insanları sihir ile çetin bir imtihâna tâbi tuttuğunu belirtmek şartıyla isteyenlere sihir yapmayı öğretmelerine izin verildiğini söylüyorlar, Hâlid ibni Ebî İmrân da onlara, Hârût ile Mârût’un kimseye sihir öğretmediğini kesin bir dille ifâde ediyor. Hâlid ibni Ebî Imrân çok büyük bir âlim olarak o iki meleği büyük günah işlemekten tenzîh etmişken, biz onları konuyla ilgili haber ve hikâyelerde anlatıldığı şekilde küfre düşecek işler yapmaktan nasıl tenzîh etmeyiz?
Hâlid ibni Ebî İmrân’ın “vemâ ünzile ale’l-melekeyni” âyetindeki “mâ” harfini nâfiye (olumsuzluk edâtı) kabul ederek âyeti: “O meleklere böyle bir bilgi indirilmedi” şeklinde açıklaması Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümâdan nakledilmektedir.
Bu Kıssanın En Uygun Tefsiri
Endülüslü kırâat âlimi Ebû Muhammed Mekkî bin Ebî Tâlib de (v. 437/1045) der ki:
–
“İbni Abbâs’tan nakledilen bu görüşe göre,”vema unzile alalmelekyni bibabil harute vemarut”âyetindeki ‘mâ’ harfi olumsuzluk edâtı (nâfiye) kabul edildiği takdirde,“Süleymân hiçbir zaman kâfir olmadı.”
ifâdesini şöyle anlamak gerekir: Şeytanların uydurduğu, Yahudilerin de onlardan öğrenip yaptığı sihri Hz. Süleymân hiçbir zaman yapmadı ve dolayısıyla küfre girmedi. “Meleklere indirilen bilgiler” âyetinde sözü edilen melekler Cebrâil ile Mîkâil’dir. Yahudiler sihri getiren meleklerin Cebrâil ve Mîkâil olduğunu ileri sürmüşler, sihri hazırlayıp Hz. Süleymân’ın tahtının altına gömmüşler, sonra da onun saltanatını sihirle yürüttüğünü iddia etmişlerdir. Allah Teâlâ ise Yahudilerin yalan söylediğini âyet-i kerîme ile ortaya koymuştur. ”
Sihir yapmayı öğretenlerin şeytanlar olduğu âyet-i kerîmede şöyle ifâde buyurulmaktadır: “Bâbil’de Hârût ve Mârût adlı iki meleğe indirilen bilgileri öğreten o şeytanlar kâfir oldular.”
Hârût ile Mârût Melek mi, İnsan mı?
Bazıları âyette zikredilen Hârût ile Mârût’un iki melek değil, sihir öğrenen iki adam olduğunu söylemiştir.
Ünlü tabiîn âlimi Hasan-ı Basrî de (v. 110/728) “vemâ ünzile ale’l-me- lekeyni” âyetini “melikeyni” şeklinde okuyarak Hârût ile Mârût’un Bâbilli iki zâlim kral olduğunu söylemiştir. Bu okuyuşa göre “mâ” harfi nâfiye (olumsuzluk edatı) değil mevsûle olmuş olur.
Ashâb-ı kirâmdan olan Abdurrahman ibni Ebzâ da (v. 70/689 civan) “melekeyni” kelimesini “melikeyni” şeklinde okumuş ve o bu meliklerin Hz. Dâvûd ve Süleymân olduklarını söylemiştir. Bu durumda “mâ” yine nâfiye (olumsuzluk edatı) olmuş olur.
Tefsir âlimi ve Hanefî fakihi Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin (v. 373/973) söylediğine göre o iki adam (o iki melik), Isrâiloğulları’ndan iki kraldı ve Allah Teâlâ onların yüzünü başka bir şekle soktu (meshetti).
Kelimenin “Melekeyni” şeklinde okunması meşhûr, ancak “melikeyni” şeklinde okunması kabul görmeyen (şâz) bir kırâat şeklidir. Bu âyetin, yukarıda geçtiği üzere Ebû Muhammed Mekkî bin Ebî Tâlib in söylediği şekilde tefsir edilmesi uygundur. Çünkü bu yorum, melekleri günah işle-mekten tenzîh eden, onların hiçbir kötülük yapmayacağını belirten ve onların tertemiz olduğunu ortaya koyan bir yorumdur. Nitekim Allah Teâlâ melekleri “tertemiz”, “saygın ve itaatkâr”, “hiçbir emrinde Allah’a isyân etmeyen” varlıklar diye nitelemiştir.
Şerh:Yukarıdan beri söylenenleri Aliyyul-Kârî şöyle özetlettin Âlimlerimiz;
Ayet-i kerîme “melekeyn” diye okunduğunda, Hârût ile Mârût’un kastedildiğini söylemişlerdir (Bu durumda “mâ” mevsûledir).
* Âyet-i kerîme “melekeyn” diye okunduğunda Cebrâil ile Mîkâilin kastedildiğini söylemişlerdir (Ancak bu durumda “mâ” nâfıyedir).
*Âvet-i kerime “melikeyn” diye okunduğunda Hz. Dâvûd ile Hz. Sülevmânın kastedildiğini söylemişlerdir (Bu durumda da “mâ” nâfıyedir.)(Nesimü’r riyaz(Ata),VI,14)
Şifâ-i Şerif şârihlerinden Şihâbüddîn el-Hafâcî, meleklerin mâsûmiyeti bahsinin sonunda, Kâdî îyâz’ın “Bu konuda güvenilir hiçbir rivâyet olmadığına” dâir görüşüne itiraz etmektedir. İbni Hacer el-Askalânî ile İmâm Süyûtînin Hârût ile Mârûta dâir rivâyetleri incelediklerini ve bunlar arasından senedi sahih rivâyetler tesbit ettiklerini hatırlatmakta, meleklerin hiçbir günah işlemeyeceğini, yalnız burada farklı bir durum söz konusu olduğunu belirterek şunları söylemektedir: Allah Teâlâ meleklere yeryüzünde bir halîfe yaratacağını söylediği zaman onlar işin mâhiyetini anlamak üzere: “Biz Seni hamdederek teşbih ve takdis edip dururken, orada bozgunculuk edip kan dökecek birini mi yaratacaksın?” demişler, Cenâb-ı Hak da onlara: “Şâyet insandaki şehvet duygusunu size de versem, siz de onlar gibi olursunuz” buyurmuş, meleklerin buna hayret etmeleri üzerine, Allah Teâlanın bunu denemek için aralarından iki melek seçmelerini istemiş, Hârût ile Mârût bunun üzerine seçilmiş, onlar insan kılığına sokularak kendilerine şehvet duygusu verilmiş, yeryüzüne indirildikleri zaman da Zühre’yi görünce imtihânı kaybetmişlerdir.
Denemeye tâbi tutulan Hârût ile Mârût o sırada beşer özelliğine sahip oldukları için, onların hatâsı meleklere mâledilemez.
İblis Kıssası
Meleklerin günah işlediğini söyleyenlerin öne sürdüğü hususlardan biri de İblis kıssasıdır. Onlar İblîs’in meleklerden, meleklerin başkanlarından. Cennet in bekçilerinden biri olduğunu, buna benzer başka meziyetlere de sahip bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Şeytanın meleklerden olduğunu söylerken de “O zaman meleklere ‘Âdem’e secde edin’ dediğimizde Iblis’ten başka hepsi derhal secdeye kapandı.” âyetindeki ‘iblis ten başka hepsi” şeklindeki istisnaya dayandılar. Âlimler, İblîs’in meleklerden olduğu konusunda da ittifak etmediler; hattâ âlimlerin büyük çoğunluğu bu görüşü reddettiler. Her biri tabiîn neslinin ünlü âlimlerinden olan Hasan-ı Basrî . Katâde bin Diâme es-Sedûsî ve Zeyd ibni Eşlem : “Hz. Âdem insanlann atası olduğu gibi, İblîs de cinlerin atasıdır” dediler.
Şerh:Ayet-i kerîmede İblîs hakkında: “O cinlerdendi” buyurulması, İblîs’in Hz. Âdem’e neden secde etmediğini belirtirken: “Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” demesi, İblîs’in nûrdan yaratılan meleklerin cin-sinden olmadığını göstermektedir. Resûl-i Ekrem de bu konuyu şöyle aydınlatmıştır: “Melekler nûrdan, cinler saf bir ateş alevinden ‘Rahmân 55/15’Âdem de size bildirilen şeyden (topraktan) yaratılmıştır” (Müslim, Zühd 60). Melek ile şeytan arasındaki önemli farklardan biri de meleğin üreyip çoğalmaması, yani zürriyetinin olmamasıdır. Şeytana gelince, onun soyunun hangi yolla meydana geldiği âyet ve sahîh hadislerde belirtilmemekle beraber, üreyip çoğaldıkları insanoğluna hitap eden şu âyet-i kerîmede ifâde buyurulmaktadır: “Onlar size düşman iken, Beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz?”
Tabiîn neslinin ünlü âlimlerinden Şehr ibni Havşeb (v. 100/718) şöyle demiştir:
İblîs, bozgunculuk yaptıkları zaman, meleklerin yeryüzüne kovduğu cinlerdendi. Arapça’da, aynı cinsten olmayan şeyler arasında da istisna yapılabilir. Nitekim Allah Teâlâ Hz. îsâ’yı öldürdüklerini sanan kimselerden söz ederken ‘Bu konuda zan ve hayallerinin peşinden gitmekten başka hiçbir bilgileri yoktur’4 buyurmak sûretiyle, bilgi ile zan aynı cinsten olmadığı hâlde onlar arasında istisnâ yapmıştır.“
Meleklerin mâsum varlıklar olmadığını ileri sürenlerin rivâyet ettiği şöyle bir haber vardır: Meleklerden bir gurup Allah’a isyân ettiği zaman yakıldılar. Yine meleklerden bir guruba Hz. Adem’e secde etmeleri emredildiğinde ona secde etmekten kaçındılar, onlar da aynı şekilde yakıldılar. Daha sonra Hz. Âdem’e secde etmeyen bir başka gurup da yakıldı. En sonunda Kur ân-ı Kerîm de haber verilen olaydaki melekler ona secde etti, fakat Iblîs secde etmedi.
Bu haberin aslı, esası yoktur. Sahîh rivâyetler bunların hiçbir dayanağının bulunmadığını göstermektedir. Aklı başında olanlar böylesi haberlere dönüp bakmaz.
Kadı İyaz,Şifa-i Şerif Şerhi(Yaşar Kandemir) – cilt:3,sayfa;183-193
0 Yorumlar