Bu Ülkeyi Tanımak…
Paylaş:

bir-ulkeyi-tanimak-300x221 Bu Ülkeyi Tanımak…

Hepimiz ilkokuldan beri Türkiye’nin yüzölçümünün 780 bin küsur km2 olduğunu, üç tarafı denizlerle çevrili bir yarım ada olduğunu, iklimini, bölgelere göre bitki örtüsü­nü dışarıdan neler alıp, dışarıya neler sattığını üç aşağı beş yuka­rı biliriz.

Bizim bu yazının başlığında kullandığımız “tanımak” tabii ki sadece bir coğrafi tanımayı ifade etmiyor.

Arapların bir atasözü vardır: “Mekân, mekin ile güzeldir” di­ye. Yani mekânı güzelleştiren orada oturanlardır. İnsan, yaratılış ağacının meyvesidir. Nasıl ki ağacın kökü, gövdesi, dalları, yap­raklan, çiçeği, neyi varsa meyvanın oluşması için var ise bu âlem, bu dünya bu vatan da insan için vardır. O halde, ülkeyi tanırken öncelikle insanı, insanları tanımamız lazım.

Bu ülkenin insanlarını, diğer coğrafyalardaki insanlardan ayı­ran nedir? Kültür, hayatı algılama ve yaşama biçimi ise bu insan­ların kültürü nedir? Nedir inanç dünyamız, zevklerimiz, nefretle­rimiz, zaaflarımız, âdetlerimiz, görgü kurallarımız, hatta bid’a ve hurefelerimiz ve masallarımız? Zaferlere nasıl sevinir, musibetle­re nasıl tepki veririz? Anneler askere çocuklarını nasıl yolcu eder? Sosyal dayanışma, fakiri fukarayı gözetme, kendisini kom­şusundan sorumlu tutma duygumuz kalmış mıdır? Ölümüze na­sıl yanar, dirimize nasıl yararız?

Türkiye’de epey bir zamandır “Öteki Türkiye”den söz edili­yor. Neresidir bu öteki Türkiye? Öteki Türkiyelileri berikilerden ayıran nedir?

Gerçekten ülkemizi ve insanımızı tanımıyoruz. Zaten tanısaydık çeşitli bahanelerle kendi insanımızla kavga eder miydik? Bu ül­kede “televole”lerin malzemesi olan bir avuç haramzade bir yığın pislik üretiyor, seviyesizlikte dehâ sahibi olan bazı medya organla­rı ise onları teşhir ediyor. Beriki Türkiye’de her türlü bayağılık, bel­den aşağı geyik muhabbetleri, çeşit çeşit sapıklıklar, çalmalar, hortumlamalar devletin hâzinesini soymalar serbesttir. Bu insanlara sorsanız hepsi çağdaş, ilerici, laik hatta Atatürkçü geçinirler.

Öteki Türkiye’de halk bu rezilliklere bakar bakar ya kahrolur veya kendi çilesi ile bu insanların kendileri ile alay edercesine te­pinmelerine isyan eder. Öteki Türkiye’de bir kısım cahil insanlar, kendilerine sunulan bu şatafatlı, renkli dünyalara özenir. Kısa yoldan oralara varıp, aynı yalancı cennetin meyvelerinden yarar­lanmak ister. Bu işin en kestirmesi, uyuşturucu tüccarlığı başta olmak üzere, çeşit çeşit köşe dönücülük usulleridir.

İnceleyin:  Toplumsal Cinsiyet

Beriki Türkiye hem öteki Türkiye’yi sömürüyor, hem her ge­çen gün biraz daha dejenere ederek kendisine benzetmeye çalışı­yor. 20 Ocak 2001 tarihli Sabah gazetesinde Can Dündar’ın köşe yazısı “Televole’ye Yasak Aynayı Taşlamaktır” başlığını taşıyor.

Sayın Dündar, toplum ne ise ayna onu yansıtıyor demeye ge­tiriyor. Bence bütün tahribatlara, ilkesizliklere, ahlaksızlıklara rağmen bu toplum büyük bir ekseriyetle “televole” programların­da sunulan bir toplum değildir. Siz aynayı neye tutarsanız aynada onun yansımasını görürsünüz. Evin salonunda sergilenen biblo­lara, vazolardaki çiçeklere tutulan ayna bunları yansıtır. Ama evin bir tuvaletinin olduğu, bir ardiyesinin olduğu da bir gerçektir. Ay­nayı buralara tutarsanız aynanıza tuvalet veya ardiyedeki kırık dökükler yansır. Tıpkı, insan vücudu gibi, insan, güzellik sembolüdür; ama insanın iç organlarının varlığı, bağırsaklarının varlığı da bir gerçektir. İlahi kudret, insanın kendisinden iğrenmemesi için bunları güzel tabakalarla, dokularla örtmüştür. İnsan vücu­du, içini gösterecek şekilde şeffaf olsaydı, insan kendi görüntü­sünden bile ürkerdi.

Toplumdaki çirkinlikleri, bayağılıkları, hasta unsurları, ahlak­sızlıkları teşhir etmek, bunları sanat diye malzeme yapmak, gaze­tecilik diye kazanç konusu yapmak ne sanat ne de gazeteciliktir. Cerrahın kestiği hastalıklı organ veya doku bir gerçektir. Cerrah, onu pataloğa gönderir, inceletir ona göre teşhis koyar ve hastayı tedavi eder. Hastalardan alman hastalıklı organlar, hastahanelerde herkesin göreceği şekilde teşhir edilmez. Sosyal problemler, eksiklikler, aksaklıklar tabii ki örtbas edilmeyecek. Sosyolog, siyaset bilimci, psikolog, pedagog, kriminolog (suçlarla ilgilenen bilim adamı) vs. bunları tesbit eder, çözüm üretecek kişi ve kuramlara gönderir.

“Toplum ne ise biz aynamızı ona tutup yansıtıyoruz” demek sorumlu bir yayıncılık anlayışı’ ile bağdaşmaz. Toplum sürekli yanlış ve olumsuz örneklerle karşılaşa karşılaşa karamsarlaşıyor. Şu ülkede hiç iyi insan, iyi örnek, iyi davranış, iyi uygulama yok mudur? Biraz da aynayı bu tarafa tutamaz mıyız?

İnceleyin:  Avrupa Düşüncesinin Tali Unsurları: Kölelik ve Sömürgecilik

Ülkesini tanıdığını sanan ama gerçekte tanımayan entellere Halide Nusret’in mısraları ile seslenmek istiyorum:

[alert color=”blue”]

Seviyorum bu toprakları,

Çünkü tanıyorum,

Çünkü bu toprağın ateşiyle yanıyorum,

Bu toprağın derdini duyuyorum ta… can evimde.

Tanıyorum evet:

Hem şöyle bir kuş bakışı görüp tanımak değil bu,

– Ne münasebet —

Ben bu yurdu baştan başa,

Karış karış

Gezdim, dolaştım.

Kâh bir “makine” içinde ettim rüzgârla yarış,

Kâh uslu bir at sırtında dik yamaçlar aştım.

Ben topraklan severek, okşayarak,

Dinleyerek, duyarak

Dolaştım….

Sevgilim benim, anam benim bu toprak!

Ben ona gönül verdim, can adadım.

Can adadım!…

Vilayet merkezlerinde ziyafetten ziyafete konarak

Şerefe kadeh kaldırmak,

Nutuklar söylemek,

Köylüyü övmek,

Alkışlamak, alkışlanmak

Hoş şeylerdir bunlar doğrusu,

Fakat

Bize bu topraklan tanıtmaz.

Tanıyabilmek için bu mukaddes toprağı,

Bir çırpıda geçerek

Ve atlayarak

-Şehrin ve dolaylarındaki bahçeyi bağı-

Köyün kendisine yönelmek gerek!

Köyün fakir sofrasına diz çökmek,

Konuk ağırlamak için yaptığı bulgur aşına

Yufka ekmeğini kaşık etmek

Ve evin tek tahta kaşığıyla

Sekiz-on kişi, ayran içmek gerek!

Trahomlu çipil çocuk gözlerinde

Ağlayan acıyı ve gülen umudu

Görmek

Görebilmek

Ve onlara vermek… vermek…

Elimizden… kafamızdan,

Gönlümüzdeki hazdan…

-vermek

Yol, okul, ilaç, ışık, su

Ve sevgi… sevgi, yürekler dolusu.

[/alert]

Çok şükür bugün ülkemizde ne “tahta kaşık” ne de “trahom­lu çipil çocuk gözleri” vardır. Ama, ülkenin nimetlerinden en as­gari düzeyde yararlanan, sömürülen, horlanan, kandırılan, soyu­lan, zulmedilen bir “Öteki Türkiye” vardır. Sanırım Halide Nusret bugün yaşıyor olsaydı bu öteki Türkiye’nin şiirini yazardı.

Hüseyin Çelik – Türkiye’de Değişim, Demokrasi ve Aydınlar