Allah’ın Mümin Kalbe Dokuz Lütfü

293191-1 Allah'ın Mümin Kalbe Dokuz Lütfü

Bil ki Hak Teâlâ, müminin kalbine şu dokuz ikram ve kerameti vermiştir.

1) Hayat… Nitekim Cenâb-ı Hak, “Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz (…) hiç karanlıklarda kalan kişi gibi olur mu?”(Enam, 122) buyurmuştur. Musa (a.s), ruhani hayatiyyete arzu duyunca, “Rabbim, göğsüme genişlik ver” dedi.

Buradaki nükte şudur: Hz. Peygamber (s.a.s) “Kim ölü bir araziyi (kimsenin mülkü olmayan boş araziyi) ihya ederse, o arazi onun olur” buyurmuştur.

Binâenaleyh kul, bir araziyi ihya ettiği için, o arazi onun olmuştur. Allah Teâlâ kalbi yaratıp onu iman nuruyla ihya edince, o kalbte nasıl, başkasının hissesi olabilir? Çünkü, Cenâb-i Hak, Allah de; sonra da onları bırak” (En’am, 91) buyurmuştur. İman, kalbin hayat ve can daman olduğu gibi, küfür de kalbin ölümü demektir. Nitekim Cenâb-ı Allah: “diriler değil, ölülerdir” (Nahl, 21) buyurmuştur.

2) Şifâ… Nitekim Allah Teâlâ “müminler zümresinin göğüslerini ferahlandırsın” (tevbe, 14) buyurmuştur. Hz. Musa (a.s) da şifâyı arzuladığı için ellerini kaldırdı ve, “Ya Rabbi. göğsüme genişlik ver” dedi.

Bunun nüktesi de şudur: Allah Teâlâ, baldaki şifayı, ebedi kılmıştır. Binâenaleyh, O kalbe şifayı koyunca, bu şifa nasıl ebedi kalmaz?

3) Taharet (temizlik). Nitekim, Cenâb-ı Hak, “Onlar Allah’ın, takva için kalblerini imtihan ettiği kimselerdir” (Hucurât. 3) buyurmuştur. Hz. Musa {a.s) da tavkâ temizliğini elde etmek arzusunda olunca, “Rabbim, göğsüme genişlik ver” dedi.

Bundaki nükte de şudur: Dökümcü, kuyumcu, altını eritince, artık onu bir daha ateşe tutmaz. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak, mü’minin kalbini imtihan edip, onu iman açısından saflaştırınca, onu daha nasıl ikinci kez ateşe sokar? Ancak ne var ki Allah, kafirin kalbini ateşe sokar. Çünkü O, “ki Allah, murdarı (posasını) temizinden (halis olandan) ayırdetsin” (Enfal, 37) buyurmuştur.

4) Hidâyet… Nitekim Cenâb-ı Hak, “Kim Allah’a iman ederse, (Allah) onun kalbine hidayet eder” (Teğabun,11) buyurmuştur. Hz. Musa (a.s) hidâyetini arttırma talebi içinde olduğundan, “Rabbim göğsüme genişlik ver” demiştir.

Bundaki nükte de şudur: Peygamber, senin nefsini; Kur’ân, ruhunu; Allah da kalbini hidayete erdirir. Küfürden hidayete erdirme Hz. Muhammed (s.a.s)’den olunca, hiç şüphesiz bu, bazan gerçekleşir, bazan da gerçekleşmez. Çünkü Cenâbı Hak, “Sen, sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsn. Fakat Allah’dır ki, bunu dilerse, ona hidayet verir”{Kasas. 56) buyurmuştur. Ruhun hidayeti Kur’ ân tarafından olunca, buda bazan gerçekleşebilir, bazan da gerçekleşmeyebilir.

İnceleyin:  Sabrın Mahiyeti ve Önemi

Nitekim Cenâb-ı Hak, “Onunla bir çoğunu şaşırtır, yine onunla bir çoğunu yola getirir'(Bakara, 26} buyurmuştu. Kalbin hidayeti Allah’dan olunca, hidayete erdiren ezeli ve ebedi olduğu için bu hidayet de son bulmaz. Nitekim O, “Allah selâm evine çağırır ve o, kimi dilerse onu doğru yola iletir” (Yunus, 25) buyurmuştur.

5) Kitabet (yan yazma). Nitekim Cenâb-ı Hak, “Onlar, o kimselerdir ki (Allah), imanı kalblerine yazmış”(Mücadele, 22) buyurmuştur. Hz. Musa o, kitabete (yazmaya) arzu duyunca, Rabbim göğsüme genişlik ver” dedi.

Bunda, (bir değil) birkaç nükte vardır:

a) Kağıdın bizatihi bir değeri yoktur. Ama ona, Kur’ân-ı Kerim yazıldığında, onu yakmak caiz değildir. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hakk’ın, kendisine, kendi zât ve sıfatlarının durumlarını yazdığı müminin kalbini yakması, kerim olan O’na nasıl uygun düşebilir?

b) Bişru’l-Hafi, üzerinde Allah’ın adının yazıldığı kağıda ihtimam gösterdiği için, iki dünyanın saadetini elde etmiştir. İçinde marifetullâh bulunan kalb, böyle bir ikrama daha layıktır.

c) Yazı yazılmamış kağıda, Allah’ın İsm-i Azamı yazıldığında, onun kadr-u kıymeti yükselir. Öyle ki, cünüp ve hayızlı kimsenin ona dokunması bile caiz olmaz. Daha ötesi, Şafii (r.h) mushafın kapağına dokunulamıyacağını söylemiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak, “Ona tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez” (Vakıa, 79) buyurmuştur.

Binâenaleyh, mahlûkatm en kerimi olan kalbi -ki Cenâb-ı Hak, “Andolsun, Biz, adem oğullarını üsiün bir izzet ve şerefe mazhar kılmışızdır” (isra,70) buyurmuştur- necis ve pis olan şeytanın tutması, nasıl caiz olur? Allah, en iyisini bilendir.

6) Sekinet… Nitekim Cenâb-ı Hak, “Allah, müminlerin yüreklerine sekîneti indirendir”(Fetih, 4) buyurmuştur. Hz. Musa (a.s)’da, sekineyi elde etme arzusu içinde olunca, “Rabbim, göğsüme genişlik ver” buyurdu.

Bundaki nüktede şudur: Hz. Ebu Bekir (r.a)’ı, Hz. Peygamber (s.a.s) ile birlikteydi ve korkuyordu. Sekine kendisine gelince, “Mahzun olma”(Tevbe,40) buyurdu. Binâenaleyh, iman sekinesi nazil olunca, onlar Cenâb-ı Hakk’ın, “Korkmayın, üzülmeyin”{Fussilet, 30) hitabını duydukları zaman ferahladılar.

İnceleyin:  Peygamberlerin Masumiyeti

Hem, sekine kendisine nazil olup gelince, Hz. Ebu Bekir (r.a) “Allah, içinizden iman edip de güzel güzel amelde bulunanlara yemin ile va’detti ki, kendilerinden evvel gelenleri nasıl (kafirlerin) yerine getirdi ise, onları da yeryüzünde elbette (müşriklerin) yerine geçirecek” (Nur. 55), yani “Onları, yeryüzünde halife kılacağını va’detti” ayetinde bahsedilen kimselerden oldu.

7) Muhabbet ve zinet… Nitekim Cenâb-ı Hak, ‘Fakat Allah size imanı sevdirdi. Onu kalblerinizde süsledi”{Hucurat. 7) buyurmuştur.

Bundaki nükte de şudur: Yere bir tohum atan kimsenin o tohumu, yeri ifsad etmez ve onu yakmaz.Binâenaleyh, Hak subhanehu ve Teâlâ, Muhabbet tanesini kalb arazisine atınca, o tane o araziyi nasıl yakar?

8) Cenâb-ı Hakk’ın, “Ve kalblerinizin arasını uzlaştırdı” (Al-i Imran, 103) ayetinin ifade ettiği ülfet.

Bundaki nüktede şudur: Hz. Muhammed (s.a.s), ashabının kalblerini uzlaştırdı. Sonra onları, ne gayb halinde, ne de yanında iken yalnız başlarına bırakmadı. Çünkü o, “Bize ve, Allah’ın salih kullarına selâm olsun buyurdu. Binâenaleyh, Rahim olan Allah onları nasıl terkeder, yalnız basına bırakır?

9) İtminan… Nitekim Cenâb-ı Hak, “Haberiniz olsun ki, kalbler ancak zikrullah ile mutmain olur” (Ra’d, 28) buyurmuştur. Hz. Musa (a.s) da, itminan arzusunda olduğu için, “Rabbim göğsüme genişlik ver” dedi.

Bundaki nükte de şudur: Kulun ihtiyaçları sınırsızdır. Bundan dolayı, bu alemde bulunan her şey ona verilecek olsa, bu ona yetmez. Çünkü, onun ihtiyaçları sınırsızdır. Maddeler ise sınırlıdır. Sınırlı olan, sınırsız olana mukabele edenler, onu karşılayamaz. Tam aksine sınırsız olan ihtiyaçlarda yeterli olacak şey sınırsız olan kemâl ve mükemmelliktir. Böyle bir şey ise, sadece Cenâb-ı Hakk’a aittir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Allah “Haberiniz olsun ki, kalbler ancak zikrullah ile oturaklaşır” (Ra’d, 28) buyurmuştur.

Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 15/488-490

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir