İnsan etik, politik, estetik, psikolojik ve sosyolojik yanlarıyla birlikte, her şeyden öte kâinata ve Allaha açık bir varlık olarak, kendisini ifade etmek ve gerçekleştirmekle yükümlü bir varlıktır, işte adalet, insanın tüm bu veçhelerinin birlikte ve bir bütün olarak değerlendirilmesi anlamına gelmektedir. Yoksa amaç, salt biçimsel anlamda bir matematiksel eşitliğin sağlanması değildir. İslam, elbette liyakate önem verir ve onu gözetir. Ama adaletsizlik, insanların temel anlamdaki eşitliklerini dikkate almayan bir toplumsal perspektifin benimsenmesidir.
Hatta bu, sadece Müslümanları kapsayan bir ilke de değildir. Nitekim Ali (r.a.), konuyla ilgili olarak insanların “ya dinde kardeşimiz, ya da yaratılışta eşimiz,” olduğunu söyleyerek; “Müslümanların tüm Müslümanların kendilerinden emin olduğu, müminlerin ise tüm insanların kendilerinden emin olan kişiler olduğunu” belirtir. Ancak Müslümanlar zamanla bu hassasiyetlerini yitirerek, kavmiyetçi veya sınıfsal bir tereddinin akabinde, kendi içlerine ve belli bir tarihselliğe, tabir caizse bir “İslam ırkçılığı” anlayışına kapanmak, tevhid ve adalet ilkesinden sapmışlar ve bu anlamda insanlığın örnekliği ve öncülüğü vasıflarından uzağa düşmüşlerdir.
İnsanların sınıf, ırk, kast, soyluluk, varsıllık gibi doğal yada reel eşitsizlikleriyle; onları baskıcı ve biçimci bir eşitçiliğin düzleştirici zorbalığı altında hizalayan bir mantık arasında adalet, insanları kendi özgüllükleri içerisinde değerlendirmeyi; ve hatta daha da geniş bakış açısı ile, tüm canlıların yer aldığı bir yaşama dünyasının, bu dünyaya ait türlerin ve bireylerin birbirini ezmeden, sömürmeden, istismar etmeden yaşama tarzlarını birbirinin rağmına kurmadan, herkesin asgarî ölçekte de olsa bu hayata dair imkanlardan yararlanabileceği; ama kendisini geliştirmesi açısından da açık uçlu olan bir toplumsallığın/dünyanın koşullarının güvence altına alınmasıdır.
Emeğin karşılıksız kalmadığı, yeteneklerin değerlendirildiği, ama sonuçta dünya üzerinde yaşayan herkesin temel ortak haklara sahip olduğu bir toplumsal-iktisadî-siyasî denkleştirme olarak adalet; herkesin dizgesel bir tutarlılıkta eşitlenmesini öngörmediği gibi; bu anlamda toplumsal farklılaşımlara da açıklığı öngörür.
Dolayısıyla adalet, ırk, üretim, tüketim, ideoloji ve hatta din gibi eksenler etrafında homojenleştirilmiş ve farklılıkları bastırılmış olan bir toplumsallığın inşasını değil; tam aksine farklılıkların belirginleştirilerek, toplumsallığın özgüllükleri içerisinde heterojenleştirildiği bir özgülleşme-özgürleşme perspektifidir.
İnsan ve İslam,Ümit Aktaş
0 Yorumlar