Wassily Kandinsky – Sanatta Ruhsallık Üzerine ”Alıntılar”

sanatta-ruhsallik-uzerinewassily-kandinsky__1395053475685877-300x300 Wassily Kandinsky - Sanatta Ruhsallık Üzerine ''Alıntılar''

Ve insan genel olarak derinlere inmeyi sevmez, yüzeyde kalmayı tercih eder çünkü bu daha az çaba gerektirir.

Aslında yüzeysellikten daha derin bir şey yoktur ama bu derinlik bataklığın derinliğidir. Plastik sanatından daha kolay anlaşılabilen bir sanat dalı var mıdır? İzleyici masal diyarına inanır inanmaz ruhsal titreşimlere karşı bağışıklık kazanır. Ve böylece eser beyhude bir çaba içine girmiş olu’r. Bu yüzden önce masal etkisini43 engelleyen ve daha sonra da salt renk etkisinin önünü hiçbir şekilde kesmeyen yeni bir formun bulunması gerekmektedir. Bunun için formun, hareketin, rengin, doğadan alınan (gerçek veya gerçek olmayan) nesnelerin dışsal ve dışsal bağlantılı anlatı etkilerine yol açmaması gerekmektedir. Bir hareket ne kadar dışsal odaklı değilse, o kadar saf, derin ve içsel bir etkiye sahip olur.

——————————–
İçsel güzellik alışılmış güzellikten kaçınarak zorunlu içsel bir gerekliliğin uygulandığı bir güzelliktir. Aşina olmayanlar için içsel güzellik Çirkin görünecektir çünkü insan genelde dışsal olana meylederken içsel gereklilik hakkında bir şey bilmez (Özellikle günümüzde!).
——————————–
Renklerle bezeli bir palete göz gezdirildiğinde iki ana sonuç ortaya çıkar:

Göz, renklerin güzelliği ve değişik özellikleri ile büyülenerek tamamen fiziksel bir etki edinir. Bakan kişi tıpkı bir gastronomun lezzetli bir şeyi tatması gibi bir memnuniyet, bir huzur duyar. Ama bu fıziksel hisler kısa sürelidir. Bunlar yüzeyseldir ve ruhu etkileyemeyerek kalıcı bir etki bırakmaz. Renklerin etkisi başımızı başka tarafa çevirdiğimizde unutulsa da farklı renklerin yüzeysel etkisi birbiriyle bağlantılı duygu zincirinin başlangıç noktası olabilir.

Asgari düzeyde hassas olan insanlarda yalnızca aşina olunan nesnelerin etkisi tamamen yüzeyseldir. Ancak ilk kez karşılaştıklarımız üzerimizde hemen ruhsal bir etki bırakır. Her nesnenin kendisi için yeni olduğu bir çocuk dunyayi bu şekilde algılar.

——————————–

Sanatçı eğer güzelliğin keşişi olacaksa, bu güzelliği içsel gerekliliğin ilkelerine göre aramalıdır. Bu güzellik yalnızca içsel büyüklük ve gereklilik ölçülerine göre ölçülebilir.

Bir şey içsel gereklilikten neşet ediyorsa güzeldir. lçsel olarak güzel olan güzeldir.

Bugünün sanatında yarının sanatının tohumlarını serpen akıncılardan, ilk ruhsal sanatçılardan biri olan Maeterlinck şöyle demektedir: “Yeryüzünde ruhtan daha fazla güzelliğe karşı bu kadar hevesli olan. ondan bu denli kolay büyülenen başka bir şey yoktur… Bundandır ki onlara güzelliği bahşeden bir ruhun hükümranlığına çok az ruh karşı gelebilir.“”

——————————–
Sanatçı için bulunduğu konumu doğru bir şekilde ayarlamak, bulunduğu yerin efendisi değil asil gayelere hizmet eden bir hizmetkâr olduğunu fark etmek çok önemlidir. Kendini eğitmeli, kendi ruhunun derinliklerine inmeli, kendi dışsal yeteneğine giydirmek üzere ruhunu yetiştirmeli ve geliştirmelidir.
——————————–

Resim bir sanattır ve sanat boşlukta yüzen şeylerin amaçsızca yaratılması değil, bir amaca yönelik hareket eden, insan ruhunun gelişmesine ve rafıne edilmesine hizmet eden bir güçtür. Kendi formunda şeylerden ruha hitap eden, ruha gıda olan bir dildir. (Üçgenin hareketleri).

Eğer sanat bu vazifesinden geri durursa, o zaman bir boşluk her daim açık kalacaktır. Zira sanatın yerini alabilecek başka bir güç yoktur.54 Ve insan ruhunun güçlü bir yaşam sürdüğü zamanlarda sanat da canlanacak, ruh ve sanat karşılıklı etkileşim içinde ve birbirini tamamlayarak birbiriyle bağlantılı bir şekilde yaşayacaktır. Ruhun materyalist görüşlerle, inançsızlıkla ve ondan neşet eden salt pratik teşebbüslerle uyuşturulduğu ve ihmal edildiği dönemlerde ise “saf” sanatın insana özel bir amacının olmadığından, amaçsız olduğundan ve sanatın yalnızca sanat için var olduğundan 0’ art pour I’ art) dem vurulacaktır.55 Burada sanat ve ruh arasındaki bağ uyuşturulmuştur.

——————————–
Tek başına, ayrı bir renk olarak düşünülmediğinde ve soyut olarak kaldığında, başka bir nesnenin bir unsuru olarak uygulanıp doğal formlarla birleştirildiğinde sıcak kırmızının içsel değeri maddesel olarak değişir. Doğal formların çeşitliliği asıl kırmızıyla hepsinin ahenk içinde olacağı ruhsal değerlerin çeşitliliğini yaratır. Bu kırmızıyı gökyüzü, çiçekler, bir elbise, bir yüz, bir ağaç ile birleştirdiğimizi düşünelim. Kırmızı bir gökyüzü bize günbatımını, ateşi hatırlatır. Üzerimizde doğal (törensel, tehditkâr) bir etki bırakır. Artık birçok şey bu kırmızı gökyüzü ile birleştirilen diğer nesnelerin nasıl ele alınacağına bağlıdır. Eğer nedensel bir bağlantı kurulursa, doğaya sadık kalınarak uygun renkler kullanılırsa gökyüzünün “doğal” (natüralistik) etkisi daha da artacaktır. Ancak diğer nesnelerin doğaya sadakatlerinde bir zayıflık görülürse (daha soyut bir şekilde işlendilerse), doğal etki de zayıflayacak, nihayetinde de kaybolacaktır.
——————————–
Salt soyut bir temel üzerine inşa etmek uzun uğraşlar gerektiren ve önceleri kör ve amaçsız olan bir uğraş. Sanatçı hem gözünü hem de ruhunu eğitmeli, böylece renkleri kendi tartısında tartısına çıkarabilme ve sadece dışsal etkilerine takılı kalmamalı.
——————————–

Beyazın, neşenin ve lekesiz saflığın, siyahın da keder ve ölümün sembolü olarak kabul edilmeleri boşuna değildir. Beyaz ve siyahın karışımı -mekanik bir karışımla meydana gelir bu- griyi ortaya çıkar. Bu şekilde oluşan bir rengin dışsal bir tınısı ve bir hareketi elbette yoktur. Gri sessiz (tınıdan mahrum) ve hareketsizdir. Bu hareketsizlik, iki aktif rengin arasında duran ve onların ürünü olan yeşilin dinginliği gibi başka bir karaktere sahiptir. Gri hareketsizliktir, kasvetlidir. Bu gri koyulaştıkça, kasvet ağırlık kazanır. Açık tonlarda ise nefes alma imkânı, bir umut ışığı doğar. Buna benzer bir gri, yeşil ve kırmızının karışımında ortaya çıkar. Kendinden memnun bir pasifiik ile kuvvetli bir aktifliğe sahip bir sıcaklığın karışımından meydana gelir.37

İnceleyin:  Sanat ve Kültür

Kırmızının sınırsız sıcaklığında sarının pervasız etkisi yoktur ama kararlı ve güçlü bir yoğunluğa sahip içten içe canlı ve huzursuz bir renktir. İçten içe olgun bir şekilde parlar ve coşkusunu amaçsızca dağıtmaz. (bknz. Şekil ll)

——————————–

Daha detaylı bir şekilde incelenecek olursa, genellikle renk olarak görülmeyen (özellikle doğada35 beyaz rengini görmeyen empresyonistler yüzünden) beyaz, maddesel özellikler ve özler olarak bütün renklerin kaybolduğu bir dünyanın sembolü gibidir. Bu dünya o kadar yukarıdadır ki biz oradan gelen hiçbir tınıyı duyamayız. Oradan büyük bir sessizlik geliyor, önümüzde aşılmaz bir duvar gibi yükseliyor. Bu yüzden beyaz ruhumuzda bizim için mutlak olan büyük bir sessizlik etkisi bırakıyor; tıpkı geçici olarak melodiyi sekteye uğratan müzikteki duraklar gibi. Bu bir ölüm sessizliği değil ama ihtimallere gebe. Beyazın doğumdan önceden. buz devrinden gelen bir hiçlik etkisi var.

Ve ihtimali olmayan bir hiçlik gibi, güneşin batışından sonra gelen ölü bir hiçlik gibi, geleceksiz ve umutsuz sonsuz bir hiçlik gibi içsel bir tınısı vardır siyahın. Müzikte, ardından melodinin devamı sanki başka bir dünyadan geliyormuş hissi veren derinlikli bir ese karşılık gelir. Siyah, yanıp kül olmuş gibidir ve bir ceset kadar hareketsizdir.

——————————–

Sarı tipik bir dünyevi renktir. Sarı derinlere fazlasıyla nüfuz edemez. Mavi ile soğutulduğunda, yukarıda bahsedildiği gibi, hastalıklı bir tona sahip olur. Insan doğasıyla paralellik arz edebilir; örneğin delilikle. Melankoli veya hastalık hastası bir ruh halinden çok ateşli çılgın bir divanelikle benzerlik gösterir. Hastalık insanı ezip geçer, yerle bir eder, bütün fıziksel kuvvetini sağa sola dağıtır ve en sonunda da onu tüketir. Son güneş kırıntıları sonbahar yaprakların dan kaybolurken yerini sakinleştirici mavi alır ve gökyüzüne yükselir.

Biz derinlik hissini mavide ve onun fıziksel hareketinde buluruz: 1. İnsandan uzağa. 2. Kendi merkezine. Mavinin derinliğe meyli öyle kuvvetlidir ki tonları derinleştikçe (koyulaştıkça) etkisi artar.

Mavi ilahi bir renktir.32

——————————–

Rengi iki ana bölüme ayırabiliriz. Sıcak ve soğuk ile açık ve koyu. Her bir renk için dört farklı ton vardır. Sıcak ve açık ile sıcak ve koyu veya soğuk ve açık ile soğuk ve koyu.

Genel olarak bir rengin sıcaklığı ve soğukluğu onun sırasıyla sarıya veya maviye yakınlığıdır. Bu aynı düzlemde rengin maddi etkisinin farklı olması durumudur. Yatay bir hareketle yatay bir düzlemde sıcak renk bakan kişiye doğru yaklaşırken, soğuk renk bakan kişiden uzaklaşmaktadır.

Diğer bir renkte yatay bir harekete sebep olan renkler bu hareketten kendileri de etkilenirken kendi içlerinde de şiddetli bir ayırıcı gücü olan bir harekete sahiptirler. Bu yüzden bu, içsel değerin ilk antitezidir ve rengin soğuğa veya sıcağa yaklaşmasının büyük bir içsel önemi ve anlamı vardır.

Ikinci antitez de beyaz ve siyah arasındadır; yani bu renk çiftinin sebep olduğu ışığa veya karanlığa yaklaşma durumudur. Bu renklerin de bakan kişiye yaklaşma ve uzaklaşma gibi hareketleri vardır ama bu hareketler dinamik bir şekilde değil daha statik. daha katı formlardadır (bknz. Şekil 1).

Sarı ve mavinin birinci antitezi etkileyen başka bir hareketi vardır: Merkezden dışarıya (dışmerkezli) ve merkeze doğru (koaksiyel) hareket.20 Aynı büyüklükte iki daire çizip biri sarıya diğeri de maviye boyandığında, kısa bir süre dairelere odaklanıldığında sarının merkezden dışarıya doğu yayıldığı ve belirgin bir şekilde ona bakan kişiye doğru uzandığı görülecektir. Mavi dairenin ise kabuğuna çekilen bir salyangoz gibi içe doğru çekildiği ve bakan kişiden uzaklaştığı görülecektir.

İnceleyin:  Divan Edebiyatında Sanat Telakkisi

Bu etki açık ve koyu renklerde daha da belirgindir. Sarının etkisi açık tonlar eklendiğinde (daha basit bir ifadeyle beyaz karıştırıldığında), mavinin etkisi de koyu renkler eklendiğinde (siyah karıştırıldığında) artar. Bu durum sarının asla koyu renkte olamayacağı anlamına gelmektedir. Beyaz ve sarı arasındaki ilişki siyah ve mavi arasındaki ilişkiye benzer çünkü mavi siyaha yakın olacak kadar koyulaşabilir. Ayrıca bu fıziksel ilişki aynı zamanda ruhsaldır. Zira bu iki çift (bir yanda sarı ve beyaz, diğer yanda mavi ve siyah) içsel değerde birbirinden sert bir şekilde ayrılır.

——————————–
Bazı renklerin bazı renkleri engellediği veya onları ortadan kaldırdığı aşikâr. Genelde keskin renkler keskin formlarda özelliklerini daha çok ortaya çıkarırken (örneğin sarı üçgen), yumuşak, derin renkler yuvarlak formlarla (örneğin mavi daire) daha uygundur. Diğer yandan formun renkle uymadığı durumları ahenksiz olarak değil, aksine onları yeni bir ihtimal ve hatta yeni bir ahenk olarak görmeliyiz. Renklerin ve formların sayısı sonsuz olduğu için, kombinasyon ve aynı zamanda etkiler de sonsuzdur. Bu bitip tükenmeyen bir malzemedir.
——————————–
“içinde müzik olmayan insan,
Tatlı nağmelerle cezbeye gelmeyen
ihanete, hileye ve fıtneye meyyaldir.
Ruhunun kıvrımları gece gibi cansızdır
Erebus gibi karanlıktır şefkati
Sen kulak ver müziğin sözüne
Böyle bir adama güvenme”(Shakespeare, Venedik Taciri V-İ)

——————————–

Kromaterapiye (renk terapisi) aşina olanlar renkli ışığın bütün vücuda özel bir etkisinin olabileceğini bilirler. Renklerin bu gücü sinirsel bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaya çalışılmış, ayrüca kırmızı ışığın kalpte canlandırıcı, heyecan uyandırıcı bir etkisi olduğu, mavi rengin ise geçici felce neden olabileceği fark edilmiştir. Benzer bir etki hayvanlarda ve bitkilerde gözlemlendiğinde, çağrışım açıklaması geçerliliğini yitirmektedir. Yine de renklerin fiziksel bir organizma olan insan bedeni üzerinde muazzam etkileri olabileceği görülmektedir.

Renklerin ruha etkilerine dair bu açıklamalar yeterli değildir. Genelde renk ruhu doğrudan etkileyen bir araçtır. Renk tuşlardır. Göz tokmaktır. Ruh piyanodur. Sanatçı bu tuşları uygun bir şekilde kullanarak ruhta titreşimlere sebep olan eldir.

Renk ahenginin insan ruhuna uygun bir şekilde dokunulması ilkesine dayalı olduğu açıktır. Bu temel, içsel gerekliliğin ilkesi olarak adlandırılabilir.

——————————–
İnsan geliştikçe farklı şeyler ve nesnelerin sebep olduğu bu tecrübeler silsilesi de gelişir. Bu nesneler ve şeyler içsel bir değer, nihayetinde içsel bir tını elde eder. Ruhsal duyarlılıkta sadece yüzeysel bir etki bırakan renklerde de bu durum aynı şekildedir. Ama bu yüzeysel etki farklı çeşitlerdedir. Gözü açık ve duru renkler çeker ve hem duru hem de sıcak renkler daha da cazip gelir. Zincifre kırmızısı insanlara hep cezbeden ateş gibi göze çekici gelir. Yüksek sesli bir trompetin kulağa yaptığı gibi parlak limon sarısı da uzun süre bakıldığında gözü acıtır. Göz huzursuz olur, uzun süre bakamaz ve mavi veya yeşilde derinlik ve huzur arar. Ama daha hassas bir ruhta renklerin etkisi daha derin ve daha tesirlidir. Böylece renklere bakmanın ikinci temel sonucu, yani renklerin ruhsal etkisi ortaya çıkar. Burada renkler ruhsal bir titreşime sebep olur.
——————————–
Sanatın yüce bir temsilcisinin olmadığı, gerçek anlamda ruhsal gıdanın var olmadığı böyle dönemler ruhsal dünyanın gerileme dönemleridir. Ruh durmaksızın aşağı bölümlere düşer ve üçgenin tamamı sanki hiç hareket etmiyormuş, aşağıya ve geriye doğru hareket ediyormuş gibi görünür. Insanlar görünür olan sonuçlara bakarak, yalnızca maddiyatı düşünerek bu kör ve sağır zamanlara özellikle büyük bir önem atfederler ve yalnızca bedene hizmet eden teknik bir ilerlemeyi büyük bir başarı gibi selamlarlar, Hakiki olan ruhsal etkiler en iyi ihtimalle küçümsenir ya da hiç fark edilmez bile.
——————————–
Anlama sanatçının bakış açısından izleyiciyi eğitmektir. Yukarıda da belirtildiği üzere, sanat çağının çocuğudur. Böyle bir sanat sadece bugünün ortamını açık bir şekilde dolduranı sanatsal olarak tekrar edebilir. Geleceğin gücünü içinde barındırmayan, yalnızca çağının çocuğu olan, geleceğe annelik yapmayan sanat kısır bir sanattır. Kısa sürelidir ve kendisini şekillendiren atmosfer değiştiğinde ahlaki olarak ölür.
——————————–
Her bir resimde gizemli şekilde koca bir yaşam saklıdır; acılar. şüpheler, hayretle geçen saatlerle dolu bir yaşam. Neye hizmet etmektedir bu yaşam? Yaratma eylemi ile meşgulken, sanatçının ruhu nereye haykırmaktadır? Neyi ilan etmek istemektedir? “Sanatçının işi insan kalbinin derinliklerine ışık tutmaktır.“ der Schumann. “Bir ressam her şeyi çözebilen ve resmedebilen bir insandır.“ der Tolstoy.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir