El-aman ne fena vakte yetiştik
Ahde vefa eder yaran kalmadı
(Karacaoğlan)
LEYLÂ’nın âşığı Kays kendini kaybedip de çöllere düştüğü vakit adı Mecnûn’a çıkmıştı. Nevfel isminde bir yiğit onun hikâyesini öğrenip Leylâ’ya kavuşturmayı içinden geçirdi. Bunun için önce kızı babasından istedi. “Bende bir inci, sende bir deli var. Kim incisini deliye teslim eder?” cevabım alınca da kılıcı çekti. Leylâ’nın obasıyla Nevfel’in askerleri arasında meydan savaşı başladı. O sırada Mecnûn da bir kenara çekilmiş kendisi için savaşan cengâverleri seyrediyor ve onlardan biri daha öldükçe seviniyordu. Sonunda Nevfel bunu fark edip “Biz senin için canımızı ortaya koyar, kanımızı akıtırken sen diğer ordunun zafer kazanmasını istiyorsun ha?” deyince şöyle cevap verdi:
“Sizinle savaşanlar Leylâ’nın askeri olduğu müddetçe ben onun zaferini istemezsem buna vefa denir mi?”
Sevenin sevgiliye vefası işte!..
Vefa hakkında pek çok söz edilebilir. Asıl hatırlanması gereken şey vefanın nasıl ve hangi şartlarda vefa olduğudur.
Bu bağlamda eskiler vefanın üç kademesinden söz ederler. Birincisi sıradan insanlarla alâkalı olup bize vefa gösterene vefa göstermektir. Vefanın tabii şekli budur. İnsan kendisine bağlanana bağlanma eğiliminde yaratılmıştır. Buna rağmen bizi seven, bağlılık gösteren, iyiliğimizi isteyen samimi insanlara karşı vefasızlık etmek ancak hayırdan yoksun, soyu bozuk ve ahlâkı düşük insanların işidir. Böyle dostları olduğuna şükretmek gerekirken onları çantada keklik görüp başkalarına yaranmaya kalkışmak şahsiyet eksikliğidir. Karşılıklı vefa sevgi bağının da bir göstergesidir. Özellikle birbirini seven iki insan arasında vefa hem bir sorumluluk hem bir mutluluktur çünkü.
Vefanın ikinci kademesi asil insanlarla alâkalıdır ve bize hainlik edene vefa göstermeyi gerektirir. Pek çok insan bunu başaramazsa da vefakârlık bundan ibarettir. Bize vefa gösteren birine vefalı davranmak belki bir borcu ödemektir ama bize hainlik edene vefalı davranmak bir mürüvvettir, yüceliktir. Anlatırlar ki vaktiyle bir hükümdar sudan bir sebep bulup vezirini önce azletmiş, sonra da hapse attırmıştı. Zindanda geçen birkaç yılın ardından bir gün vezire bir ziyaretçi gelip “Falanca ülkenin hükümdarı sizin çok değerli olduğunuzu biliyor ve sizi buradan kaçırtıp kendisine vezir edinmeyi istiyor, hazırlarım!” yollu bir teklifte bulundu. Vezirin ziyaretçiye cevabı nazikçeydi:
“Sultanınızın hakkımdaki iltifatkâr düşünceleri benim sahip olduğum meziyetlerden daha değerlidir. Ancak bu soylu teklifinizi kabul etmem mümkün değildir. Bu yurdun ekmeğiyle büyümüş, devletin imkânlarıyla yetişmiş hiçbir fert, küçük bir gönül kırgınlığıyla velinimetine vefasızlık etmez, beni mazur görünüz.” Bu hikâyeden kastımız odur ki hainliğe misliyle mukabele etmek kişinin elindedir ve bunun için ayıplanmaz, lâkin hainliğin cevabım vefa ile göstermek yiğitliktir. Bu hususta “Kötülüğe karşı kötülük her kişinin; kötülüğe karşı iyilik er kişinin kârı” denilmiştir.
Vefaya muhatap olan insanların kalplerindeki mutluluğu ölçebilir misiniz? Peki ya vefa gösteren bir kalbin mutluluğunu? Buradan yola çıkarak vefa görmeyen kalp ile vefa göstermeyen kalbin mutsuzluğunu da hesaba katmak gerekir. Birinden vefasızlık gördüğümüzde mümkünse susmak en hayırlısıdır. Beklemek, düşünmek ve dostluk bağını koparma- maya gayret etmek de önemlidir. Dönüş kapılarını daima açık tutmakta yarar vardır. Geçmişin güzel anılarını hatırlamak da bir vefanın kalpteki cevherini açığa çıkarabilir. Binlerinin bize ihanet ederek sırlarımızı dedikodu malzemesi yapması veya aradaki bağlan zedelemesi bizim de aynı şekilde davranmamız için ruhsat değildir. Özellikle bize laf taşıyan binlerinin kışkırtmasıyla vefa bağlarını çözmek ucuzluktur. Yapılması gereken şey, bize geçilen dostumuzun sırlarını saklayacağımıza dair teminat vererek dedikoducuyu mahcup etmektir.
Vefanın üçüncü derecesi kalpteki aşkla alâkalıdır. Âşık, -eğer gerçekten seviyorsa- sevgilisine dair tüm umutlarını yitirse, aşkı reddedilse, sevgili kendisinden yüz çevirse, uzaklaşsa, gurbete gitse, hatta felâkete uğrasa veya ölse bile ona karşı hâlâ vefa göstermek durumundadır. Sevgiliye kavuşma umudu kalmadığı veya sevgili dünyadan göçtüğü halde bile ona vefa göstermek kalbin aşka inandığım ve hakiki vefayı gösterir. Mademki sevme, bağlanma, sevgiyi arttırma gibi şeyleri isteyen âşıktır, o halde sevgiliye sonuna kadar vefa göstermek zorundadır. Başlangıçta kimsenin onu bunlar için zorlamaması, sonuçta da vefayı onun borç hanesine yazmaktadır. Anadolu, kocası askere gidip dönmeyen nice annenin bir ömür aşkına sadık kalarak hiç evlenmediğinin hikâyeleriyle doludur.
Sevgiliye karşı verdiği “Bir yastıkta kocama” sözünü bir ömür sadakatle yerine getiren kocalar ve kadınlara karşın nikâh memuru huzurunda “bir ömür boyu” diye söz verip ikinci senede o sözüne ihanet eden modem Türkiye’nin nice sanalı ilişkileri vardır. Aşk bahsinde vefadan söz edilecekse yapılması gereken şey, öncelikle en başta verilen sözlerin tutulması, güvenin yitirilmemesi, sevgilinin özel veya genel hatalarının gizlenmesi, kusuru varsa örtülmesi, onun güzel ve iyi yanlarının övülüp yayılması, yanılgılarının değil başarılarının dillendirilmesi gibi yollar izlenebilir. Bir âşık -veya âşıklık iddiasında bulunan kişi- bunları yaptığında sevgilinin de saçlarını ona süpürge etmeyeceğini kim iddia edebilir?
Vefa, küçücük gölgeleri karanlık bir geceye döndürmemek, iplik iplik yağan yağmuru sağanağa çevirmemek için hassasiyetle korunması gereken bir duygudur. Vefa, kalbe dair en imrenilecek duygulardan biridir. İnsaniyetin en güzel hamuru, insan olarak yaratılışın en özel nimetidir. Balansı için bal neyse kalp için vefa odur. Özünde vefaya programlanmış bir kalbin vefasızlığı ise eşekarısının bal üretmesinden öte nedir ki?
İskender Pala -Kalp,syf.257-260
0 Yorumlar