Vahyin Hakikati

Vahiy-Nedir Vahyin Hakikati

“Vahiy” kelimesi (VHY) fiilinin mastarı olup lügatte, gizli konuşmak, emretmek, îma ve işaret etmek, acele etmek, seslenmek, fısıldamak, mektup yazmak ve ilham gibi anlamlara gelmektedir.(1)

“Vahiy” kelimesi (VHY) fiilinin mastarı olup lügatte, gizli konuşmak, emretmek, îma ve işaret etmek, acele etmek, seslenmek, fısıldamak, mektup yazmak veilham gibi anlamlara gelmektedir.(1)

Bu kelime, Kur’an’da Allah’a ait bir fiil olarak kullanıldığı gibi, Allah’tan başkası için de kullanılmıştır. Bu sebeple sözlük anlamı itibariyle vahiy kavramı: İlâhî ve gayr-ı İlâhî vahiy şeklinde iki çeşit olarak tesbit edilmektedir.(2) Gayr-ı İlâhî vahiy için aşağıdaki âyetler misal olarak zikredilebilir: “Bunun üzerine Zekeriyya, ma’betten kavminin karşısına çıkarak onlara: “sabah akşam teşbihte bulunun” diye vahyetti.”(3) âyetinde vahiy kelimesi îma ve işaret anlamında kullanılmıştır. “Biz böylece her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak maksadıyla birbirlerine yaldızlı sözler vahyederler.”(4) âyetindeki vahiy kelimesi ise, fısıldamak ve gizlice söylemek anlamındadır.(5)

Asıl hakîki vahiy olan ilâhî vahiy kavramını da kendi arasında “tekvînî”, “İlhâmî” ve “teşriî” (hakîkî) vahiy şeklinde değişik kısımlara ayırmak mümkündür. Kur’an’da geçen, yer ve göklere, arıya, meleklere, Hz. İsa’nın Havarilerine, Hz. Musa’nın annesine hitaben söz konusu edilen vahiyler, ıstılahî olarak bilinen vahyin dışındadır. Bunlardan yer ve göklere yapıldığı ifade edilen vahiyler, “tekvînî vahiy”; peygamberler dışındaki insanlara ve meleklere yapılan vahiyler ise, “ilhâmî vahiy” olarak adlandırılmaktadır.(6)

Risale-i Nur’da ifade edildiği üzere, bütün maksadı kendisinin zât, sıfat ve isimlerini tanıtmak olan yüce Yaratıcı, ilim, irâde, hayat ve kudret gibi sıfatlarını fiilleriyle, sanatları ile tanıttığı gibi; bu isim ve sıfatları en kısa yoldan tanıtan tekellümü ve konuşması ile de gösterecektir.(7) İşte yüce Allah’ın, fiillerinin yanında kelâmı ile de kendini tanıtmak üzere insanlardan mümtaz olan bazı şahsiyetlerle konuşması, vahyin hakikatini ve gayesini ifade etmektedir.Bediüzzaman’a göre, yüzbin peygamberin ittifakla haber verdiği, yüz dört semavî kitabın delilleriyle gösterdiği vahyin hakikati, beş ışıklı bir yolla gündüz gibi isbat edilebilir.(8) Şöyle ki:

Tenezzül-ü İlâhî: Bütün canlı mahlûklarını konuşturan ve konuşmalarını bilen yüce Allah’ın kendisi de konuşması ile onların konuşmalarına iştirak etmesi, rubûbiyetinin gereğidir. Allah’ın insanlarla konuşması demek, onların anlayacağı şekilde, akıllarının seviyesine göre onlara hitab etmesi, O’nun bir Yaratıcı olarak yaratıklarına karşı merhametiyle tenezzül buyurmasıdır.

Teârüfü Rabbanî: Kendini tanıttırmak için, kâinatı bu kadar hadsiz masraflarla, baştanbaşa hârikalar içinde yaratan ve binler dillerle kemalâtını söylettiren, elbette kendi sözleriyle de kendini tanıttıracaktır.

Mukâbele-i Rahmanî: Mevcudatın en seçkini, en nazlısı ve yaratıcısına en müştakı olmakla beraber onların en fakiri, en âcizi ve en muhtacı olan hakîkî insanların münâcatlarına ve şükürlerine fiilen mukabele ettiği gibi, kelâmıyla da mukabele etmek, yaratıcılık vasfının gereğidir.

Mükâleme-i Sübhânî: İlim ile hayatın zarurî bir lâzımı ve ışıklı bir tezahürü olan mükâleme (konuşma) sıfatı, elbette ihatalı (kuşatıcı, sonsuz) bir ilmi ve sermedî (daimi, tükenmez) bir hayatı taşıyan zatta, kapsamlı, sınırsız ve sürekli bir şekilde bulunur. Vahiy de bu sonsuz mükâlemenin bir tezahürüdür.

Îş’âr-ı Samedânî: Yaratıklar içerisinde en sevimli, en sevecen, en endişeli, istinad noktasına en muhtaç, sahibini ve yaratıcısını bulmaya en müştak olan mahlûklarının ruhlarına bir iştiyak, bir muhabbet vermekle beraber, onları fakir ve âciz yaratan Allah’ın, aynı zamanda her derde devayı yetiştirebilecek bir kuvvet ve kudrete sahip olan kendi zâtını onlara konuşması ile bildirmesi, Ulûhiyetinin bir gereğidir.(9)

 

Vahyin Çeşitleri

Vasıtalı ve Vasıtasız Vahiy

Vahiy kavramının sözlük anlamı ve çeşitleri genel çizgileriyle yukarıda kısaca arz edilmiştir. Burada ise, hakîki vahyin çeşitleri üzerinde durulacaktır.

Hakîki vahiy: Allah tarafından peygamberlere vasıtalı veya vasıtasız olarak ulaştırılan vahiydir. Hz. Peygamber (a.s)’e gelen vahyin geliş biçimi, değişik şekiller arzetmektedir:

Rüyay-ı sâdıka: Hz. Âişe’nin belirttiğine göre, Hz. Peygamber (a.s)’e ilk vahiy, rüya şeklinde tezahür etmiştir. Hz. Peygamber (a.s)’in gördüğü rüyalar, sabahın aydınlığı gibi ortaya çıkardı.(10)

Cebrail’in görünmeden getirdiği vahiy: Bazen olur ki, Hz. Peygamber (a.s) uyanıkken melek, görünmeksizin onun kalbine vahiy ilka ederdi. “Rûhu’l-Kudüs kalbime şu sözü fısıldadı: Hiçbir nefis rızkını tastamam almadıkça ölmez. Öyleyse Allah’tan sakının da rızkınızı güzel ve meşru yollardan arayınız.”(11) hadis-i şerifi, vahyin bu çeşidine işaret etmektedir.

İnceleyin:  İman-İslam ve Amel Meselesi

Cebrail’in insan suretinde temessül ederek vahyetmesi(12) İmân, islâm ve ihsandan bahseden meşhur Cibril hadisi, bu çeşit vahyin bir örneğini göstermektedir.(13) Siyer kitapları, Cibril’in çoğunlukla sahabîlerden Dihye suretinde geldiğini bildirmektedirler.(14)

Meleğin çan sesine benzer bir sesle hitab etmesi: Hz. Âişe’nin bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bazen bana çan sesine benzer bir sesle hitab edilir. Bu bana en ağır gelen vahiy şeklidir. Sonra melek benden ayrılıp giderken, ben de gelen vahyi tastamam hıfzetmiş olurum.”(15)

“Allah’ın vahiy ile veya perde arkasından yahut bir elçi gönderip ona kendi izniyle dilediği şeyi vahy etmesinden başka bir suretle konuşması hiç bir insana müyesser olmaz. O yücedir, hikmet sahibidir.”(16) âyetinde vahiy şekillerinden üçü vurgulandığı gibi, vasıtalı ve vasıtasız vahiy şekillerine de işaret edilmiştir.(17) “Biz Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrahim’e, İsmail’e, İshâk’a, Yakûb’a, Esbat’a (onların torunlarına), İsa’ya, Eyyûb’e, Yûnus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a da Zebur’u verdik.”(18) âyeti hakiki vahyin bütün peygamberler için ortak bir değer olduğunu göstermektedir. Sarih ve Zımnî Vahiy

Kâinatın şehâdetiyle, varlığı ve birliğinin delillerini göstererek kendini tanıtmak isteyen Allah, varlığın en açık delili olan kelâmı ile de kendisini mahlûklarına göstermesi hikmetinin gereğidir. Nitekim “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”(19) mealindeki âyette geçen “bana kulluk etsinler” ifadesini bazı âlimler, “Beni tanısınlar, beni birlesinler” şeklinde açıklamışlardır.(20) İbn Abbas’tan yapılan bir rivayete göre, Kur’an’da “ibâdet” kavramı ile ilgili olarak geçen bütün ifadeler, tevhid anlamında kullanılmıştır.(21) “Sizi biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi?”(22) âyeti de, çok açık bir şeklide marifetullahı yani Allah’ın tanınmasını, kâinatın yaratılışının tek gayesi olduğunu gösterir.

Risale-i Nur’a göre vahyin kısımlarını şöyle özetlemek mümkündür: “Hz. Peygamber (a.s) hem bir beşerdir, hem de Allah’ın bir elçisidir. Beşeriyeti itibariyle beşer gibi muamele eder. Risâlet cihetiyle de vahye dayanır.(23) Hz. Peygamber (a.s) risalet yönü itibariyle vahye mazhar olduğu gibi, şahsî kemâlâtının bir yansıması olarak kazandığı velayet kanadı itibariyle de normal velilerden daha üstün, daha parlak ve sarih vahyin teminatı altındaki bir ilhama mazhariyeti söz konusudur. Bediüzzaman, vahyi bu yönü ile de taksime tabi tutmuş ve onu iki kısımda mütalâa etmiştir:

Birincisi; sarih vahiy. Bu çeşit vahiy, doğrudan doğruya Allah’tan geldiği için, Hz. Peygamber (a.s)’in onda hiç bir müdahalesi yoktur. O, bu hususta sadece bir tebliğci veya bir tercümandır. Bu sarîh vahiy iki şekilde ortaya çıkmıştır: 1. Kur’an-ı Kerim: Hz. Peygamber (a.s)’in buradaki görevi, sırf tebliğden ibarettir. 2. Bir kısım Kudsî hadisler: Manası Allah tarafından ilkâ edilen bu çeşit vahiyler konusunda da Hz. Peygamber (a.s)’in görevi sadece tercümanlıktır.(24)

İkincisi ise zımnî vahiydir. Zımnî vahiylerde söz konusu olan her hangi bir husus, özet halinde gelir ve genel hatlarıyla vahiy ve ilhama dayanır. Konunun tasviri, şekillendirilmesi, detaylarla ilgili açıklanması ise, Hz. Peygamber (a.s)’e bırakılır. Hz. Peygamber (a.s), vahy-i zımnî ile gelen hususları bazen ilhama, bazen vahye, bazen de kendi feraset ve içtihadıyla açıklar.(25)

Şüphesiz peygamberlerin ilhamı, diğer insanların ilhamından çok farklıdır. Çünkü ilhamla da olsa kendilerine görev verilmiş bulunan peygamberlerin, görevlerini tam ve noksansız olarak yerine getirmeleri gerekir. Hâlbuki resmî görevi olmayanların bilgilerinin sağlamlığı bu ölçüde önem arz etmez. Bu durum ilhama mazhar hayvanlar için de söz konusudur. Mesela: İpek böceği, örümcek ve bal arısı gibi resmî bir görevi bulunan hayvanların kendi görevlerinde hiç yanlışlık yapmamaları gösteriyor ki, onların ilhamları onları yanıltmamaktadır. Özellikle Kur’an’ın açık ifadesiyle ilhama mazhar olan bal arısının, mühendisleri hayrette bırakan bir hüner sergilemesi, elbette onun hüneri olamaz. Bir günlük bir arının, bir günlük bir mesafeyi kestirmesi ve yolunu şaşırmadan yuvasına dönmesi; fazla boş alan bırakıp da, israf etmemek için peteğini sürekli altıgen bir şekilde inşa etmesi, onun aritmetik ve geometri bilgisine verilemez.

Müellife göre, Hz. Peygamber (a.s)’in kendi içtihadiyle yaptığı açıklamalar da iki şekilde cereyan eder: Ya özet halinde bildirilen hususlar, risâlet vazifesi noktasından hareketle ulvî ve kudsî bir kuvvet ile açıklanıp ortaya konur; ya da insanlık noktasından hareketle mevcut örf ve âdetler istikametinde ve kamuoyunun anlayış düzeyi nazara alınarak beyan edilir. Bu sebepledir ki, her hadiste söz konusu yapılan hususların bütün detaylarıyla vahiy olmaları gerekmez. Yine bu hakikat içindir ki, Hz. Peygamber (a.s)’in insanlık gereği olarak ortaya konan düşünce ve muamelelerinde risâletin ulvî yansımaları aranmaz.(26)

İnceleyin:  Prof. Dr. Muhammed Ali Es-Sabuni: Oryantalizmden Etkilenenler Kur’an-ı Kerim ‘i Doğru Anlayamazlar

 

Vahiy – İlhâm İlişkisi ve Aralarındaki Farklar

İlham: “feyiz yolu ile insanın ruhuna telkin edilen şey; kalbe doğan ilim”(27) veya “kalbe telkin edilen mânâ”(28) şeklinde tanımlanabilir. Tanımından da anlaşılacağı gibi İlâhî kaynaklı olması itibariyle ilham da vahye benzer, fakat vahiy değildir.

Bediüzzaman ilham ile vahiy arasındaki ilişkiyi şöyle değerlendirmektedir: Bütün meleklere, insanlara, hatta hayvanlara gelen ilhamlar bir nevi kelâm-ı İlâhîdir.(29) Üstada göre, “De ki: Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa, ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir”(30) mealindeki âyet, aynı zamanda ilhamlara da işaret etmektedir. Âyet, bütün kâinata mutlak hükümran olan Allah’ın saltanatında sonsuz askerlerinin bulunduğuna ve sürekli ilham aldıklarına delalet etmekte ve onların aldıkları ilhâmî emirlerin ihtiva ettiği sözlerin çokluğunu ve hatta sonsuzluğunu haber vermektedir.

Vahiy ile ilham arasındaki ilişkiyi benzer yönleri açısından ortaya koyan müellif, farklı taraflarına da şöyle işaret etmektedir: Sâdık ilhamlar da bir cihette vahye benzerler. Onlar da bir çeşit Allah’ın kelâmı sayılır. Bununla beraber vahiy ile ilham iki noktada birbirinden tamamen ayrılıp, büyük bir farklılık gösterirler. Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin büyük çoğunluğu, melek vasıtasıyla; ilhamların çoğu ise, vasıtasız gelir. Nasıl ki, bir padişahın iki suretle konuşması ve emirleri var. Birisi: Saltanatının haşmetine uygun ve bütün halkın bir reisi olarak, özel temsilcisini bir valiye göndermek suretiyle umum herkesi ilgilendiren emirler ihtiva eden bir hitap. Diğeri ise, Sultanlık unvanıyla ve padişahlık ismiyle veya bir devlet başkanı sıfatıyla değil de; kendi şahsına ait özel ilişkisinden dolayı bir yakını veya halkdan herhangi bir kimseyle hususî telefonuyla hususî olarak yapılan konuşmadır. Tıpkı bunun gibi; ezelî Sultan yüce Allah’ın da iki çeşit konuşması vardır. Birisi: bütün kâinatın Rabbi ismiyle ve onun bir yaratıcısı olarak, vahiy veya vahyin hizmetini gören kapsamlı ilhamlar ile peygamberlerle yaptığı konuşma; diğeri ise her bir ferdin, her bir canlının Rabbi ve yaratıcısı olmak haysiyetiyle, hususî bir surette ve aynı zamanda perdeler arkasında onların kabiliyetlerine göre kendileriyle yaptığı konuşma.

Vahiy ile ilham arasındaki ikinci fark şudur: Vahiy gölgesizdir, saftır, durudur. Peygamberler gibi yüksek makamlarda bulunan insanlara mahsustur. Havassa hastır. İlham ise, gölgelidir, renkler karışır ve umûmidir. Meleklerin, insanların ve hayvanların ilhamı gibi pek çok çeşitleri vardır. Denizlerin su damlaları gibi sonsuzluğu ifade eden bu sayısız ilhamlar, Allah’a âit kelimelerin teksirine bir zemin teşkil etmekte ve bir anlamda , “De ki: Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir.”(31) âyetinin bir vechini tefsir etmektedir.”(32)

 

Dipnotlar

1-bkz. el-Cevherî, es-Sihah; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “VHY” maddesi.

2-bkz. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, 37; Turgut, Ali, Tefsir Usûlü ve Kaynakları, 79-80.

3-Meryem, 19/11.

4-el-En’am, 6/112.

5-bkz. Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, a.g.y.

6-krş. Subhi Salih, Mebâhis fi Ulûmi’l-Kur’an, 23-24.

7-bkz. Şualar, 103.

8-bkz. a.g.e., 104.

9-bkz. a.g.e., a.g.y.

10-el-Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 3.

11-el-Aclûnî, Keşfu’l-hafa, I/231.

12-el-Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 2..

13-el-Buhârî, İman, 57.

14-bkz. Keskioğlu, Osman, Kur’a’n-ı Kerim Bilgileri, 30.

15-el-Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 2; vahyin çeşitleri için ayrıca bkz. İbn Kayyım el- Cevzî, Zâ’du’l-Meâd, (trc. Şükrü Özen), I/24-25.

16-bkz. eş-Şûrâ, 42/51.

17-krş. Subhi Salih, 25.

18-en-Nisâ, 4/163.

19-ez-Zâriyât, 51/56.

20-bkz. e’s-Sâbûnî, Muhtasaru İbn Kesir, İM/387; ayrıca bkz. el-Kurtubî, el-Câmi’ fi Ahkâmi’l-Kur’an, XVII/55-56; el-Fîruzâbâdî, el-Mikbas min Tefsiri ibn Abbas, (Mecmu mine’t-Tefâsir), VII/87; el-Hâzin, Lübâbu’t-Te’vîl fi maâni’t-Tenzil (Mecmu), VI/87.

21-bkz. en-Nesefî, Ebû’l-Berekât, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, (Mecmu),VI/87.

22-el- Vakıa, 56/57.

23-bkz. Mektûbat, 86.

24-Müellifin, sarih vahyi, kudsî hadislerin sadece bir kısmına hasretmesi, tarafımızdan anlaşılamamıştır.

25-bkz. a.g.e., a.g.y.

26-bkz. a.g.y.

27-el-Cürcanî, Seyyid Şerif, et-Ta’rifât, 34.

28-et-Teftazanî, Şerhu’l- Akâid, (Haşiyetu’l-Kesteli ile birlikte), 45.

29-bkz. Lem’alar (Os.), 664-665.

30-el-Kehf, 18/109.

31-el-Kehf, 18/109.

32-bkz. Şualar, 103-104.

Doç.Dr.Niyazi Beki

http://www.cevaplar.org/index.php?content_view=6326&ctgr_id=35

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir