Uygulamalı Felsefe
Paylaş:

ilim Uygulamalı FelsefeIbn Miskeveyh

 

Geleneksel felsefe üçe ayrılır: Teorik felsefe, uygulamalı (pratik) felsefe ve üretici fel­sefe. Aşağıda İbn Miskeveyh in uygulamalı felsefe hakkındaki görüşleri yer almaktadır.

——–

Hayvan, bitki ve cansız şeylerden her varlığın ve “bu ateş, hava, toprak ve su gibi basit unsurlarının ve gök cisimlerinin kendi varlıklarını meydana ge­tiren ve kendilerini bu varlıklardan ayırt eden güçleri, kabiliyetleri ve fiilleri vardır. Ayrıca her birinin öteki varlıklarla ortak birtakım güçleri, kabiliyet­leri ve fiilleri de bulunmaktadır. Bütün varlıklar arasında yalnızca insanın iyi huyu ve hoş fiilleri olması arzu edilince, onun diğer varlıklarla ortak güç, kabiliyet ve fiillerini burada ele almamamız gerekir. Çünkü bu “tabiat ilmi” denen başka bir sanat ve ilmin konusudur. İnsanın insan olma sebebiyle kendisine has olan, insanlığını ve faziletlerini, tamamlayan güç, kabiliyet ve fiilleri, düşünme ve ayırt etme gücüne bağlı iradî gerçeklerdir. Bu konudaki araştırmaya “uygulamalı felsefe” adı verilir.

İnsanla ilgili olan bu iradî şeyler de iyilikler ve kötülükler olarak ikiye ay­rılır. İçimizden birisi insanın varoluş amacına yöneldiği zaman, ona iyi veya mutlu insan denilmesi gerekir. Başka engellerin bu amaçlardan alıkoyduğu kimse, kötü ve mutsuz kimsedir. Buna göre iyilikler, insanın yaratılış ve varedilişinin amaçları olan şeylerde gösterdiği irade çabasıyla meydana gelen işlerdir. Kötülükler ise, insanın iradesi, çabası, tembellik veya ilgisizliğiyle bu iyiliklere ulaşmasını engelleyen şeylerdir. (…)

Varlıklardan her birinin, kendisine has bir mükemmelliği ve onun mahiye­ti gereği başkalarıyla ortak olmayan bir fiili bulunduğunu, yani ondan başka bir varlığın bu fiili yapmasının elverişli olmadığını yukarıda belirtmiştik. (…)

Öyleyse, diğer varlıklar arasında insanın kendisine has ve başkasıyla pay­laşmadığı bir fiili vardır. O da insanın ayırt etme ve düşünme gücünden orta­ya çıkan bir fiildir. Kimin ayırt etmesi daha sağlam, düşüncesi daha üstün ve seçimi daha doğru ise, onun insanlığı o ölçüde mükemmeldir. Tıpkı kılıç ve testere gibi. Bunlardan yapılış amaçlarına göre özel bir iş ortaya çıktığı zaman, kendileri bir değer kazanır; sözgelimi kılıçların en üstünü, en keskin, en biçici ve ufacık bir hareketle yapılış amacındaki mükemmelliğe ulaşmada en yeterli olanıdır. Aynı şekilde durum at, şahin ve öteki hayvanlarda da böyledir. Atla­rın en üstünü, en çabuk hareket eden, geme uymada, hareketlerinde iyi alım­lı olma, sıçrama ve koşmada çabukluk gösterme gibi hususlarda binicisinin isteği karşısında en çok çeviklik gösteren attır. Yine aynı şekilde insanların da en üstünü, kendisine has işlerini yapmada en güçlü olan ve kendini diğer varlıklardan ayıran cevherinin gereklerine en çok bağlı olan kimsedir.

İnceleyin:  Felsefede Hürlük Sorunu

Bu itibarla söz götürmez görevimiz, mükemmelliğimizi sağlayan ve ya­ratılış amacımızı teşkil eden iyiliklere karşı arzu duymamız, onlara ulaş­mak için uğraşmamız ve bizi onlara ulaşmaktan alıkoyan ve onlardan elde edeceğimiz zevki azaltan kötülüklerden kaçınmamızdır. Sözgelimi at mü­kemmelliği azaltır, kendisine has işleri en üstün biçimde yapmazsa, at ol­mak derecesinden aşağı düşer, palan vurularak eşekler gibi kullanılır. Kılıç ve diğer aletlerin durumları da böyledir. Bunlar kendilerine has işleri eksik yaparlarsa, bulundukları derecelerinden düşerler ve kendilerinden aşağıda bulunan nesneler gibi kullanılırlar.

İnsan da fiillerini eksiltir ve yaratılış amacının gerisinde kalırsa, yani kendi düşüncesinden meydana gelen fiilleri mükemmel olmazsa, o insan­lık derecesinden hayvanlık mertebesine düşmeye daha lâyıktır. İşte onun İnsanî fiilleri eksik ve kusurlu olursa, durumu böyledir. Eğer onun fiilleri yaratılış amacına zıt olarak meydana gelirse, yani eksik düşünce hayvanla ortak oldukları bedenî arzulardan dolayı, iyi yoldan sapmak suretiyle veya kendi nefsini temizlemeden ah koyan duygulu işlere aldanarak kötü fiiller yaparsa, ki bu temizleme, insanı yüce servete, gerçek sevince, Ulu Tanrı’nın “onlar için gizlenen müjdeyi hiçbir nefis bilmez”(secde,17) mealindeki sözünde ge­çen “müjdeye” ulaştırır; ebedî cennette ve hiçbir gözün görmediği ve hiçbir insanın gönlünden geçirmediği zevkler içerisinde âlemlerin Rabbı’nin ya­kınlığına eriştirir.

Temelsiz bayağı işlerle bu sonsuz nimetleri unutursa, o, yaratanının gazabına, cezasının çabuklaştırılmasına, insanların ve yeryüzü­nün ondan kurtarılmasına layıktır.

Şu halde anlaşılıyor ki, her varlığın mutluluğu kendisine has olan fiilleri­nin ondan tam ve kâmil olarak meydana gelmesine bağlıdır. Bu mutluluğun düşünme ve düşünme konusu olan nesneye göre birçok dereceleri vardır. Bunun içindir üstün düşünme, en yüce olan varlık hakkındaki düşünmedir, denilmiştir. Sonra duyular âleminin mümkün olayları hakkındaki düşünce­ye ulaşıncaya kadar derece derece inilir. Bu şeyler üzerinde düşünen kimse, düşüncesini ve kendisine has formu (sureti) kullanır. İşte bu form sayesin­dedir ki, insan, mutlu olmakta, gerçek varlığı olmayan bayağı nesnelerden sıyrılıp sonsuz servete ve ebedî nimetlere çağrılmaktadır. Yine biliyor ki, bütünüyle mutluluk türleri ve bunların karşıtları olan mutsuzluklar ve çe­şitleri, iradî fiillerdeki iyilik ve kötülükler, ya en üstünü seçme ve ona göre davranma, ya da aşağı olanı seçip ona yönelme ile olur.

İnceleyin:  Hegel ya da Marx’in Tarih Yorumları

 

İbn Miskeveyh, Tehzîbü’l-Aklâk Ahlâk Eğitimi, Çev. A. Şener, C. Tunç, İ. Kayaoğlu, Büyü­yen Ay, İstanbul 2013, s. 28-31.

Bize Yön Veren Metinler,Cilt.1

Derleyen:Alev Alatlı