Ebu Hureyre’den (ra), Resulullah’ın (sav) şöyle buyurdu-ğu nakledilmiştir:
“Bir adam başka bir kasabada bulunan Müslüman kardeşini ziyaret etti. Allah onun yoluna bir melek gönderdi ve melek ona sordu:
– Nereye böyle?
Şu kasabadaki arkadaşıma.
Ondan bir çıkarın mı var?
– Hayır, sadece onu Allah için sevdiğim için.
– Ben Allah’ın sana gönderdiği bir elçiyim, bilesin ki onu Allah için sevdiğinden dolayı Allah da seni sevmiştir, dedi.”’ Rudani,Cem’u Fevaid,c. 6, ı. 128.
1.Bu hadis-i şeriften, sevginin bir verme edimi olduğunu çıkarıyoruz.
Din kardeşini ziyarete giden kişi, salt bu ziyaretiyle bir verme işlemini gerçekleştirmiş oluyor. Bundan da bir karşılık beklememektedir.
Demek ki verme işi, salt maddî değerlerle ilgili bir alana hasredilmiyor: Daha önemlisi, insanın bilgisinin,tecrübesinin, aklının, emeğinin hasılasından vermeyi veya hiç olmazsa bu hadiste görüldüğü gibi, karşılık beklemeksizin ziyareti ile bile vermeyi istihdaf ediyor.
İslâm, Müslümanları cömert olmaya ve sürekli “verme”ye çağırıyor.
Verme eyleminin aynı zamanda bir emanet olarak kendi nefsimizin hakkını gözetme sorumluluğunu içerdiğini de söylemeliyiz. Şöyle ki:
Bu durum, bencillikten bütünüyle farklı bir anlam taşıyor: Bencillik kendi nefsinin çıkarını ve sadece bu çıkarı gözetme anlamını taşırken; nefsin hakkını verme, ona da ihtiyacı olan şeyi verme anlamını taşımaktadır. Onun hakkını gözetme demektir.
Nitekim Saadet Asrı’nda Peygamber Efendimiz, sürekli oruç tutmak isteyen veya kendini evlenmekten men eden veya ömür boyu geceleri namaz kılacağını söyleyen kişileri, “Bu sözleri söyleyenler siz misiniz? Ben Allah’tan hepinizden daha çok korkarım ve ondan hepinizden daha çok çekinirim; ama (nafile) orucu hem tutarım hem tutmam; (gece) namazı hem kılarım hem uyuduğum da olur. Hanımlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.”(age,c.1,s.89) diyerek bu niyetlerinden vazgeçilmiştir.
Müslümanlar, öteki bütün insanların da adına olarak sevgiyle örülü bir dünya talebinde bulunuyor. Müslü- manlar, sevgi dünyasına talip oldular. Oluyorlar.
Sevgi ediminin aynı zamanda paylaşmayı ve dayanışmayı öngördüğünü düşünüyorum. Bu paylaşma ve dayanışma edimi, düzmece kurumlar aracılığı ile değil, fakat bire bir ilişki kurma suretiyle gerçekleştiriliyor.
Sevgi, insan yalnızlığının telafisi istikametinde insana lütfedilmiş bir nimettir. Batı toplumlarında insan, yalnızlığını ya televizyon karşısında oyalanmakla veya sigara, içki gibi kendine zarar verecek alışkanlıklara sapma suretiyle gidermeye çalışıyor.
Kur’ân’da önerilen zikir süreci, bir başına bu durum, insanı yalnızlıktan uzaklaştırmaya yönelik bir disiplin olarak da düşünülebilir. Zikir, insanın kendi ben’ini fark etmesi, kendi beni ile Allah’ı bir ve bütün olarak düşünebilme çabasıdır. Bu hedefe varılabilmesi, insanın kendi iradesini Allah’ın iradesi ile ahenkleştirilebilmesi dola- yımından geçerek gerçekleştirilebilir veya gerçekleştirilmesi umulabilir. Hakkı verilebildiği takdirde bir başına zikir edimi, insanın asla yalnız bırakılmayacağının bir işareti olarak algılanmalıdır.
Öyle kabul edebiliriz ki, zikir, insanın kendi benini terk etmeyi denemesi ve bu süreç esnasında kendini Allah’ın varlığında yeniden bulması hâlidir. İnsanın, kendi benini Allah’a adamasıyla gerçek ve yüce anlamda sevgi ediminin imkân dâhiline girdiğini ileri sürebiliriz.
Bu sevgi, hasis ve kısır, bencü bir sevgi değildir; tersine, özveri gerektiren ve son tahlilde Sevgili’nın kulu olunduğuna dair bir idrakin yolunu açan, verimli ve cömert bir sevgidir.
İnsan, sevgi dolayımından geçerek kendini kozmik evrenin bir parçası olarak görmeyi başarabilirse, Yunus Emre’nin “Yaratılmışı severiz, Yaradan’dan ötürü” mısraında öngörülen kavrayışın yolunu açmasını da başanr.
2.Tasavvuftaki “halvet der-encümen” hâli, insanın, başkalarıyla birlikteyken, yani kalabalık içinde kendini Allahla bir hissetmesi olayıdır. Bir bakıma da, insanın, kalabalık içinde kendi beninin yalnızlığını hissetmesidir. Durum, “zahiri halk, bâtını hak ile olma” biçiminde de dile getirilebilir.
“Bana kadınlar ve güzel koku sevdirildi; ama göz nurum namaz oldu.”(age,c.1,s.293) mealindeki hadis-i şerifin, sevginin bir yöneliş olduğunu ima ettiğini düşünüyorum. Bu hadis-i şerifle, insan sevgisinin hemcinsine (kadın marifetiyle), tabiata (koku marifetiyle) ve Allah’a (namaz marifetiyle) yönelişinin veya yönlendirilmesinin ifadesi olarak algılanabileceğine dair bir eğilimin vurgulandığını hissediyorum. Böylece, insanın, hemcinsine karşı olsun, tabiata (bütün mahlûkata) karşı olsun, Allah’a karşı olsun, yönelen sevgisinin cevherinde İlahî bir nefhanın içkin olduğunu kabul etmek imkân dâhiline giriyor.
Müslüman, gündelik yaşantısında, yalnızlıkla baş edebilme çabasında başıboş bırakılmamıştır demiştik. İşte:
1.Cemaatle kılman günde beş vakit namaz; haftalık cuma namazı ve hiç olmazsa yılda iki kez bayram namazı, 2. oruç, 3. zekât, 4. hac ibadetlerinin tümü, insanları birbiriyle iletişime geçirerek onların birbirine karşı sevgisini çoğaltan, yalnızlıklarıyla başa çıkmasını sağlayan süreçlerdir.
Namaz, insanın, Allah’ın huzurunda teslimiyetini remzetmesi ve ondan başka her şeyin fanı ve batıl olduğunun ifadesi bakımından, insanın yalnız bırakılmamış olduğunun güçlü ve ısrarlı dile getirilişidir, diyebiliriz. Allah varsa ve ben ona boyun eğiyorsam, yalnız değilim. Allahla yalnız değilim. Aynı zamanda, benimle birlikte, aynı anda yönünü kıbleye, Kabe’ye çevirmiş milyonlarca başka insanla yalnız değdim. Tersine, başkalarıyla birlikte ve aynı yöne bakıyor olma bilincini yaşamaktayım; onlarla aynı Allah’ın kulu olma duygusunu paylaşmaktayım.
Ramazan orucu, gündelik hayatın akışma müdahale etmenin ve bu suretle sair zamanlarda farkına varılmayan ama hayatımızda yeri bulunan bazı ayrıntıların farkına varmamızı sağlamanın yarımda, insanın kendi “ben” ine eğilmesi ve bir anlamda kendi benini anlamaya çalışması gibi bir fırsatı ortaya çıkarmaktadır, insan, kendini anlamaya, kendi faniliğini anbean hissetmeye hazır hâle konulmaktadır. Ramazan orucuyla insan, vakitlerin de başkalarıyla paylaşılabileceğini öğrenmekte ve bunun eğitiminden geçirilmektedir.
Zekât, somut biçimde malların paylaşılması, insanların değer verdiği şeyleri başkasına verme edimidir. İnsanın dünyaya karşı istiğnasının yolunu açarken, bir yandan da böylece mallarıyla birlikte temizlediği dışım ve içini başkasma sunmaya hazır olduğunu ilan ve ima etmektedir. Dayanışmanın, maddî (İktisadî) hayatımızın manevî bir alana taşınabilir olduğunun ifadesidir.
Hac, bizi, evrensel sevgi iklimine ulaştırmaktadır. Öteki ibadetler, her şeye rağmen, insanın dar, kişisel çevresiyle, ailesi, mahallesi ve nihayet içinde yaşadığı kenti ile ilintili iken; hac, bütün dünya Müslümanlarının bir araya gelmesini sağlıyor. Aynı zamanda insanın bir tür bir kıyamet ortamında kendisiyle bir kez daha yüzleşmesine kapı aralıyor. İnsanlar arasında evrensel kardeş- ligin, Allah katında kul olarak herkesin eşit oluşunun tescilini sağlıyor.
Bu ibadetlerin tümünde, insan, verme konumunda bulunmaktadır. Namaz, insanın kendini Allah’a sunmasının, ona vermenin; oruç, kendi üstüne eğilen nefsin kendinden vazgeçmesinin ve yine kendini Allah’a adamanın; zekât, alın terini (emeği) başkalarıyla paylaşmanın; hac, kendini başka Müslümanlara adamanın işareti olarak görülebilir. Bütün bunların içinde ve ötesinde Allah’ın rızasına ulaşabilme dileği mevcuttur. Kavram olarak Allah rızası, karşılık gözetmeden verme anlamını taşımaktadır.
Bütün bu ibadetlerin her birinin insanlar arasında zorunlu bir iletişim sağlamaya yol açtığı düşünülürse, Müslümanların birbiriyle üç günden fazla küskün durmasının tecviz edilmemesi anlam kazanmaktadır.
“Veren el, alan elden daha hayırlıdır.”[Age, e. 2, s. 330.] mealindeki hadis-i şerif, aslmda belki de, sevgiyi önermektedir. Verme eylemini kanaat sahiplerinin başarabileceğini düşünürsek, “Zenginlik kanaattedir.”[Age, c. 2, s. 347,] diyen hadis-i şerif mealinin de aynı verme yorumunda birleştirilebileceği anlaşılabilir. Bu durum varsıllıkla veya yoksullukla ilgili değil: Nesne olarak verecek bir şey bulamayan biri, gülümsemesiyle sadaka verir. Herkesin herkese infak edeceği bir şeyi bulunur. Gülümseyerek veya yoldaki taşı kaldırarak…
Rasim Özdönören – Hadislerin Işığında Hz.Muhammed,syf.238-243
0 Yorumlar