Kur’ân’da kullanılan ”el-Aksâ” ”Aksâ” ve ”Kasiyyâ” kelimelerinin üçü de ”uzaklık” mânâsina gelir. Ancak her birinin uzaklık dereceleri birbirinden farklıdır:
”El-Aksâ” kelimesi, elif lam takısı (elif lam) ile marife olan ismi tafdil bir kelime olduğu için diğer iki kelimeye göre daha uzak bir mesafe için kullanılır.
”Aksâ” kelimesi de ismi tafdil bir kelimedir. Ancak nekire olduğu için ”El-Aksâ” kelimesine göre daha yakın bir mesafeyi ifade eder.
Son olarak ”Kasiyyâ ” kelimesi, diğer iki kelimenin ifade ettiği mesafeden daha yakın bir mesafe için kullanılır.
Özetle: El takısıyla marife olan ”El-Aksa’“ uzaklıkta birinci derece, nekire olan ”Aksa “
ikinci derece,’ ’Kasiyya “ ise üçüncü derecededir.
(O iki kız), ”Çobanlar sulayıp çekilinceye kadar biz koyunlarımızı sulayamayız. Babamız ise çok yaşlı bir adamdır” dediler. (Kasas Süresi, 28/23. )
Bazı âlimler bu ayetle istidlâl ederek, kadının çalışabilmesi için ihtilat (erkeklerle beraber oturup haşır neşir olma) durumunun olmaması ve kadının nafakasını temin edecek hiç kimsenin bulunmaması gerektiğini söylemiştir.
Ayetteki ”Çobanlar sulayıp çekilinceye kadar biz koyunlarımızı sulayamayız” ifâdesi, ihtilâtın câiz olmadığına delildir. Zira Hz. Şuayb’m kızları, koyunlarını sulamak ıçin orada bulunan erkek çobanların çekilmesini beklemiştir.
“Babamız çok yaşlı bir adamdır” ifâdesi ise, kadınların çalışabilmesi için nafakalarını temin edecek kimsenin bulunmamasını gerektirir. Zira bu ifâde: ”Babamız yaşlı olduğu ve koyun sulama işine güç yetiremediği için biz bu işi yapıyoruz” anlamındadır.
Not: İstisnai durumların varlığı göz ardı edilemez.
Allâh-u a’lem.
”Onlara dünya hayatının örneğini de ver: O gökten indirdiğimiz bir su gibidir.”(Kehf,45)
Bu âyet-i kerîmede dünya hayâtının suya benzetilmesinin bâzı hikmetleri vardır ki onları şöyle ifâde edebiliriz:
1. Su bir hâl üzere kalmaz. Dünya da bir hâl üzere durmaz, dâima değişir.
2. Su bir yerde durmaz, akıp gider. Dünya da bâki kalmayacak fâni olacaktır.
3. Hiç kimse suya girip de kuru kalmayı başaramaz. Aynı şekilde dünyaya gelen hiç kimse onun fitne ve âfetlerinden selâmette kalamaz.
4. Su, olması gerektiği kadar olursa faydalı olur, gereğinden fazla olursa zararlı olur ve helâk eder.Dünya da öyledir, olması gerektiği kadar olmalıdır. Fazlası zarar verir ve insanı helâk eder.“1
“Bu misâller (yok mu?) işte biz onları, insanlar düşünsünler diye veriyoruz.(Haşr,21)
‘
1 İmâm Kurtubî, El-Câmi’ Li Ahkâmi’l-Kur’ân.
Ey Ebâ Zerr! Gemini sağlam yap, deniz derindir,
Yükünü hafif tut, sarp geçit çetindir.
Azığını çoğalt, yolculuk uzundur,
Amelini ihlâslı yap, murâkıb gözükmektedir.
(Deylemi, Fırdevsu’l-Ahbâr, 8368. )
Nitekim çekirge, göç edeceği yeri bilerek ve kast etmek, belli bir düzen ve ahenk içerisinde seyreder. Kelebek ise, düzensiz bir şekilde uçmasıyla bilinir. Bundan dolayı kıyamet anında dehşete kapılan insanoğlu, tıpkı nereye uçtuğu belli olmayan kelebekler gibi sağa sola kaçışır. İşte bu hâlleri kelebeklere benzetilmiştir. Ancak kabirlerinden çıktıklarında ise, mahşer alanına gideceklerini bildiklerinden, tıpkı nereye göç edeceğini bilen ve oraya doğru seyreden çekirgelere benzetilmiştir.
Kuı’ân’ın belagati ne kadar da muazzamdır!
****
1.“0 gün insanlar, her biri bir tarafa uçuşan küçük kelebekler gibi olacaktır.” (Kâria Süresi, 101/4).
2.“Gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.“ (Kalem Süresi, 54/7).
İbn Kayyim (rahmetullâhi aleyh), bu âyete işâret ederek, şu latîf yorumu yapar:
”İmân nüruyla aydınlanmış ve şehvet esâretinden kurtulmuş olan kalbe bir nür bahşedilir. Bu nürdan bir alev tutuşur ve bu alev; kalbe girmeye çalışan vesveseleri yakıp kül eder. Bu, tıpkı yıldızlarla korunmuş semâya benzer. (Yukarıdaki âyette bahsi geçen yıldızlara işâret ediyor). Şöyle ki; semaya yaklaşmaya yeltenen bir şeytan olduğunda, bu yıldızlar şeytanlara atılır ve şeytanlar oradan kovulur. Böylesine bir muhafazaya medâr olan sema, insandan daha yüce olamaz. Allah’ın himâyesi, insanoğlu için daha tam ve mükemmeldir. Zira o sema, meleklerin ibâdet mekânı, vahyin karargâhı ve ibâdet nurlarının toplandığı yer iken; Müminin kalbi ise, tevhid, muhabbet, marifet ve îmânın karar kıldığı yerdir. Böyle bir yer, şeytanlardan korunmaya semadan daha lâyıktır.1
“Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerinizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin. ( Al-i İmrân Süresi, 3/8.)
1 İbn Kayyim, El-Vâbilu’ s-Sayyib Mine’l-Kelimi’ t-Tayyib. 2
“Onlar sanki aslandan kaçan yaban eşekleridirler.”(Müddesir,50-51)
Fahreddîn er-Râzî, bu âyetin tefsirinde şu yorumu yapıyor:
”Müşrikler, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)i gördüklerinde tıpkı yaban eşeklerinin aslandan kaçtığı gibi kaçıyorlordı.”2
Çünkü Efendimiz ( sallallâhu aleyhi ve sellem) onlara Kur’ân âyetlerini okuyordu.
Öyleyse Kur’ân okuyucuları da Kur’ân’ı aslanlar gibi çekinmeden/korkmadan okumalıdır. Ta ki Kur’ân’dan yüz çeviren müşrikler, kendisinden yaban eşekleri gibi kaçıp uzaklaşsın.
”Yalnız sana kulluk ederiz.” Bu âyette meful olan (iyyake) kelimesi, içerisinde fâil bulunan (nehbudu) kelimesinden önce gelmiştir. Normalde Arapçada cümle yapısında fâil, mefulden önce gelir. Ancak bu âyette meful daha önce gelmiştir.
Bunda da üç incelik vardır:
1. Mânâyı Hasretmek: Kulluğu yalnız Allah’a hasretmektir. Bu takdirle mana şöyle olur: ”Senden başkasına kulluk yapmayız. ”
2. Allah’ın zikrini öne almak: Şöyle ki; ”Sana kulluk ederiz” cümlesinde önce Yüce Allah zikredilmiştir.
3. Allah’a yakınlaşma hususunda azimli olmayı ifâde etmek: ”Yalnız Sana kulluk ederiz” cümlesi, ”Başkasına değil, Sana kulluk ederiz” cümlesinden daha etkilidir.
Birincisi: Hz. Müsâ (aleyhi’s-selâm) ile Firavun arasında cereyân eden hâdiseleri anlatan kıssalardır.
İkincisi ise: Hz. Hz. Müsâ (aleyhi’s-selâm) ile İsrâîl oğulları arasında cereyân eden hâdiseleri anlatan kıssalardır.
Bu iki grubu incelediğimizde, bu kıssalarda bâzı hikmetlerin bulunduğunu görüyoruz; Şöyle ki: Hz. Müsâ (aleyhi’s-selâm) ile Firavun arasında cereyân eden hâdiseleri anlatan âyetler, Mekke’de nâzil olmuştur. Bu âyetler, Firavun ile ordusunun helâkını anlatmaktadır. Yüce Rabbimiz, Firavun ve ordusunun âkıbetini haber vererek, Mekke müşriklerinden Firavun gibi azgınlık yapan ya da yapmaya yeltenen zorbalara âdeta gözdağı vermiştir. Yani onlara: ”Ey Mekke Halkı! Sizden her kim saltanatı ve gücüne güveniyorsa, bilsin ki Yüce Allah, sizden daha büyük bir saltanata sahip olan Firavun’u ve daha nice azgınları helâk etmiştir!” mesajı verilmiştir. İşte bu sebeple Hz. Musâ (aleyhi’s-selâm)’ın Firavun ile olan kıssaları Mekkî sürelerde anlatılmıştır.
Hz. Müsâ (aleyhi’s-selâm) kıssalarının ikinci grubunda ise, İsrâîl oğullarının azgınlığı ve nankörlüğü anlatılmaktadır. Bu kıssaları anlatan âyetler, genellikle Medenî sürelerde, bilhassa Bakara Suresi’nde bulunmaktadır. Yüce Rabbimiz, bu kıssalar ile Medine’de yaşayan Yahüdî kabilelerini uyarmayı murâd etmiştir. Zira onlar da İsrâîl oğulları gibi ihânet ve nankörlük cürümlerini işleyecek olurlarsa, kendilerine İsrâîl oğullarına tattırılan azalar ilhâk olacaktır. İşte bu sebeple bu âyetler de Medîne’de nâzil olmuştur.
Yani bu kıssalar hâşâ rastgele değil, birtakım hikmetlere binaen anlatılmıştır.
Allah en doğrusunu bilir.
”Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye.(Enbiyâ Süresi, 21/58)
Bu âyeti kerîmede Cenâb-ı Hak, putların büyük olanını ifade buyururken: (kebiren lehum) ‘yani ”onların büyüğünü” ifadesini kullanmıştır. Bu ifade birçok hikmeti hâizdir. Şöyle ki; bâtılın temsilcisi olan put için mutlak olarak “büyük” ifadesi kullanılmayıp diğer putlara izafe edilerek ”onların büyüğü” ifadesi kullanılmıştır. Yani o put asla ”büyük/yüce” değildir. Onun büyüklüğü, kendisi gibi bâtıllara nispetledir.
Bu âyeti kerimedeki bu latif üslüp, bizlere şu mesajı vermektedir. ”Cenâb-ı Hakk’ın tahkir ettiği hiçbir şeyi tazim etmeyin. Zira onlar, ancak kendilerini tazim edenlere nispetle büyük olabilirler. Bâtıl ve bâtıla dâir hiçbir şey ta’zîm edilemez.”1
Allâh-u a’lem.
1 .Sa’dî, Tefsîru’s-Sa’dî.
”Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan!
Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”(Yusuf,101)
Hz. Yüsuf’un, duasında zikrettiği ”mülk” nedir? Mısır hazinelerinin başına geçmek mi?
Buradaki mülk’ten kasıt; hakîkî mülktür. Hakîkî mülk ise; kişinin kendi nefsine mâlik olması, güzel ve makam sâhibi bir kadının zina davetine: «Ben Allah’tan korkarım» cevabını vermesidir. Yoksa diğer mülk, herkese verilebilir. Hz. Yüsuf’a verilen mülk, hakîkî mülk idi. Nitekim bu hakîkî mülk, kişiyi ebedî saadete götürür.
Öyleyse; kişi kendi nefsine sâhip çıkabiliyorsa mâliktir. Hevâsına gâlib gelebiliyorsa mâliktir. Nefsin yularını elinde tutabiliyorsa mâliktir. Şehvetine hâkim olabiliyorsa mâliktir. Nefsini hayırlara sevk edebiliyorsa mâliktir. Lâkin kişinin nefsi kendisini haramlara sevk ediyorsa o memlüktur. Heyhat! Mâlik olmakla memlük olmak arasinda ne kadar büyük bir fark
vardir!1
1 Muhammed Râtib en-Nâbulsî, Mevsüatu Esmâülâhi’l-Husna
“Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isterim”(Fatiha,5)
Bu âyeti-i kerimede tekil şahıs kipi yerine çoğul kipi kullamlmıştır. Yani; ”yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isterim” yerine ”ederiz” ve ”isteriz” kelimeleri kullanılmıştır. Bunun hikmetine dâir şöyle bir yorum yapılmıştır:
Bu âyet-i kerîme, Fâtiha Süresi’ni okuyan kişiyi şöyle düşünmeye sevk etmektedir; ”Ey Rabbim! Ben şu günahkâr hâlimle senin kapında durup sana ibadet etmeye ve istemeye bile layık değilim. Ancak sana ibadet edip, senden istemeye layık olan sâlihlerin ardına sığınıp onlarla birlikte: ”Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz” diyebiliyorum.1
1.Muhammed Alî es-Sâbünî, Saffet
u’t-Tefâsîr.
“Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer.”(Bakara,187) elbisesınız.
Bu âyetin tefsirinde yapılan yorumlardan biri şöyledir:
“Yüce Allah, eşleri birbirini örten elbise olarak nitelemiştir. Çünkü elbisenin özellikleri arasında sâhibini örtüp gizlemek, ziynet olarak kullanılmak ve korumak gibi özellikler bulunmaktadır. Eğer elbise güzel ve kaliteli olursa, sâhibini hakkıyla örter, ona en güzel ziynet olur ve onu insanların bakışlarından korur. Buna karşın kötü ve kalitesiz elbise, sâhibini ayıplanmış bir hâlde ortada bırakır.
Eşlerin durumu da tıpkı buna benzemektedir. İşte bu sebeple âyette eşler için ”elbise” nitelemesi yapılmıştır.”
Allâh-u a’lem.
”Dedik ki: Ey Adem, sen ve eşin cennette oturun, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”(Bakara,35)
Bu âyet-i kerîme, üç emri ihtiva etmektedir.
Birincisi: Hz. Adem’ e hitaben, eşiyle, birlikte Cennete yerleşmeleri:
İkincisi: İkisinin de Cennetten diledikleri yerde bol bol yemeleri:
Üçüncü ise; yasak ağaca yaklaşmamaları:
Bu emirlerden ikinci ve üçüncüsü Hz. Adem ve Hz. Havva’ya birlikte yöneltilmiş iken; birinci emir sadece Hz. Adem’e tevcih edilmiştir. Yani Cenneti mesken edinme hususunda sadece Hz. Adem’e hitap ederken, Cennette yeme içme ve yasak ağaca yaklaşmama hususlarında ise, Hz. Adem ve Hz. Havva’ya birlikte hitap etmiştir. Bunun sebebine dair şöyle bir yorum yapılmıştır:
Fıtrat-ı selime göre kadın, mesken konusunda kocasına tabidir. Yani kocası nereyi mesken edinmişse, kadın da orayı mesken edinir. Bundan dolayı Yüce Rabbimiz mevzu bahis mesken olunca, sadece Hz. Adem’e hitap etmiş ve ”Ey Adem, sen ve eşin cennette oturun” buyurmuştur. Mesken dışındaki yeme-içme ve yasak ağaca yaklaşmama mükellefiyeti hususunda ise her ikisini birden muhatap alarak: ”ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yiyin“, fakat şu ağaca yaklaşmayın” buyurmuştur.“)1
Allâh-u a’lem.
1 Mustafa Hayrî el-Mansürî, el-Muktetaf Min Uyüni’t-Tefâsîr.
0 Yorumlar