Niçin Zekât?
Paylaş:

0x0-2019-zekat-nasil-hesaplanir-zekat-kimlere-ne-zamana-kadar-kac-tl-verilir-diyanet-acikladi-1559643776625-300x154 Niçin Zekât?

“Zekâtın verilmemesi, karada ve denizde malların telefine neden olur.'(Rudani,Cemu’l Fevaid,c.2,s.291)

Malların telef olması, mal üzerinden kişinin cezalandırılması olarak mütalaa edilebilir. Kişi malın zekâtını kendi rızası ile vermediği takdirde o mal boş yere zayi olur. Niçin karada ve denizde? Bu belirleme, aslında, her yerde bağlamında anlaşılmaya müsaittir. Cezalan­dırmayı kendi mantığı içinde, yani iktisadi bağlamda ele almak anlamlı olmalı.

Zekât nedir? Kısaca, malın kendinden arındırılması, malın maldan istiğnasıdır…  ,

Mal kendinden nasıl arındırılır? Doğaldır ki kendin­deki fazlalıkların ondan çıkartılmasıyla… Şayet mal ken­dinden arındırılmazsa, onun üzerinde birikmiş olarak bırakılırsa; başka bir söyleyişle, o mal topluma aktarıl- mazsa, bu mal toplumdan çekilmiş sayılır. Toplumdan çekilen her birim mal o toplumdaki mal akışının, mal te­davülünün, bunun parasal karşılığının tedavülden çe­kilmesi demek olur.

Böylece malımızı arındırmadığımız takdirde onun üzerindeki toplumun hakkı olan kısmını piyasadan çek­miş ve sonuçta açlığın, kıtlığın yolunu kendi elimizle ha­zırlamış oluruz. Burada, yoksulluğun neredeyse küfre denk olduğu uyarısında bulunan bir başka hadis-i şeri­fi anımsayalım.

Türkçede bir söz var: “Mal canın yongasıdır.” diyor. Bu söz aslmda zekâtla ilgili hadis-i şeriflere de uyarla­nabilecek bir manayı içeriyor. Yonga nedir? Yonga, bir ağacın veya herhangi bir nesnenin üzerinden yontarak çıkarttığımız parçacıklardır. Malın canın yongası olma­sı ise: Malımızı kendimizden arındırdıkça, yongalar hâ­linde soyup çıkarttıkça kendi özümüze ulaşmış oluyo­ruz. Yani maldan kendimizi ne kadar arındırırsak, insan olmaya o kadar yaklaşmış olduğumuz anlamını tazammun ediyor bu işlem.

Öte yandan, yonga aslında çok da kıymet izafe edi­len bir parçacık değil, onun atılması gerekir yahut bir biçimde kullanılacaksa kullanılması gerekir. Eskiden o yongalarla soba tutuşturulurdu, bir işe yarardı. Demek ki mal canın yongasıysa bunun bir biçimde işe yaraya­bilmesi için onu yine topluma intikal ettirmek gerekiyor, intikal ettirilmediği takdirde o mal o yongayla beraber ham hâlde kişinin üzerinde ağırlık olarak bırakılmış ola­caktır. Daha da vahimi, o yongayı malın kanser hücresi telakki etmek de mümkün, o fazla hücreleri ana gövde­den arındırmak gerekir… Aksi takdirde çürüyerek kara­da ve denizde telef olmaya, yok olmaya gider.

İnceleyin:  Hukuk mu Ahlak mı?

Zekâtın karşı yüzü: faiz. Faiz, paradan para kazan­maksa, zekât, malı maldan arındırmak… Bu açıdan bakıl­dığında zekâtla faizin birbirinin zıddı olduğu idrak edi­lebilir. Zekâta bir bakıma antifaiz demek de mümkün…

Faiz, paradan para kazanmaktır diyoruz; zekât ise mal ve nakit üzerinde birikmiş olan toplumun hakkını top-luma aktarmak, iade etmek demek oluyor. Faizle bir bi­rikim sağlanmış gibi görünmesine rağmen, o birikimin bir üretim karşılığı olmadığını kavramak gerekiyor.

Zekât vermek suretiyle mal veya nakit üzerindeki bi­rikintinin topluma iadesi ve sonuçta tedavül hızının arttırılması sağlanmaktadır. Böylece zekâta toplumun sey­yanen zenginliğini arttırdığını, açların doyurulduğunu, yoksulların ihtiyaçlarının giderildiğini görmüş oluyo­ruz. Üzerinde ısrarla, defalarca durduğumuz hasedin önlenmiş olacağı da bir kere daha ortaya çıkmış oluyor. Haset, evet, bir insan karakteri olarak kabul edilse de, bir yerde de açların toklara duyduğu olumsuz duygu­yu da ifade ediyor.

Zekât, malın maldan istiğnasıdır, dedik. Hâlbuki fa­iz, malın mala göz dikmesi… Hadis-i kutsiye göre, insan her neye göz dikerse o şeyden mahrum bırakılır, her ne­ye istiğna gösterirse o şey onun ardma koşulur. Cafer-i Sadık hazretleri mealen şöyle naklediyor: “Allah Teâlâ dünyaya şöyle vahyetti: ‘Kim senin arkandan koşarsa sen ondan uzaklaş, kim senden uzaklaşırsa sen onun arka­sından koş.” Zekâtta da aşağı yukarı bu sözün farklı bir tecellisini görüyoruz.

Aslında zekât vermek suretiyle ne yapılıyor? Bu mal durduk yerde kazanılmadı. Bu mal, bir arada yaşadığı­mız insanlar sayesinde kazanıldı. Yani benim kazanmış olduğum her birim malın üzerinde toplumdaki bütün fertlerin, benimle, komşumla ilişkisi olan bütün fertlerin bir payı var demektir. Biz zekât vermekle sadece üzeri­ne abanmış olduğumuz bu maldan bir parçayı topluma “lütfetmiş” olmuyoruz, bir lütufkârlık yapmış olmuyoruz; tam tersine, toplumun bu mal üzerinde birikmiş olan hakkım ona iade etmiş oluyoruz.

İnceleyin:  Müslümanlar Kuşku Yok ki Antiemperyalisttir

Zekât, Kur’ân-ı Kerîm’de çoğu yerde namazla bera­ber zikrediliyor. Efendimizin irtihâlinden sonra, Hz. Ebu Bekir’in hilafeti zamanında bir kabilenin zekât vermek­ten kaçınmasıyla ilgili bir olay yaşanır. Ebu Hureyre (ra), Efendimizin vefatı üzerine yerine Hz. Ebu Bekir hali­fe seçilip de Araplardan kimileri dinden dönünce Hz. Ebu Bekir’in bunlara savaş açtığını naklediyor. (Bu ola­ya, “Görünüşe Göre Hüküm Vermek” bölümünde, baş­ka bir münasebetle değindik.) Bu olay zekât vermeyene karşı uygulanacak yaptırımın mahiyetini de göstermek­tedir. Demek ki, zekât ödemeyene zecri tedbir uygula­nabilir, hatta uygulanmalıdır.

Rasim Özdönören – Hadislerin Işığında Hz.Muhammed,syf.109-112