Müzakereler sırasında yapılan tartışmaların en önemlilerinden birisi de Halife’nin vazife ve salahiyetleri konusunda olanıydı. Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey, Vatikan’ı taklit etmediklerini, Halife’nin vazifelerinin belirlenmesi gerektiğini ifade etti. O’na göre, Halife ruhani ve dsmani kuvvetleri nefsinde cem etmektedir ve şuranın reisi olmalıdır. Dolaylı yoldan Halife’nin Meclis’in reisi olması gerektiğini söylüyordu.
Bu tehlikeyi gören M. Kemal, Meclis’in Türkiye’nin meclisi olduğunu, Hilafet’in ise tüm Müslümanlara ait bir kurum olduğunu, öncelikle yapılması gerekenin hal’ ve intihap izlenimleri olduğunu, vazife tespitinin daha sonraki bir iş olduğunu beyan ederek bu konuyu kapattı… Daha doğrusu savus turdu… İleride de bu konunun gündeme getirilmesine yönelik, her teşebbüs bir şekilde geçiştirilecektir… Halifenin hukuku konusu bilinçli olarak muallâkta bırakılmıştır…
Aslında burada büyük bir çelişki göze çarpmaktadır. Halifelik her fırsatta, Müslümanlar arasındaki yüksek bir makam olarak ifade edilmekte, Hilafetin tüm Müslümanları ilgilendirdiği ve BMM’nin bu konuda yetkili olmadığı anlamında sözler edilmektedir. (Yani BMM ulusal, Hilafet ise evrensel/ulus-üstü bir kurumdur.) Bütün bunlara karşın, bu Makama oturacak kişiyi BMM seçmektedir…
Madem Hilafet makamı tüm Müslümanlara ait bir makamdır, oraya oturacak zata seçme yetkisi de tüm Müslümanlara ait olmalıdır. Yani evrensel bir makama kimin oturacağına milli bir kurum değil evrensel bir kurum karar vermelidir… Bu konuya, bir millete ait meclis değil ümmete ait bir meclis karar vermelidir… (Yani, Saltanatın ilgası konusunda olduğu gibi bu konuda da hukuka aykırılık göze çarpmaktadır. ) Aynı argüman Hilafetin ilgası için de geçerlidir: Tüm Müslümanlara ait evrensel bir makam, ulusal bir makam eliyle ilga edilemez…
BMM’nin Saltanatı ilga etmeye yetkili olup olmadığı, ilga kararının hukuka aykırı olup olmadığı konusunda açılmayan hukuki tartışma, geniş çaplı olmasa da, Halife seçimi konusunda açılmıştır. Trabzon mebusu Hafız Mehmet Bey bu yolda kısa bir konuşma yaptı. Mehmet Bey şöyle diyordu:
“Medis-i Ali, Halife intihabı hakkına malik değildir. Çünkü Halife intihap etmek için kudret-i padişahı ile olması lazımdır. Ne vakit ki Halife bir makam-ı dinî olmuştur, bu Meclis Halife’yi intihap edemez ve hakkı yoktur.”(1)
Mehmet Bey’e göre Saltanatın ilgasından sonra Hilafet, artık bir dinî kurum haline dönüşmüştür; bu nedenle sadece Türkiye’deki Müslümanlan temsil eden BMM Halife’yi seçemez;bıı makama oeçitok kişi konusunda tüm Muslumanlar karar verebilir… Meclis olsa olsa Padişahlık kudretine sahip bir Halife seçebilirdi. Bu suretle de neticede siyası bir kurum için seçim yapılmış olurdu. Bu çok kuvvetli bir argümandır ancak aynı kuvvette bir cevap bulamamıştır…
Mehmet Bey’in değindiği yetki konusuna, lehinde olsun aleyhinde olsun değinen olmadı… Yani hukukilik ve yetki meselesi enine boyuna tartışılmadı. Ya da tartışılamadı… Müzakereler Saltanat’ın ilgasından sonra olduğu gibi, bir hoca efendinin (Ankara mebusu Hacı Mustafa Efendi) okuduğu dua ile sona erdi…
Aslında Halifeliğin dinî bir kurum haline getirilmesi süreci Osmanlı’nın son zamanlarında, Saltanat ve Hilafet ayrımı yapılmasıyla başlamıştır. Panislamist politikaların bir aracı olarak düşünülen Hilafet iyiden iyiye dini/ruhani bir kurum haline getirilmişti. BMM hükümeti de bu geleneği devam ettirmiştir. Ancak Saltanatın kaldırılmasıyla Hilafet’in bu veçhesi iyice dikkat çeker bir hale gelmiş ve Hilafet tamamen dini/ruhani bir kurum haline dönüşmüştür.
İslam tarihinde ilk defa hiç bir siyasi yetkisi olmayan bir Halife, seçimle işbaşına gelmekteydi. M. Kemal’in örnek olarak gösterdiği Melikşah dönemindeki siyasi yetkisi olmayan Halife ise, daha sonrakiler gibi veraset yoluyla ve veliahtlık usulüyle Hilafet makamına oturmuşlardı; seçim yoluyla değil.
(1)-TBMM,ZC,1.3,D.1,C.24,Syf;562-565
Cemal Fedayi
0 Yorumlar