Kur’an, Bilim ve Yorum Çelişkileri
Paylaş:

 

Bu kitap içerisinde bu bölümden önce iki bilimsel itiraza cevap verdik. Bu bölümden sonra iki bilimsel itiraza daha cevap vermeye çalışacağız. Aslında bu dört mesele için de geçerli olan metodu ise burada tartışacağız. Zira bu bölüm, diğer dört sorunun usul açısından ele alınması anlamına geliyor. Usul ilimleri, büyük fay­dalarına rağmen “kolay anlaşılmamak” ile maluldür. Bu bölümü ilgili dört sorunun başına almama sebebimiz de buydu. Zira iki soruda da bu bölümde oturtmaya çalıştığımız usule dair ilkeleri kullandık. Bu iki sorunun burada yazacaklarımızı somutlaştıra­cağım ve kolay anlaşılmasını sağlayacağını ümit ediyoruz. Bundan sonraki iki soruda ise burada anlattığımız esaslar, örnekler üze­rinde uygulanması açısından pratik bir gözleme konu olacaktır.

Sürekli karşılaştığımız “Kurana göre x konu şöyle mi?” gibi sorular tam olarak netliğe kavuşamamaya mahkumdur. Sorunun doğru biçimi aslında şöyle olmalıdır çünkü: “Falancanın Kuran dan anladığına göre x konu şöyle mi?”

Kuranın bizatihi bir anlamı muhakkak vardır. Bu anlama “murad-ı ilahi” diyebiliriz. Ancak beşerin dilinden dökülen her “Kuran şöyledir.” sözü bir yorumdur, insanlar yorumlarının apa­çık/aksi düşünülemez olduğunu zannetse ve hatta kendi görüşle­rini peşinden âyet okuyabildikleri için “Ben demiyorum, Kuran diyor.” şeklinde temellendirmeye çalışsalar dahi durum böyledir. “Kurana göre” demek ile “Kuran dan benim anladığıma göre” de­mek arasında çok derin bir uçurum vardır.

Eğer Kuran ile bilim çatışmasını inceleyeceksek Kuran dan sonra etraflıca ele alınması gereken diğer bir mefhum da bilim­dir. “Bilim nedir?” sorusuna dört başı mamur bir tanım getirme­den “Kur an bilim çatışması” üzerine konuşmak bir kör dövüşün­den ileri gitmeyecektir.

Bilimi en basit haliyle “Doğa kanunlarının belli bir yönteme dayanarak anlaşılma ve açıklanması çabasıdır.” cümlesiyle tanım­layabiliriz. Elbette “doğa kanunları” ile “bilim” tabirleri arasında dikkate değer bir fark olduğu aşikârdır. Bilim, doğa kanunları­nın bizatihi kendisi değildir. Bir sözün bilimsel olması onun doğa kanunlarının bizatihi kendisine karşılık geldiğini göstermeyecek­tir. Zira tamamen bilimsel yöntemlerle de olsa doğa kanunlarının hatalı bir biçimde anlaşılması mümkündür. Bilim tarihi bunun örnekleri ile doludur. Bilimsel bir çıkarımın hatalı olduğu sonu­cuna varıldığında, bu, onun yaygın kabul gördüğü dönemde bi­limsel olmadığı anlamına gelmez.

Dolayısı ile bilimsel=doğru denklemi geçerli değildir. Bilim tarihinden anlayan herkes böyle bir denklem kurmanın uygun olmadığını bilir.

O halde “Kuran ve bilim çatışması” ifadesinin bu açıklamalar­dan sonra “Kişinin Kur an dan anladığı şey ile doğa kanunlarının X şekilde olduğu düşüncesi arasındaki çatışma” demek olduğu anlaşılmış olmalı.

Bir numaralandırma yaparak meseleyi basitleştirelim:

1. Kuranın bizatihi anlamı (murada ilahi)

2.Kur an dan bizim ya da başkalarının anladığı şeyler (beşerin yorumu)

3.Doğa kanunlarının bizatihi kendisi

4.Doğa kanunlarının x şekilde olduğu yönündeki kanaatler (bilimsel bilgi)

Bu skalayı aidinizin bir köşesinde tutmanız yazının devamında aktaracağımız şeyleri kolay anlamanız açısından önemlidir.

“Din-bilim çatışması” söylemini de bu skala özelinde yorum­layacak olursak:

1-A: Eğer murad-ı ilahi ile doğa kanunlarının çeliştiğini bili­yor olsaydık burada gerçek bir çelişkiden bahsedilebilirdi. Fakat murad-ı ilahiyi kaçınılmaz bir şekilde tespit edebilmek için hiç­bir zarına meydan bırakmayan bir Kur an yorumuna sahip ol­mamız gerekir. Dolayısı ile biz 1-A bağlamında bir çelişki iddia­sını “şu yorum da muhtemel” dediğimizde savuşturmuş oluruz. Hakeza, böyle bir çelişkiyi tespit edebilmenin ikinci yönü “doğa kanunu nu tespit edebilmektir. Bilimsel çıkarımlarımız ve bilgi­lerimiz doğa kanununu bulma çabasındadır. Ancak doğa kanu­nunu bizzat tespit edebilmek neredeyse imkânsızdır. Bilim tari­hindeki değişiklikler, bilimsel teorilerin sürekli yanlışlanması ve geliştirilmesi zaten bunu göstermektedir. Eğer biz, bilimsel bir ku­ramın doğa kanununun bizzat kendisini keşfettiğini iddia edebil­seydik, kuramın %100 doğru olduğunu iddia etmiş olurduk. Oysa bilim felsefesi teorilerinin hiçbirisi bu kuramların %100 doğru­luk ifade ettiğini söylemez. Dolayısı ile bilimsel bir iddia ile dini çürütmenin hem din yönünden hem de bilim yönünden imkânı yoktur. Vakıada mümkün değildir.

Ben bir Müslüman olarak a priori bir biçimde murad-ı ilahi ile doğa kanunlarının hiçbir şekilde çatışmayacağını düşünebi­liriz. Zira Kurandaki murad-ı ilahi nasıl Allaha dayanıyorsa, doğa kanunları da Allaha dayanmaktadır* Bu inancımı rasyo- nalize etmek için Kuranın Allah tan geldiğini ispat etmem (nü­büvvet ispatı) ve kâinatı Allah’ın yarattığını ispat etmem (Tanrı ispatı) yapmam yeterlidir. Tanrı ispatı ve nübüvvet ispatını yapa­bildikten sonra 1 ve Anın çelişmeyeceğini başka bir delile ihtiyaç duymaksızın savunabilirim.

1 ve Anın tespitinin zorluğundan bahsettikten sonra, aynı du­rumların 1-B ya da 2-A eşleşmeleri için de geçerli olacağını söy­leyebiliriz. Bu durumda geriye sadece 2-B kalır.

2-B: Kur an dan beşerin anladığı şeyler (tefsir) ile beşerin doğa kanunları hakkındaki tahminleri (bilimsel bilgi) çatışabilir. Zaten vakıada “din-bilim çatışması” biçiminde öne sürülen örneklerin tamamı da bu eşleşmeye indirgenebilir. Elbette sosyal hayatta bu iddiaların görüntülenmesinde şu tarz retorikler kullanılabilir:

-Kuran’dan beşerin anladığı yorumu murad-ı ilahinin bi­zatihi kendisi gibi gören ya da göstermeye çalışanlar (“Ben söylemiyorum Allah söylüyor”cu kişiler). / Görüşünün 1 olduğu vehmine neden olurlar.

-Doğa kanunları ile ilgili beşeri yorumları (bilimsel bilgi) doğa kanunlarının bizatihi kendisi gibi gören ve göstermeye çalışanlar (Güncelde rastlanan natüralist ya da pozitivist kişiler)* / Görüşlerinin A olduğu vehmine neden olurlar.

Nihayetinde bilimsel hiçbir teorinin katî olarak doğa kanununu bulduğunu iddia edemeyeceğimizi ifade etmiştik. Kuran âyetlerin­den yapılan bilimsel çıkarımların da hiçbirisinin katî anlam ifade etmeyeceğini söyleyebiliriz. En azından ben Kur’an da “Başka an­lama gelemeyecek derecede bilimsel kanaate işaret eden bir ayet bilmiyorum. Yahut en azından bu âyetlerin hiçbirinin bilim an­latmak maksadı ile nazil olmadığını söyleyebiliriz. Bu delalet açı­sından yeteri derecede zannîlik oluşturacaktır.

Şu anda geldiğimiz noktada 2-B üzerinden ortaya çıkan “din-bi- lim çatışması” iddialarının aslında * zan-zan ‘ çatışması olduğu ortaya çıkar* Bu anlamı ile ben bilimsel bir din çürütme iddia­sının usulen vaki olamayacağını düşünüyorum. Peki din çürüt­mesi bağlamını geçtikten sonra bu potansiyel “zan-zan” çatışma­sında hangi tarafı seçmek gerekir? Kur an dan çıkarılan yorumu mu yoksa bilimsel bilgiyi mi?

Kur’an Yorumu ile Bilim Çelişkili Göründüğünde

Buraya kadar tahlil ettiğimiz noktalar bize göre net sonuç­lardır. Ancak şu an suyun biraz daha bulanık olduğu bir yere gel­dik Naçizane kanaatim, bu konuda öne sürülen iddiaların ge­nelde sağlam bir biçimde temellendirilmeyen sloganımsı sözlerden ibaret kaldığı yönünde Sloganlar üzerine usul inşa edilemeye­ceği ise malumdur.

Bizce bu sorunun kendisi modern çağ için çok önemli bir ke­lam ve usul konusudur* Bugün “bilimsel metod”, sanıldığından çok daha yeni bir şeydir. Bilimin bu şekilde sistematik bilgi üre­ten, sınır ve yöntemi görece belli bir metod olarak ortaya çıkması çok yakın çağlara tekabül eder. Daha önceleri metoda işaret eden parlak fikirler olsa da bunlar genellikle sistemleşmekten uzaktır.

İnceleyin:  Modern Karakter

Klasik dönem usulümüzün şekillendiği yüzyıllarda “sistema­tik bilimsel bilgi ile metin ilişkisi” doğal olarak gündemde değildir. îslami metinlerde bu konuya işaret eden parlak fikirler olmakla beraber metodik tartışmalar içerisinde hakkıyla ele alındığını söylemek zordur. Dolayısıyla dinî yorum/bilim ilişkisi bu çağda çözülmesi gereken önemli bir usul meselesi olarak ortada durur. Konu bu sebeple uzun bir zaman daha bizim gündemimizi meş­gul edecek gibi görünüyor. Şimdilik genel bir çerçeve çizme ça­basının dahi oldukça faydalı olacağını zannediyorum. Ancak son sözü söylemenin zor olduğu bir konuyu tartıştığımızı da kabul etmek gerekir. Bu zorluğun sebepleri de çerçeveyi çizdiğimizde bir nebze anlaşılmış olacaktır.

1.Kuran yorumuna dayanarak çağdaş bilimsel bilginin red­dedildiğine tarihte sıkça rastlanmıştır. Örneğin Kuranın lafzından dünyanın düz olduğunu anlayan ve o dönemde yapılmış çalışmalar neticesinde ulaşılan dünyanın yuvar­lak olduğu yönündeki bilimsel bilgiye karşı çıkan âlimler olmuştur. Bu âlimlerin Kuranı bu şekilde yorumlamakla hata ettiklerini anlamak bugün için zor değildir.

Kuran yorumunu göz ardı edip yalnızca bilimsel bilgiyi esas alarak yanılmak da mümkündür. Örneğin evrenin ezeli olduğu görüşü eski çağlarda oldukça yaygın ve görece bilimsel sayılabi­lecek bir görüştü. Ancak Kuran’daki kıyamet anlatıları buna zıt görünüyordu. Nihayetinde bugün ulaşılan bilimsel bilgiler de ev­renin son bulacağını gösteriyor.

Kuran’dan istidlal edilen ilk yorum hatalı iken, ikinci yorum doğru çıkmıştır. Peki iki yorum arasındaki fark nedir? îlkinde bir âyetin lugavî anlamından çıkarım yapılmasına karşın, ikinci me­selede pek çok âyetten tümevarımsal (istikrai) çıkarım yapıldığını görüyoruz. Bu, tümevarım yoluyla yapılan yorumların daha gü­venilir olduğuna dair bir delil midir? Üzerine düşünmek gerek.

2.Kurana dair yapılan çeşitli yorumlar kendi aralarında eş değer güçte olmadığı gibi, bilimsel teoriler de kendi arala­rında eşdeğer güce sahip değildir. Oysa pozitif bilimlerin kendi aralarında bilgi değerleri farklıdır, işin içerisine sosyal bilimler de dahil olduğundan çok daha müphem işlemler bilim olarak adlandırılabilir.Yani Kur’ana dair güçlü yo­rumlar olduğu gibi uzak ve daha zannî yorumlar da var­dın Aynı şekilde çok daha güçlü verilere dayanan bilimsel teoriler olduğu gibi görece daha zayıf bilimsel teoriler de vardın Dolayısı ile sabit bir kaide koymak zordun îki de­ğişkeni birbirine göre mukayese etmeye kalkıştığımız her meselede olduğu gibi büyük oranda zannî ve içtihadî bir mukayese söz konusu olacaktır.

3. Meselenin zannî yönü anlaşıldığında bu konudan akaid (inanç esasları) devşirilmeyeceği de fark edilmelidir» Zira akaidin esasları zannî tartışmalar değil katî bilgilerle inşa edilin Burada konu içtihad ve zanna kaldıysa itham içe­ren bir dil kullanmamak gerekin İçtihada kalan konularda böyle bir dil kullanıldığında, içtihatta isabet edilse dahi ta­vır hatalı olacaktın

4. Kuran yorumu ve bilim meselesini ele alırken tartışmaların döndüğü eksenin doğa bilimleri olması önemlidir.» Kuran ayetlerinin doğa bilimlerini anlatmak için nazil olmadığı açıktır. Bu anlamı ile Kur an dan doğa bilimlerine dair çıka­rım yaptığımızda, Kuranın esas maksadı olmayan bir konu hakkında çıkarım yapmış oluruz. Oysa doğa kanunları di­rekt bilimin konusudur» Dolayısıyla çıkarım yapmaya ça­lıştığımız konu hakkında indirekt bir yorum ile direkt bir yorum karşı karşıya gelmiş olur.» Deyiş yerinde ise bu ko­nularda ev sahibi bilimdir»

Bulunduğumuz çağda bilimsel bilgi üretiminin, Kuran yorumlarına nazaran daha sistematik olduğu açıktır» Nihayetinde Kuran hakkında yorum yapmak tamamıyla serbesttir (bizce öyle de olmalıdır)» İnsanlar bu yorumları genellikle yorum sahibinin bilgi düzeyine bakarak iyi veya kötü şeklinde tasnif ederler. Ancak yorum kötü ve zayıf da olsa revaç bulabilir. Bilimsel bilgi üretiminde ise belirli bir sistematik ortaya konulmuş ve denetim mekanizması ge­liştirilmiştir. Bu kriterleri taşımak bilimsel bir fikir üreti­minde aranan bir özellik haline gelmiştir* Dolayısı ile bir görüşe “bilimsel” demek, bu görüşün belirli bir denetimden geçtiğini ortaya koyarken, “Kur’an yorumu” böyle bir dene­timi işaret etmez. Bu, bilimsel bilgi lehine bir durumdur.

6- Dört numaralı maddeye itiraz olarak “Yorumun denet­lenme kriteri vardır. Kötü yorum ile iyi yorum usul kai­delerine uymakla ayırt edilecektir.” denilebilir. Bu sözde belli bir oranda haklılık payı bizce de mevcut. En azından “deli saçması” düzeyindeki garip Kuran yorumları bu şe­kilde elenebilir. Ancak burada şu noktaya işaret etmek ge­rek: Hangi usul? Zira itirazda “usule uygun” ifadesi sanki belirlenmiş tek bir usul varmış gibi bir varsayım içeriyor. Oysa biz Kuranı yorumlamadaki usul hakkında da farklı görüşlere sahibiz. Özellikle de usulün “dinî yorum ve bi­lim ilişkisi” sadedinde çok bakir olduğundan bahsetmiş­tik. Bu anlamı ile usulün sabitlenmesi sorunu devam eder. Örneğin bizim kanaatimize göre Kuran yorumu yapılır­ken mevcut bilimsel bilgi göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun bir usul olarak benimsenmesi gerektiğini düşünüyo­ruz. Bu söylediğimiz usul benimsendiğinde zaten “Kuran yorumu ve bilim çatışması” gibi bir durum neredeyse söz konusu bile olmayacaktır* Bu usul ile diğer usuller arasın­daki fark açıktır ve itiraz bu farkı yok sayar gibi görünüyor.

Gazzâlî ve Din-Bilim Çelişkisi Örneği

Bahsettiğimiz usulün Gazzâlî’de karşılığını görmek benim için oldukça sevindirici. Gazzâlî, Meşşâî filozoflara reddiye bağlamında yazdığı Filozofların Tutarsızlığı isimli eserinin mukaddimesinde:

“İkinci kısmı, filozofların dinin ilkeleri ile asla çelişmeyen ve  peygamberlerin doğruladığı şeylerle zorunlu bir ilgisi olmayan I konular üzerine yaptıkları tartışmalardan ibarettir. Mesela on­ların Ay tutulması, Ay ışığını Güneşten aldığından yerkürenin Güneş’le Ay arasına girmesi sonucu Ayın ışığının kararması ola­yıdır. Yer yuvarlaktır ve gök onu her yandan kuşatmıştır…’ şek­lindeki görüşleri gibi. Biz bu tür bilgilerin geçersiz kılınması üzerinde ayrıntılı olarak durmayacağız; çünkü bu hiçbir yarar sağlamaz. Kim ki bunu geçersiz kılmak için tartışmaya girişme­nin dinin gereği olduğunu sanarsa, dine karşı suç işlemiş ve onu zaafa uğratmış olur. Zira bu meseleler hiçbir şüpheye yer bırak­mayan geometrik ve matematiksel kanıtlara dayanmaktadır. Ay ve Güneş tutulmasının vaktini ve süresini sebepleriyle birlikte haber verecek kadar bu meseleleri iyi bilen ve delillerini incele­yen kimseye Bu tavrın dine aykırıdır.’ denildiğinde, söz konusu kimse kendi bilgisinden değil dinden şüphe eder. Halbuki dinin öngörmediği bir yöntemle dine yardıma kalkışanın ona verdiği zarar, kendi yöntemiyle dine zarar vermek isteyenin ona vereceği zarardan daha büyüktür. Nitekim Akıllı düşman, cahil dosttan daha iyidir.’ denilmiştir.” Pasajın devamında bir hadisin bu me­seleye delil oluşu inceleniyor:

İnceleyin:  Selçuk Kütük - Endişeye Mahal Yok ''Alıntılar''

“Kaldı ki fazla kısım sahih olsa bile onu tevil etmek, doğru­luğu kesin olan meseleler üzerinde demagoji yapmaktan daha ko­laydır. Nitekim aklî delillerle tevil edilen nice açık naslar vardır ki (açık olmalarına rağmen) tevilin sağladığı açıklık derecesine ulaşmamışlardır. Mülhidleri (din düşmanlarını) en çok sevindi­ren şey, dini savunan birinin bu ve benzeri görüşlerin dine aykırı olduğunu açıklamasıdır.”

Kendi fikrî serüvenini anlattığı Munkız mine d Dalâl kita­bında ise:

“Bu felakete İslam dininin cahil müntesipleri yol açmıştır. Bunlar filozoflara ait tüm ilimleri red ve inkâr etmenin İslam’a hizmet olduğunu zannetmişler ve böylece felsefeyi tümüyle red­detmişlerdir, Bu inkâr, o kadar ileri boyutlara varmıştır ki filo­zofların Güneş ve Ay tutulması hakkındaki açıklamalarının dahi dine aykırı olduğunu iddia etmişlerdir. Bu sözler bu bilgileri kesin delillerle bilen kimselerin kulağına gittiğinde onları bu bilgilerin delilleri hakkında şüpheye düşürmemiştir. Fakat onları İslam di­ninin cehaletten ibaret olduğuna ve kesin delilleri bile inkâr ettiği düşüncesine inandırmıştır. Böylece felsefeye olan sevgi ve bağlılığı, öte yandan da Islama olan nefret ve düşmanlığı artmıştır. Bundan dolayı bu ilimleri red ve inkâr etmekle Islama hizmet ettiğini sa­nanlar, Islama karşı çok büyük bir cinayet işlemektedir.İslam dini bu ilimler hakkında ne olumlu ne de olumsuz bir şey söylemiştir. Aynı şekilde bu ilimler de din alanına müdahale etmemişlerdir.”

Gazzâlî’den naklettiğimiz bu pasajlar gerçekten çok ilginçtir. Belki bir tez konusu olacak kadar önemli varsayımları içerisinde barındırmaktadır.

-Öncelikle Gazzâlînin verdiği Ay ve Güneş tutulması gibi örnekler tam olarak bugün bilimsel bilgi dediğimiz nok­talara temas etmektedir Dikkat çeken bir diğer husus, Gazzâlînin bu konularda kendi görüşlerinden ziyade bu konuda uzman kimselerin kanaatlerine yer vermesidir, “Ay ve Güneş tutulmasının vaktini ve süresini sebepleriyle bir­likte haber verecek kadar bu meselelere ve delillerine vâkıf kimseye ‘Bu tavrın dine aykırıdır* denildiğinde, söz konusu kimse kendi bilgisinden değil dinden şüphe eder,’

-Gazzâlî, güçlü bilimsel bilgiler ile dinin çelişmeyeceğini düşünmektedir Bu tarz iddiaların dine zarar vermek ol­duğunu söylemektedir, “Mülhidleri (din düşmanlarını) en çok sevindiren şey, dini savunan birinin bu ve benzeri gö­rüşlerin dine aykırı olduğunu açıklamasıdır?

– Bilimsel konuları neredeyse tamamen bilime bırakmış gö­rünmektedir» Onun softalık biçiminde tasvir ettiği kesim, lugavı detaylardan bilim türetme iddiasında iken o bu tavrı dine karşı bir cinayet olarak görmektedir.» “İslam dini bu ilimler hakkında ne olumlu ne de olumsuz bir şey söyle­miştir.» Aynı şekilde bu ilimler de din alanına müdahale etmemişlerdir.»” Burada keskin bir epistemik ayrım yaptığı görünmektedir.»

– Hadis örneğinde geldiği üzere nassın bilimsel bilgi ile uyumlu olarak tevil edilmesi (yorumlanması) gerektiğini ifade etmektedir.» “Kaldı ki fazla kısım sahih olsa bile onu tevil etmek doğruluğu kesin olan meseleler üzerinde de­magoji yapmaktan daha kolaydır.»”

Bugün bile fazla sayılabilecek derecede bilimi önceleyen bir perspektif sunan bu pasajlarda bilhassa son madde oldukça önem­lidir» Eğer Kuran yorumumuz bizim bilgi düzeyimizden etki­leniyorsa (ki bu kaçınılmazdır), neden bilimsel bilgimiz Kur an yorumumuza tesir etmesin? Lügate dair bilgilerimiz Kuran yo­rumlarımızı etkiliyorsa, doğaya dair bilgilerimiz de Kuran yo­rumlarımızı pekâlâ etkileyebilir»

“X kişisi + Kuran —> X kişisinin Kuran yorumu” biçiminde düşünüldüğünde X kişisi içerisinde lügat bilgisi nasıl mevcutsa bilimsel bilgi de mevcuttur» Dolayısı ile X kişisinin Kuran yo­rumu,, bilimsel bilgisinden etkilenecektir» Bu ise onun Kuran yorumu ile bilimsel bilgisinin çatışmayacağı değil çatışamayacağı anlamına gelecektir.»

Gazzâlî’nin bu satırları yazdığı kitabın mahiyeti düşünüldü­ğünde ona olan hayranlığımız biraz daha artmaktadır.» Filozofların Tutarsızlığı isimli eserinde Meşşâîleri sert bir dille eleştirmiş ve üç meselede tekfir etmiştir. Buna rağmen onların kazanımlarını kendi kiniyle reddetmeye meyletmemiştir. Gazzâlî’nin övgülere boğduğu ve neredeyse ‘ilim için olmazsa olmaz” mesabesine ge­tirdiği mantık, Meşşâî sistematiğinin temeli ve özüdür. Hakeza o gün işlevsel olan mantık, astronomi ve matematik gibi saha­lara eleştirilerini sıçratmamıştır. Deyim yerindeyse düşmanının talebesi olmayı bilmiştir. O sevmediği bir ekolün kazanmalarını Müslümanların malı kılmayı bilmekle tarihin kritik bir nokta­sında önemli bir örneklik göstermiştir. Bugün bizim bulundu­ğumuz noktada şu tespiti yapmak güç değildir: “Bilimsel metod dünyaya belirli kazanımlar getirmiş, önemli teknolojik sonuçlar doğurduğu gibi doğayı anlamak konusunda ciddi gelişmeler sağ­lamıştır. Biz batının zulümlerinden nefret etmemize rağmen bu nefretimiz bilimsel metodun kendisine yönelmemelidir. Onlarla mücadele ediyor olsak dahi işlevsel kazanmalarını kullanmaktan ve devşirmekten çekinmemeliyiz? Gazzâlî’nin örnekliği tam ola­rak buradadır.

Kuranın Yorumu Değişir mi?

Bu yazdığımız satırlardan sonra gelecek şu soruyu duyar gibi­yim: “Bilim değişiyor, yorumda bilim veri olarak alınırsa Kur anın yorumu da değişmiş olmaz mı?”

Kuranın yorumunun değişmez evrensel bir gerçeklik ifade et­mesi gerekmiyor. Maalesef Kuranın bizzat kendisi ile Kuran dan bizim anladıklarımız arasındaki ayrım dindar zihinlerde yeterince yerleşmiş değil. Yorum kabiliyetimiz Kur anı %100 anlamaya ye­terli gelmez.* Beşerin yapmaya çalıştığı şey bilgileri ve kabiliyetleri nispetinde Kur an-ı Kerim’i anlamaya çalışmaktır. Beşerin bilgisi durağan olmadığı için dün yanlış anladığı Kuranı bugün daha doğru anlayabilmesi mümkündür. Bugün daha doğru anladığını düşünürken yarın yanlış olduğunu fark edip doğru gördüğü gö­rüşe gitmesi de mümkündür.

Pek çok âyet vardır ki bugün 1500 yılına göre daha kolay an­laşılmaktadır. Bunlar bazen bilimsel gelişmeler sebebiyle böyle olur bazen ise sosyolojik değişiklikler sebebiyle, örneğin Tarık suresinin 7. âyetini gelişen anatomi bilgisi sayesinde eskisinden daha iyi anlayabiliyorken, Kur’an’daki Mekki âyetlerin verdiği hissi içerisinde bulunduğumuz sosyolojik durum sebebi ile daha kolay anlayabiliyoruz. 1100 yılında yaşayan Müslümanların sa­dece güçlü hallerini tecrübe etmiş bir müfessirin Mekki âyetleri kavrayışı ile yenilgi içinde doğmuş bizlerin kavrayışı elbette aynı düzeyde olmayacaktır.

Kur’an yorumunda ismet (hatasızlık ve yanılmazlık) şartı yok­tur. Zaten böyle bir şart olsaydı hiçbir beşerin Kuran hakkında yorum yapabilmesi caiz olmazdı. Ancak beşerin Kuran ile yorum düzeyinde ilişkisi “takati nispetinde murad-ı ilahiyi anlama gay­retedir. Takatin yetmediği yerlerde Allahın ihlas ve gayretle ça­lışan yorumcuyu mazur görmesini umarız.

Altay Cem Meriç – Muhtelif 2,syf:59-70