KIasik Dönem Bazı Tefsir,Hadis,Tasavvuf Eserlerinde Yer Alan Hadislerin Değeri Üzerine*

fikih_kitaplari KIasik Dönem Bazı Tefsir,Hadis,Tasavvuf Eserlerinde Yer Alan Hadislerin Değeri Üzerine*
M. Abdülhayy el-Leknevi** – A. Ebu Gudde
———
çev. Hayati YILMAZ
Yar. Doç. Dr., Sakarya ü. ilahiyat Fak.
hyilmaz@sakarya.edu.tr
[…]

Dipnotlar yazının sonunda verilmiştir.

Muhammed b. Cerir et-Taberi (ö. 310/922), Baki’ b. Mahled (ö. 276/869), İbn
Ebi Hatim (ö. 327/938) ve Ebu Bekir b. el-Münzir (ö. 319/931) gibi büyük tefsir
alimleri de, -bırakın Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) ve İshak b. Rahuye (ö.238/852) gibi kendilerinden daha alim olanları-, mevzu rivayetleri eserlerine almamışlardır.(ı) Hatta böyle rivayetler ne Abd b. Humeyd (ö. 249/863), (2) ne de Abdurrezzak (ö. 211826) tarafından zikredilmektedir.

Üstelik Abdurrezzak, Şia’ya meyyal olması sebebiyle Hz. Ali (ö. 40/660)’nin faziletleri hakkında pek çok zayıf hadis rivayet etmiştir.

Hadis alimleri, Sa’lebi (ö. 427/1035), en-Nakkaş (ö. 351/962) ve Vahidi (ö.468/1075) gibi müfessirlerden birinin: rivayet ettiği haberlerle istidlal etmenin ca-iz olmadığında icma etmişlerdir. Çünkü bu müfessirlerin rivayet ettiği hadislerin çoğu zayıf, hatta mevzudur.(4)

Minhaci’s-sünnede (5) (şöyle denilmektedir): Ebu Nu’aym (ö.430/1038), Hilye’nin başında, “Fedailü’s-sahabe” ve “Menakıbu Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali” bölümünde bir kısmı sahih, bir kısmı zayıf, hatta münker hadisler rivayet etmiştir. Halbuki kendisi hadis alimidir. Fakat o ve benzerleri, herhangi bir konuda ne rivayet edildiğinin bilinmesi için rivayet ederler. [Bu aynen bir müfessirin,tefsirde alimlerin görüşlerini nakletmesi, bir fakihin, fıkıhta çeşitli fikirleri zikretmesi ve bir musannifin, neler söylediklerini göstermek için alimlerin delillerini sıralaması gibi bir şeydir”(6).

Bunlardan çoğunun sıhhatine itimad etmemekte, hatta zayıf olduğuna inanmaktadır. Zira şöyle demektedir: Ben ancak başkalarının söylediklerini naklettim. Sorumluluk ise nakledene değil, söyleyene aittir.

Minhacu ‘s-sünnenin bir başka yerinde(7) (şöyle geçmektedir): Ebu Nu’aym pek çok zayıf hadis, hatta Ehl-i sünnet, Şia ve hadis alimlerinin ittifakıyla mevzu sayılan hadisler rivayet etmiştir. Ebu Nu’aym hafız, sika, çok hadis bilen ve rivayet eden birisi olmasına rağmen, muhaddislerin adeti olduğu üzere bir babda neler rivayet edildiğinin bilinmesi için, bir kısmı hariç, pek çoğu ihticaca elveriş­li olmasa da bu (hadisleri) rivayet etmiştir.(8)

Başka bir yerde:(9) Sa’lebi (ö. 427/1 035), sahih-sakim ne bulursa rivayet etmiş­tir. Tefsirindeki hadislerin çoğu sahih olmakla birlikte, mevzu olanlar da bulunmaktadır.(10)bir başka yerde: (11) Deylemi (ö.509/1115)’nin(12) Kitabu’l-Firdevsinde ise çok fazla mevzu rivayet yer almaktadır. Ehl-i ilim, sadece onun rivayet etmiş olması­nın hadisin sıhhatine delalet etmeyeceği konusunda icma etmiştir.

Başka bir yerde: (13) Nesaı (ö. 303/915), Hasaisu Alı’yi tasnif etmiş ve birçok za-
yıf hadis zikretmiştir. Aynı şekilde Ebu Nu’aym Fedailde, Tirmizi (ö. 279/892) de Camiinde Hz. Ali’nin fazileti hakkında, çoğu zayıf olan hadisler rivayet etmişlerdir.(14)

Başka bir yerde: (15) Ebu Nu’aym’ın yaptığı gibi bazı alimler bir babda rivayet edilen her şeyi, sahih-zayıf ayırımı yapmaksızın rivayet etmek istemişlerdir.

Fedailu Muaviye konusunda Ebu’l-Feth b. Ebi’I-Fevaris (ö. 412/1021) (16) ve Ebu Ali el-Ehvazi (ö. 446/1054) (17) ile başkalarının eserleri (18) ile, Ebu’l-Kasım b. Asakir (ö. 571/1175)’in Tarih’inde Hz. Ali ve başkalarının faziletleri hakkında derledikleri gibi, (19) fedail hakkında eser tasnif edenler de böyledir.

Alimlerin bu sözleri yazılan eserlerde münker ve zayıf rivayetlerin bulunduğunu ifade etmektedir. Meşhur kitapları mütalaa edenlere bunların örnekleri gizli değildir.

İnşaallah, düşünen (kimse), yukarıda naklettiklerimizden, bazı avamın zihninde yer etmiş olan “Sünenlerdeki bütün hadisler ihticaca elverişlidir” fıkrinin itimada layık olmadığını ve yine bazılarının kafasına yerleşmiş bulunan “Kütüb-i Sitte veya Seb’a dışındaki bütün hadisler zayıftır” görüşünün delil olamayacağını anlamış olur.

Önemli Ek***

Müellif Leknevi bu ikinci sorunun cevabında, senedlerini hazfederek bütün hadisleri toplayan kitapların durumlarına da değinseydi güzel olurdu. Belki de bunlar dikkat çekilmeye, müsned [senedli] kitaplardan çok daha muhtaçtır. Çünkü zayıf veya mevzu hadis senediyle birlikte bulunursa kabul veya reddi daha da kolay olacaktır. Ama senedsiz olunca, özellikle alimlerin sünnet ve sünnet ilimleriyle meşgul olmaya önem vermediği bu zamanda bunları açığa çıkarmak hem zor, hem de risklidir.

Bu kitaplardan başlıcaları, büyük alimler Gazzali, İbnü’l-Cevzi, Münziri, Nevevi, Zehebi, İbn Hacer, Suyuti ve İbnü’l-Kayyım’ın eserleridir.

Gazzali (ö. 505/1111): imam, huccetü’l-İslam Ebu Hamid el-Gazzali, fıkıh, usul,
tasavvuf, kelam, felsefe mantık ve diğer ilimlerde eşsizdir; aneale hadis ilmi bun-
lardan hariçtir. Çünkü o hadis ilimleriyle uğraşmamıştır. Bizzat kendisi, Kanünu’t-
te’vil adlı kitabında şöyle demektedir (s. 16): “Hadis ilmindeki birikimim azdır”.

Bu sebeple onun kitaplarında zayıf ve mevzu hadisler çok miktarda yer almaktadır. Özellikle de ihya isimli eserinin pek çok yerinde zayıf ve mevzu hadisler yaygın olarak bulunmaktadır. Bu konuda Ebu Talib el-Mekki (ö.386/996)’nin Kütü ‘l-kulüb adlı kitabına dayanmış olması onun için bir mazeret sayılabilir. Bu kitapta rivayet edilen hadisleri Gazzali de kullanmıştır.

İşte bu yüzden tenkidçi muhaddis alimler, müellifi Gazzali’nin mevkiine güvenerek içindeki zayıf veya mevzu hadislere aldanmaktan halkı sakındırmak için ihyanın hadislerini tahriç ve beyan etmeye çalışmışlardır.

Mesela İmam Hafız Iraki(ö. 806/1403), ihya hadislerini tahriç konusunda iki
eser kaleme almıştır.

İmam İbnü’s-Sübki (ö. 771/1369), Tabakatil ‘ş-şafiiyyeti’l-kübra adlı eserinde, Gazzali’nin tercüme-i halini verirken, onun, senedi bulunmayan hadisleri hakkında oldukça büyük bir fasıl açmıştır. Takdire şayan bu çalışmaları allame Murteza ez-Zebidi (ö. 1205/1790), ithafü’s-sadeti’l-mütkınin bi şerhi esrarı ihya-ı ulümiddin adlı ihya şerhinde tamamlamıştır. Böylece sevap kazanmışlar ve hem hocaların, hem de talebelerin eşit bir şekilde ihya’dan faydalanmasını sağlamışlardır. Eğer bu tahriçler olmasaydı pek çok ihya okuyucusu sıkıntıya düşerdi !

Allame Murteza ez-Zebidi, ihya şerhi ithafü ‘s-sadeti’l-mütkınin mukaddimesinde: 19. Bölüm: Gazzali’nin eserleri kısmında (I, 28) şöyle demektedir: “İbn Teymiyye (ö. 728/1327) ve talebesi İbnü’l-Kayyım (ö. 751/1350), Gazzali’nin hadisteki birikimi azdır, demişlerdir.

Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzi (ö. 597/1200) de:”ihyanın hatalarını i’lamü’l-ehya bi ağlati’l-ihya ismini verdiğim kitapta topladım, bunların bir kısmına Telbis’ü ibliste de işaret ettim.” demiştir.

İbnü’l-Cevzi’nin torunu Ebu’l-Muzaffer (ö. 654/1257) ise şöyle demiştir: “Gazzali ihya kitabını sufiyye mezhebine göre kaleme almış, fıkıh prensiplerini terketmiştir. Bu yüzden içindeki sahih olmayan hadisleri kabul edilmemiştir”.

Mevla Ebu’l-Hayr, “Sahih olmayan hadislerine gelince bunların terğib ve terhib konularında nakledilmeleri caiz olduğundan inkar edilemezler” demiştir.

Keşfü’z-zünün sahibi (Katip Çelebi, ö. 1067/1656) de, “Bu mutlak olarak böyle
değildir; aksine mevzu olmamak şartına bağlıdır” demektedir.

Zebidi şöyle demektedir: “Durum böyledir. Musannifin zikrrettiği hadisler, sahih ve hasen olduğunda ittifak edilen çeşitli derecelerdeki hadisler arasındadır.

İçlerinde az miktarda zayıf, şazz, münker ve mevzu rivayet bulunmaktadır. İnşaallah bunlara muttali olacaksınız”.

(Ben) Abdülfettah der(im) ki: Misal kabilinden şarih Zebidi’nin I, 99-100’de”Bir alimin meclisinde bulunmak bin rek’at namazdan faziletlidir” hadisi -ki Hafız Iraki bu hadisin mevzu olduğuna hükmeden İbnü’l-Cevzi’yi doğrulamıştır,hakkında söylediklerine bakınız. Daha sonra şarih Zebidi, yine 19. fasılda (I, 40) uzun bir değerlendirmeden sonra şöyle demektedir: “İhyanın hadislerini İmam Hafız Zeynüddin Ebu’l-Fadl Abdürrahim b. el-Hüseyin el-Iraki (ö. 806/1403) iki ayrı kitapta tahriç etmiştir; birisi 751’de tasnif ettiği birkaç cilt halinde büyük hacimli alanıdır; bu kitapta [İhyanın] bazı hadislerine vakıf olamamıştı.

Daha sonra 760 yılına kadar, duru-munu bilemediği bu hadislerden çoğunun bilgisine ulaştı. Sonra da bunu el-Muğni an hamli’l-esrar adını verdiği bir ciltte ihtisar etmiştir. Bu kitapta hadisin senedini, sahabi ravisini, tahriç edenini, sıhhat durumunu ve kaynağının zayıflığını belirtmekle yetinmiştir. Musannifın (Gazzali’nin) tekrar olarak verdiği hadislerden sadece ilk geçtiği yerdekini zikretmiş, bazan her hangi bir maksatla tek-rar ettiği de olmuştur.

Sonra talebesi Hafız Şihabüddin İbn Hacer el-Askalani (ö. 852/1448) gelmiş ve hocasının gözünden kaçanları tek ciltte toplamıştır. Şeyh Kasım b. Kutluboğa Cö. 879/1474) Tuhfetü’l-ehya fima fate min tahrici ahadisi’l-İhya ismini verdiği bir kitap tasnif etmiştir. İbnü’s-Sübki’nin de İhyanın tenkid edilen bazı hadisleriyle ilgili sözleri bulunmaktadır. Bunları, konularına göre tertib ederek Tabaka-tü ‘ş-şafiiyyeti’l-kübra ‘da, Gazzali’nin tercüme-i halinin sonuna eklemiştir.

(Ben) Abdülfettah der(im) ki: İbnü’s-Sübki Gazzali’nin tercüme-i halini verir-ken (IV, 145): “Bu fasılda, İhya kitabında geçen, senedlerini bulamadığım bütün hadisleri topladım” demektedir. Sonra da yaklaşık 38 sayfa olarak bu hadisleri zikretmektedir. Şarih Zebidi, bu hadisler hakkında söylenen herşeyi bütünüyle alarak son derece güzel bir iş yapmıştır; Allah hayırda mükafatlandırsın.

İbnü’l-Cevzi (ö. 597/1200): Mevzuat konusunda alimleri, vaizleri ve diğer in-sanları sakındırmak için büyük bir kitap telif etmiştir. Sonra da vaaz vb. konula-rındaki kendi eserlerinde, çekinmeden ve önemserneden mevzu hadisler, uy-durma haberler ve batıl kıssalar nakletmiştir. Hatta, sanki sahih ya da hasemiş gibi onlarla ihticac ettiği de görülür. Bunların en çok bulunduğu kitapları, Zemmü’l-heva, Telbis’ü iblis, Rüusü’l-kavarır ile et-Tebsıra vs.dir. et-Tebsıra’nın, Şeyh Ebu Bekr el-Ahsai tarafından Gurretü ‘l-uyuni’l-mübsıra bi telhisi kitabi’t-Tebsıra adıyla yapılan ihtisan Hindistan’da iki defa basılmıştır.

Sonra 1381 yılında Mısır’da Darü’l-kütübi’l-arabi tarafından basılmış, dördüncü baskısı ise 1382’de Dımeşk’te yapılmıştır. Şeyh İbn Teymiyye, s. 80’de dipnot olarak geçtiği üzere, er-Red ale’l-Bekri adlı kitabında (s. 19) şöyle demektedir:

“Ebu Nuaym el-Hilyede sahabenin faziletleri ve zühd konularında, mevzu olduğunu bildiği garib hadisler rivayet etmiştir. Hatib, İbnü’l-Cevzi, İbn Asakir, İbn Nasır vs. de böyledir!”. Hafız Sehavi de, Şerhu ‘l-Elfiyede (s. 107): “İbnü’l-Cevzi vaaz vb. konularında yazdığı eserlerinde çok miktarda mevzu ve son derece zayıf hadisler kullanmıştır.” demiştir.

Münziri (ö. 656/1258): Mektupla bize, görüşmeyle de hocalarımıza icazet ve-ren hocamız allame Şeyh Muhamınad Abdülhay el-Kettam el-Mağribi (v. 29 ce-madi’l-ahıra 1382 Salı), er-Rahmetil ‘l-mürsele fişe’ni hadisi besmele adlı eserinde şöyle demektedir:

“Hafız Celaleddin es-Suyuti(ö. 91 1/1505) bazı cevaplarında şöyle demiştir: et-Terğib ve’t-terhib sahibi Münziri’nin eserlerinde olduğunu bildiğiniz bir hadisi gönül rahatlığıyla rivayet edebilirsiniz”.

(Ben) Abdülfettah der(im) ki: Yani, Hafız Munziri’nin, eserlerinde mevzu ha-dis rivayet etmediğine güvenerek … demektir. Yoksa zayıf hadisleri oldukça çok rivayet etmiştir. Fakat Münziri hadisin zayıflığını bildirir veya işaret eder. et-Terğib ve’t-terhib adlı kitabının mukaddimesinde bu konudaki açıklamaları bulunmaktadır. Burada zayıf saydığı bazı hadisler her ne kadar mevzuya benzemekteyse de o bunları vermeyi caiz görmektedir; çünkü terğıb ve terhib konusundadır.

Üzücü bir durumdur ki, çoğu vaizler, hatipler, öğüt ve nasihat verenler bu et-Terğib ve’t-terhib kitabını okurlar veya ondan nakilde bulunurlar, ancak müelli-fin kitaptaki ıstılahlarını unutur ya da göz ardı ederler. Dolayısıyla senedinde ya-lancı, uydurucu veya itham edilen birinin bulunduğu hadisi Münziri’nin, “Bu hadisi Buhari (ö. 256/869) ve Müslim (ö. 261/874) rivayet etmiştir” dediği hadisin sahihliğiyle eşitmişcesine kesin bir ifade ve gönül rahatlığıyla nakletmiş olurlar!!

İmam Münziri sorumluluktan kurtulmuştur: çünkü o kullandığı ıstılahları, -okuyucu dikkat etsin diye kitabının girişinde açıklamıştır. Fakat yukarıda işaret ettiğim kimselere, ne Münziri’nin açıklamaları, ne de sahih ve zayıf hadis arasında yaptığı ayırım fayda vermiştir. Böylece eserdeki bütün hadisleri tek bir şekilde [sahihmiş gibi] nakletmişlerdir!.Bu gafıllere bir uyarı ve hatırlatma olması için burada Münziri’nin, eserinin mukaddimesindeki sözlerini nakletmeyi uygun gördüm.

O şöyle demektedir (I, 3-4): ” ..Hadisin senedi sahih veya has en ya da bunlara yakınsa, böyle hadislere “atı” lafzıyla başladım. Aynı şekilde mürsel veya munkatı hadislere, senedinde müphem, sika sayılan zayıf ya da zayıf sayılan sika bir ravi bulunup da senedin diğer ravileri si-ka veya zararsız bir şekilde tenkid edilen kimselerden olan hadislere, mevkuf olduğu halde merfu olarak veya mürsel olduğu halde muttasıl olarak rivayet edilmiş olanlara ya da, senedinde zayıf biri bulunmakla birlikte o hadisi tahriç eden bazılarının sahih veya hasen saydığı rivayetlere de “atı” lafzı ile başladım; sonra da mürselliğine, munkatılığına … işaret ettim. Böyle muhtelefün fih olanlara kitabın sonunda ayrı bir bölüm açtım.Bunları alfabetik olarak zikrettim ve her birisi hakkında yapılan cerh-ta’dil değerlendirmelerini, kısa ifadelerle belirttim …

Senedde, hakkında kezzab, vadda’, müttehem, terkinde veya zayıflığında icma edilmiş, zahibü ‘l-hadis, halik, sakıt, leyse bi şey, gerçekten zayıftır, kesinlikle zayıftır ya da onun hakkında hasenlik ihtimali oluşturacak kadar bile tevsik görmedim denilen raviler varsa bunlara “ruviye” lafzıyla başladım; ne bu raviyi ne de hakkında söylenenleri zikrettim. Bu durumda senedin zayıflığını gösteren iki delil var demektir: “ruviye” lafzıyla başlaması ve sononda hiçbir şey söylenmemiş olması”. Münziri eserine hadis aldığı kitapları saydıktan sonra şöyle demektedir: ” …

Yukarıda adı geçen kitaplarda bulunmayıp da Ebu ‘l-Kasım el-İsbehani’nin kitabında bulunan bütün hadisleri aldım; bunlar azdır. Uydurma olduğu ke-sin olarak bilinen hadisleri zikretmekten kaçındım “.

Nevevi (ö. 677 11278): Hocamız Kettani’nin, yine er-Rahmetil ‘l-mürselede (s. 15) naklettiği gibi, yine Hafız Suyuti, şöyle demiştir: “Bir hadisin Şeyh Muhyid-din en-Nevevi’nin eserlerinde olduğunu biliyorsanız onu gönül rahatlığıyla rivayet edebilirsiniz”.

Suyuti’nin kasdettiği gönül huzuru, Nevevi’nin, kitaplarında mevzu hadis ri-vayet etmediğidir. Zayıf hadislere gelince, eserlerinin çoğu bundan da uzaktır. Ancak el-Ezkar kitabında pek çok zayıf hadis nakletmiştir. Bunları yazmasına da, “Alimler, fedailde, terğib ve terhibde, mevzu olmadıkça zayıf hadisle amel etmek caiz ve müstehabtır, demişlerdir.” diyerek mazeret göstermiştir. Onun bu sözü ulema arasında sert tartışmalara yol açmıştır.

Müellif Leknevi’nin bu konudaki bir tahkiki s: 36-59’da geçmişti; oraya bakınız. Rıyazu ‘s-salihin ismiyle meşhur olan çok faydalı ve güzel kitabına gelince, mukaddimesinde belirttiği gibi bu eserde “yalnızca sahih hadisleri zikretmeyi” esas almıştır. Nevevi, göründüğü kadarıyla bu şartına bağlı kalmıştır. Ancak ben koyduğu şartın aksine üç tane zayıf hadis bulunduğunu, tesadüfen gördüm.

Birincisi, “Babü’l-mürakabe (Allah’ın kulları denetlemesi)”nin sonunda, [Akıllı kişi, nefsine hakim olan ve ölüm sonrası için çalışandır .. .] hadisidir. Bu zayıf bir hadis olup senedinde, son derece zayıf sayılan Ebu Bekir b. Abdullah b. Ebi Meryem el-Gassani el-Hımsi bulunmaktadır. Bakınız; Münavi, Feyzu’l-kadir, V, 68; İbn Hacer, Tehzibü’t-Tehzib, XII, 28.

İkincisi, “Babü tevkiri’l-ulema ve’l-kibar (Bilginlere ve yaşlılara saygı göster-me)”ın sonunda bulunan, [Bir genç, yaşından dolayı bir ihtiyara hürmet ederse, Allah da, yaşlandığında ona hizmet edecek kimseler nasip eder.] hadisidir. Bu da kesin olarak zayıftır. Senedinde iki zayıf ravi bulunmaktadır: Yezid b. Beyan el-Ukayli ve onun hacası Ebu’r-Rahhal Halid b. Muhammed el-Ensar. Bkz., Münavi, Feyzul-kadir, V, 425; İbn Hacer, Tehzibü’t-Tehzib, XI, 316; XII, 95; Mübarekfuri, Tuhfetü’l-ahvezi,III, 152.

Üçüncüsü ise “Babü edebi’ş-şirb (Su içme adabı)”de yer alan [Suyu, devenin içtiği gibi bir nefeste içmeyiniz…] hadisidir.

Şeyh Nevevi bu hadisi zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş ve hasen hadistir demiştir”. Sünenü ‘t-Tirmizi’nin bir başka nüshasında bulunan ifade ise “Bu gar!b bir hadistir; Yezid b. Sinan el-Cezeri ise Ebul Ferve er-Ruhavi’dir” şeklindedir. Ebul Ferve, Hafız İbn Hacer’in Tehzibü’t-Tehzib ve Takribde söylediği gibi zayıf bir ravidir. Fethu’l-bari’de (X, 81) ise bu hadis hakkında, “Senedi zayıftır.” demektedir:

Şeyh İbn Allan (ö. 1057/1647), Delilü’l-falihin li turıkı Riyazı’s-salihin’de (V, 254), Tirmizi’nin hadis hakkındaki “garib hadistir” sözünü ve Hafız İbn Ha-cer’in Feth’deki “senedi zayıftır” ifadesini naklettikten sonra şöyle demektedir: “Tirmizi’ nin bendeki nüshasında, hadisin hasen olduğunu gösteren bir şey yoktur. Başka bir nüshada da bunu gördüm. Bu babda Tirmizi’nin hasen dediği hadis başka bir hadistir. Sanıyorum musannifin (Nevevi) gözü bu hadisten, babda-ki diğer hadise kaymış olmalıdır”. Rıyazü’s-salihin’de benim görebildiğim bu üç hadis ittifakla zayıftır. Araştırma ve incelemeler başka zayıf hadislerin de bulunduğunu ortaya çıkarabilir. Allahu a’lem.

Zehebi (ö. 748/1347): O, hafız, münekkid, derin görüşlü ve imamdır; gerçekten Şemsüddin'(dinin güneşi)dir. Fakat, el-Kebair (Büyük Günahlar)adlı ese-rinde bazı mevzu hadisler zikrettiği gibi, bol miktarda son derece zayıf hadis kul-lanmakta da oldukça gevşeklik göstermiştir. Belki de o, selefi İbnü’l-Cevzi’nin yaptığı gibi vaaz ve nasihat konularında bunu caiz görmüş olmalıdır.

Adı geçen kitabındaki mevzu hadislerden bazılarına işaret edelim:

1-Namazı terketme günahı (s. 22). Burada gerçekten uzun bir hadis yazmıştır.

Hadisin batıl olduğu Muhammed b. Ali b. el-Abbas el-Bağdadi el-Attar tarikinden bellidir. Zehebi’nin kendisi de Mfzanü’l-i’tidal’de ravi Attar’ın tercüme-i halini verirken bu hadisin batıl olduğuna hükmetmiştir. Orada (III, 106) şöyle demektedir: “Namazı terkeden hakkında Ebu Bekr b. Ziyad en-Nisaburi’nin ağzından batıl bir hadis düzmüştür. Hafız İbn Hacer de Lisanü’l-Mizan’da (V, 295-296), yine Attar’ın biyografisini verirken, hadisin bir kısmını zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Bu hadisin batıl olduğu bütün tarikierinden anlaşılmaktadır”.

2-Ana-babaya isyan günahında (s. 40), el-Huseyn b. Ali rivayetinden merfu olarak, “Eğer Allah ‘öf demekten’ daha küçük bir şey bilseydi ondan nehye-derdi. “hadisini zikretmiştir. Senedinde, Esram b. Havşeb bulunmaktadır ki, müellif Zehebi Mizan’da (I, 126) onun için şöyle demektedir: “Yahya onun hakkında, ‘yalancı pislik’, demiş; İbn Hibban da, ‘Sikaların ağzından hadis uydurmuştur’, demiştir”.

3-Yine aynı yerde (s. 44-46) Alkame’nin hikayesini, annesinin öfkesini ve Rasülullalı’a şikayetini … nakletmiştir.

4-Livata (homoseksüellik) günahında, mevzu olduğuna hükmettiği üç hadis yazmıştır.

5– İçki içme günabında, biri Ebu Said el-Hudri (ö. 74/693) rivayeti (s. 80), diğeri İbn Ömer (ö. 74/693) rivayeti olan iki mevzu hadis nakletmiştir.

Keşke Zehebi kitabını bu uydurmalardan arındırsaydı. Şüphesiz sahih hadisler içinde, bırakın uydurmaları, zayıflara bile ihtiyaç hissettirmeyecek olanları vardır. Fakat her yağız atın bir tökezlemesi, her keskin nişancının bir ıskalaması ve her alimin bir sürçmesi vardır. el-Ulüvv li’l-aliyyi’l-ğaffar adlı kitabında da biraz tesahül bulunmaktadır. Ancak bu kitabında hadisleri senedleriyle verdiğinden meseleyi kolaylaştırmaktadır.

İbn Hacer (ö. 852/1448): “Hafız” denildiğinde kastedilen; şeyhulislam, müteahhirun hafızların sonuncusu, muhaddis ve araştırmacıların dayanağı odur. Kitaplarında son derece zayıf veya mevzu hadisler kullanma konusunda gevşek davrandığı bilinmemektedir.

Böyle bir hadis yazacaksa bu, onu açıklamak ve dikkat çekmek içindir. Hedyü’s-sari mukaddimetü Fethu ‘l-Bari adlı eserinde belirttiği üzere İbn Hacer, büyük kitabı ‘Fethu’l-bari bi şerhi Sahihi’l-Buhari’de çok faydalı bir şart koşmuştur. Buna göre, şerhte takip ettiği yoldan bahsederken şöyle demektedir (I, 3): “Önce babı ve hadisi vereceğim. İkinci olarak, sahih veya hasen olması şartıyla bu hadis hakkında metin ve senedle ilgili faydalı bilgiler ortaya koyacağım”.

Evet, İbn Hacer de mevzu bir hadise mevzudur” hükmünü vermede biraz mütesahil olabilir. Bu yüzden hocamız, hafız, muhaddis Ahmed b. Sıddık el-Gumari, el-Muğir ale’l-ahadisi’l-mevdu’a fi’l-Camu’s-sağır adlı eserinde, Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’de İbn Abbas (ö. 68/687)’dan rivayet ettiği “Dinin felaketi üçtür: facir fıkıhcı, zalim yönetici ve cahil müctehid” hadisini zikrettikten sonra şöyle demektedir: “Hafız, Zehru’l-Firdevs’de bu hadis için, “za’f ve inkita vardır”, demiştir. Ben ise, “hayır, aksine yalancı ve uydurucu vardır”, diyorum.O da Nehşel b. Said’dir.

Dolayısıyla bu hadis mevzudur. Hafız ve hocası Iraki bir hadisin hükmünü vermede gevşektirler; neredeyse gündüzün ortasındaki güneş gibi açık olmadıkça hadisin uydurma olduğunu belirtmezler”.

Suyuti (ö. 911/1505): O, hafız, allame ve ilim deryasıdır; bu konuda bir benzeri gelmemiştir. O, kitap ve risalelerinde zayıf, son derece zayıf veya mevzu hadisleri rivayet etmede mütesahil davrandıklarını söylediğim büyük alimler içinde en gevşek olanıdır. Her ne kadar çok değerli eseri el-Cami’u ‘s-sağır min hadisi’l-beşir ve’n-neziri mevzu hadislerden uzak tutacağına, kitabının başında, ” … onu uydurucu ve yalancılarm tek başlarına rivayet ettiklerinden korudum” sözleriyle azmetmiş ise de bu azimine tam olarak uymamıştır.Gerek el-Cami’u’s-sağır’de, gerek diğer kitaplarında Suyuti, Münavı: (ö. 1031/1621)’nin Feyzu’l-kadir bi şerhi’l-Cami’i’s-sağır adlı şerhinde yaptığı gibi, diğer şarihlerin de dikkat çektiği üzere pek çok mevzu hadis nakletmiştir.

Şarih Münavi, Feyzu’l-kadir adlı eserinde Hafız-Suyuti’nin ” … onu uydurucu ve yalancıların tek başlarına rivayet ettiklerinden korudum.” sözüne, şöyle diyerek not düşmüştür (I, 21): “Onun, kitabını böyle şeylerden koruduğunu söylemesi sadece bir genelleme veya iddiadır. Yoksa, çoğu yerde tenkide ihtimam göstermemiştir.

Böylece, ilgili yerlerde göreceğin üzere, burada koyduğu koruma şartı düşmüştür. Fakat peygamberlerin dışındaki insanlar masum değillerdir; gaflet de beşere şamil ve yaygındır. Bununla birlikte eser, en üstün ve en yüce kitaplardan biridir.”

(Ben Ebu Gudde) derim ki, Hafız Suyuti’nin el-Cami’us-sağır adlı eserinde bulunan mevzu hadisler, sayısı ileride geleceği üzere, az değil; çoktur. Bunlardan bir kısmının uydurma olduğuna Suyuti’nin kendisi bile Zeylü’l-Leali’de hükmetmiştir. Şarih Münavi ve diğer el-Cami ‘u ‘s-sağır şarihleri de ilgi yerlerde bunlara işaret etmişlerdir.

Zayıf hadislere gelince, bunlardan gerçekten çok miktarda nakletmiştir. Şarih Münavi, Suyuti’nin el-Cami’u’s-sağır’de üçüncü hadis olarak zikrettiği Hatib Bağdadi (ö.463/1070)’nin Ruvatu Malik adlı eserinde İbn Ömer’den rivayet ettiği “Cennete en son giren Cilbeyne denilen adamdır. Cennet ehli, Cilbeyne’de haber-i yakin vardır, diyeceklerdir”, hadisi hakkında şunları söylemektedir (I, 40): “Hatib bu hadisi iki vecihten rivayet etmiştir; Abdullah b. Hakem hadislerinden … ve Cami b. Sevvar hadislerinden … Darekutni (ö. 385/995} de Garaibü Malik’de bu iki vecihten rivayet etmiş ve: ‘Bu hadis batıldır; Cami zayıftır, Abdülmelik [Abdullah b. Hakem (çev.)] de öyle’, demiştir. İbn Hacer de, Lisan’da bunu kabul etmiştir”.

Daha sonra şarih Münavi şöyle devam etmektedir: “Bu kitabın, onun (Suyuti:’nin) hattıyla bulabildiğim çeşitli nüshalarına göre hadisin rivayetinde müellifın benimsediği [lafız], böyledir. Halbuki Hatib’in rivayetinde sabit olan bundan farklıdır. Hadisin lafzı: “Cennete en son girecek olan Cüheyne denilen bir adamdır. Ona Cüheyne denir. Cennet ehli, Cilbeyne’de kesin bir haber vardır, sorun bakalım; azap gören herhangi bir yaratık kaldı mı? derler. O da, hayır der” şeklindedir. Benzer bir rivayet Darekutni’de de bulunmaktadır. Musannif bu hadisi el-Cami’u’l-kebir’de Darekutni’den o şekilde nakletmiş ve “Darekutni, batıl demiştir”, deyip onu onaylamıştır. Müellif bu tür zayıf hadislere el-Cami’u’s-sağır’de pek çok yer vermiştir.

Aslında müellif Suyuti’ye gereken her hadisin sonunda sahih, hasen ya da zayıf diyerek durumuna işaret etmektir. Eğer bunu yapsaydı çok daha faydalı ve güzel olurdu. Bunlar da kitabı sadece birkaç sayfacık uzatırdı.

Bu nüshalarda bulunan sahih, hasen ve zayıf hadisler” (Sad), (Ha) ve (Dad) harflerinin baş kısımlarıyla gösterilen rumuzlara ise, müstensihlerin tahrif etme ihtimalinin fazlalığından dolayı güvenilemez. Üstelik, kendi hattıyla gördüğüm gibi bir kısım nüshalarda bu, meydana gelmiştir. Dolayısıyla bunu belirten ifade, her hadiste sahih, hasen veya zayıf şeklinde yazıyla olmalıdır. Hafız A’lai (ö. 767 /1359) şöyle demiştir: Senedinde zayıf bir ravinin bulunduğu hadisi zikreden kimse, sorumluluğundan çıkmak ve zayıflığından kurtulmak için o hadisin durumunu açıklamalıdır”.

(Ben)Abdülfettah der(im) ki: Münavi’nin bu sözleri, el-Cami’u’s-sağire bakan birisinin bazı hadislerin peşindeki, hadisin sahih, hasen veya zayıf olduğunu belirten rumuzlara güvenmesinin doğru olmadığını ifade etmektedir. Sebebi de hem şarihin beyan ettiği gibi tahrif olabileceği, hem de bunlardan bir kısmı­nın müellife, diğerlerinin ise başkalarına ait olduğu içindir.

İnceleyin:  Sünnetin Korunmuşluğu

Bu asırda şeyhimiz Hafız, Muhaddis Ahmed b. Sıddlk el-Gumari, el-.Cami’u ‘s-sağir’e hizmet etmiştir. el-Muğir ale’l-ahadisi’l-mevdu ‘a fi’l-Cami’i’s-sağır adını verdiği müstakil bir kitap telif ederek el-Cami’u’s-sağır’deki mevzu hadisleri toplamıştır. Pek çok yerde de isabet etmiş ve bu hadisleri açığa çıkarmıştır. Bazı yerlerde ise kendi görüş ve sözünü açık bir şekilde zoraki benimsetmeye çalışmış­tır. Bunların bir kısmında Hanefiler ve diğer dört mezhep ulemasına, edep ve hakkaniyet sınırlarını aşarak sataşmıştır. Allah’tan dileğimiz, ihsan ve keremiyle bizi ve onu bağışlamasıdır.Gumari, adı geçen kitabının başında şöyle demektedir (s. 3-5):

“Hafız Suyüti el-Cami ‘u ‘s-sağır adlı eserinin mukaddimesinde, onu uydurmacı ve yalancıların tek başlarına rivayet ettiklerinden koruduğunu belirtmektedir. Bunun manası bu kitapta hiçbir mevzu hadis zikretmediği; aksine hepsinin sabit hadisler olduğudur. Ancak durum hiç de böyle değildir. Kitabında hem yalancıların teferrüd ettiği hadisleri, hem de teferrüd etmemiş olsalar bile uydurma olduğu açıkça belli olan hadisleri zikretmiştir. Çünkü bunlar da kendileri gibi yalancıların rivayetle-
rindendir ve bu insanlar, sözlerine yeni bir hadis görünümü vermek veya delil getirmek ya da diğer herhangi bir sebeple bazi hadisleri aşırıp onlara başka senedler yakıştırarak bu mevzu hadisi meşhur etmek istemektedirler.

Hatta bu kitabında zikrettiği hadisler arasında, ya İbnü’l-Cevzi’nin “mevzudur” hükmüne katılarak -ki bunlar el-Le’ali’l-masnu’a’dadır-, ya da İbnü’l-Cevzi’ye ilave ederek -bunlar da Zeylü’l-Le’ali’de yer almaktadır- bizzat kendisinin bile kesinlikle uydurma olduğunu söylediği hadisler bulunmaktadır.

-(Ben) Abdülfettah der(im) ki; Suyüti Zeyl kitabında uydurma olduğuna hükmettiği onbeş hadis ile el-Le’ali kitabında İbnü’l-Cevzi’nin “mevzudur” hükmüne katıldığı yedi hadisi el-Cami’u’s-sağır’de zikretmiştir. Şeyhimiz Gumari, nakilde bulunduğumuz el-Muğir adlı kitabının ilgili yerlerinde bunların hepsine işaret etmektedir.

Buna rağmen Suyüti, son yazdığı eserlerden biri olan bu kitapta, ya büyük bir ihtimalle yanılıp unutarak, ya da görüş ve fikrinin değişmesi sebebiyle böylesi hadisleri nakletmiştir.Bunlar arasında kendisinin mevzu olduğunu düşünmediği hadisler de vardır.Çünkü o bu konuda son derece mutesahildir; neredeyse mecbur kalmadıkça bir hadisin mevzu olduğuna hükmetmez.

Bunun ötesinde Suyuti mevzu hadis rivayetinde de mütesahildir. Hatta onları
delil olarak bile kullanır. Üstüne üstlük, onun gibilere çok görülecek, her açıdan acaip sayılacak garip işler yapar. Mesela, hadisin metninde, onun uydurma olduğuna açıkça delalet eden işaretlerden sayılan aşırı uzun olması, kulağı tırmalayan lafızların bulunması ve kabul edilemeyecek manaların yer alması gibi hususların bulunduğu mevzu bir hadisi nakleder; ancak bu hadisin sadece doğru bir kısmını veya açıkça yadırganacak bir durumun bulunmadığı baş tarafını zikredip hadisin uydurma olduğunu gösteren tarafını terkeder.

Bazan hadisin bu şekliyle tam olduğunu andırır, bazan da Cibril’in “Allah ‘ın ilk yarattığı şey senin Nebi’nin nurudur ey Cabir” hadisinde yaptığı gibi rivayetin sonunda el-hadis sözüyle hadisin geri kalan bir kısmının bulunduğuna işaret eder. Suyuti, el-Hasaisü’l-kübra’da hadisin baş tarafından bir bölüm zikretmiş; peşinden ‘el-hadis’ demiştir.

Bu bölüm, Kastallani (ö. 923/1517)’nin el-Mevahibü’l-ledünniyyesi gibi, ondan sonra gelen siyer ve hasais müelliflerinin kitaplarında bulunan meşhur bir rivayettir.

Bu mevzu bir hadistir; eğer tamamı zikredilseydi onu gören uydurma oldu-
ğundan şüphe duymazdı. Hadisin geri kalan kısmı yaklaşık iki büyük varak tutarında olup bozuk lafızlar ve tuhaf manalarla doludur.

Hafız Suyuti el-Cami’u ‘s-sağır’de, yine bu türden hadisler rivayet etmiş ve hadisin tamam olduğu izlenimini vermek için susmuştur. Vakıa ise bunun tersidir;bunları el-Müdavi li ileli’l-Münavi adlı kitapta açıkladım.

Bu, yalancı ve uydurmacıların tek başlarına ettikleri veya birçok tarikten de gelse uydurma olan hadisleri zikretmeye tahsis ettiğim bir cüzdür. Bu cüzde tam bir araştırma yapmadım. Aksine kitaptaki uydurma rivayetler benim zikrettiğim kadar olacak şekilde, uydurma ve batıl olduğu açık ve belli olanlarla yetindim.

Ama birazcık uydurma ihtimali olanları ise “vahi” kısmında aldım. Bunu, her ne kadar böyle bir ayırım bize göre doğru ve makbul olmasa da geçmiş alimlerin”vahl” ile “mevzu”yu ayırmalarına dayanarak böylece bıraktım. Bu ayırımın açıklaması ve delilinin gösterilmesi uzun olup temellendirmeye muhtaçtır.”

Daha sonra hocamız, mevzu olduğuna hükmettiği hadisleri zikretmiştir. Bunların sayısı 456 hadise ulaşmaktadır. Gumari pek çok yerde ilim ehline yakışmayacak şekilde Hafız Suyuti’ye karşı son derece katı davranmaktadır. Yine Şarih Münavi’ye de, Allah’ın huzurunda mesuliyetten kurtulamayacak tarzda sert bir tavır göstermektedir.

Hulasa: Hafız Suyuti kitap ve risalelerinde zayıf, son derece zayıf ve uydurma hadisleri nakletme konusunda mütesahildir. Onun zikrettiği hadislerden kaynaklarının zayıf olduğunu gösterdiklerine, ulemanın onlar hakkında ne dediğine bakmadan güvenmek caiz değildir.

Suyuti, el-Cami’u’s-sağırın mukaddimesinde bu kaynaklardan bir kısmının ismini vermekle iyi etmiştir.

Şeyh Abdülizız ed-Dihlevi (ö. 1239/1823)’nin, Suyuti’nin eserlerindeki tutumuyla ilgili sözleri 116. sayfada dipnot olarak geçmişti; oraya da bakınız.

İbnü’l-Kayyun (ö. 75111350): Mertebesinin yüceliğine, zihninin berraklığına ve son derece keskin zekasına rağmen, Medaricil ‘s-salikin gibi bazı kitaplarında, kusuruna dikkat çekmeden zayıf ve münker hadisleri nasıl rivayet ettiğine insan şaşmaktadır. Hatta, kendisinin herkesçe bilinen meşrebi doğrultusunda gelen bir hadisi rivayet ettiğinde onu kuvvetlendirrnek ve desteklemek için, neredeyse okuyucuya bu hadisin mütevatir olduğu izlenimini verecek kadar gayret sarfettiği görülür. Bazan da hadis zayıf, garib ya da münker olabilir. Ancak meş­rebine uyunca, kendisine verilen bütün fesahat ve belağat gücüyle o hadisi kuvvetlendirrnek ve durumunu düzeltmek için çabalar.

Bir misal olarak bu türden tek bir hadise işarek etmekle yetiniyorum. İbnü’l- Kayyum bu hadisi Zadü ‘l-mead fi hedyi hayri’l-ibad adlı kitabında “Müntefik oğulları kabilesinin elçileri” konusunu anlatırken gerçekten uzun bir hadis nakletmiştir (III, 54-57). Bunun içinde Nebi (s.)’in sözü olarak şunlar geçmektedir: ”

Sonra beklediğiniz kadar beklersiniz; sonra sayha (yüksek ses) gönderilir. Rabb’ine andolsun ki, yeryüzünde ölmedik birşey bırakmaz. Bir müddet daha bekledikten sonra Nebiniz ve Rabb’inle beraber olan melekler vefat ederler. Rabb’in yeryüzünü dolaşmaya başlar, şehirler bomboş kalmıştır!”

İbnü’l-Kayyımın yukarıdaki hadisi verdikten sonra bunu kuvvetlendirrnek için uzun sözler sarfetmektedir.Meseleye şu sözleriyle başlar:

“Bu şanı büyük bir hadistir. Yüceliği, büyüklüğü ve azameti onun nübüvvet ışığından çıktığını göstermektedir. Ancak, sadece Abdurrahman b. el-Muğire el-Medeni hadisi olarak bilinir..”

Sonra da Abdurrahman ve ondan hadis rivayet edenlerin sika olduğu konusunda garib bir şekilde sözü uzatmıştır. Aynı zamanda yukarıdaki hadisin rivayet edildiği kitapları da uzun uzadıya sıralamıştır ki, bu kitaplar çok miktarda zayıf, münker ve mevzu hadis ihtiva etmeleriyle tanınmışlardır. Halbuki kendisi bunların durumunu en iyi bilenlerden birisidir. Fakat adeti ve meşrebi onu yenmiş; kitapları sıralayarak müeliflerinin büyüklüğünü, hadisin kuvveti ve sıhhatiyle de süsleyerek uzun uzun anlatmıştır!

Üstelik, arkadaşı Hafız İbn Kesir (ö. 774/1372) el-Bidaye ve’n-nihaye adlı kitabında (V, 80-82) hadisi rivayet ettikten sonra şöyle demektedir: “Bu gerçekten garib bir hadistir; lafızlarının bir kısmında da bozukluk vardır”. Aynı şekilde Hafız İbn Hacer (ö. 852/1448) de Tehzihü’t-Tehzibde Asım b. Lakit b. Amir b. el-Müntefık el-Ukayli’nin hayatını verirken (V, 57), zikredilen hadise ve onu rivayet eden müelliflere işaret ettikten sonra, “Bu gerçekten garib bir hadistir” ifadesini kullanmaktadır.

Hafız İbn Kesir ile Hafız İbn Hacer, yukarıda zikredilen hadis hakkında, “gerçekten garib bir hadis” deseler de Şeyh İbnü’l-Kayyım’ın, hadisi kuvvetlendirme ve sıhhatini ortaya koyma sadedinde çok uzun ve geniş açıklamalarda bulunduğu görülmektedir. O kadar ki, “Bu hadisi yalnızca kafır, calili ya da kitab ve sünnete muhalif olanlar inkar eder”, diyen birinin sözünü ‘doğru’ bularak nakletmektedir.

İbnü’l-Kayyım’ın böyle yapması, onun rivayet ettiği ve eserlerinde övdüğü bu tür hadislerin iyice araştırılıp tetkik edilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu hadisler, içinde zayıf, münker ve mevzu hadislerin bulunduğu kitaplardan alınmıştır.

Bu “ek” in konusuna girebilecek kitaplar arasında bazı tefsir eserleri de yer al-·
maktadır. Hadislerin çoğunlukla senedsiz verildiği bu tefsirlere Zemahşeri (ö. 538/1143)’nin, Beydavi(ö. 685/1286)’nin ve Ebu’s-Suud (ö. 982/1574)’un tefsirleri misal olarak verilebilir. Bu eserlerin müellifleri -hadis ilmiyle pek iştigal etmediklerinden- kendi sözleri esnasında bir takım hadisler zikretmektedirler ki,bunların bir kısmı sahih, bazısı zayıf, diğer bir kısmı da münker ya da mevzudur.

Bu sebeple tenkitçi muhaddis alimler bu hadislerin durumunu açıklamaya
çalışmışlar; sahihlerini diğerlerinden ayırmışlar ve bunu da en güzel bir şekilde beyan etmişlerdir. Bu meyanda Hafız Cemaleddin Ebu Muhammed Abdullah b. Yusuf el~Hanefi ez-Zeyla’i (ö. 762/1360) el-Keşşaf tefsirinin hadislerini tahriç ettiği büyük kitabını telif etmiştir.

Sonra Hafız İbn Hacer, mukaddimesinde açıkladığı üzere bu kitabı, el-Kafi’ş-şaf fi tahrici ahadisi’l-Keşşaf ismiyle ihtisar etmiş­tir. Eser, pek çok baskısında el-Keşşaf tefsiri ile beraber basılmıştır. Bu tahriç Beydavi ve Ebu’s-Suud’un tefsirlerinde zikrettikleri hadislerin çoğunu tanımada da faydalı bir eserdir.

Bu tefsirlere vaiz ve süfi olan İsmail Hakkı (ö. 1137/1724)’nın Ruhu’l-beyan fi tefsiri’l-Kur’an adlı tefsiri de eklenebilir. Tefsirindeki bu zayıf ve mevzu hadisler onun itibarını büyük ölçüde zedelemiştir. Çünkü onun hadis ilminde bir behresi yoktu.

Hocamız Kevsed el-Makalatında şöyle demektedir (s. 483-484): “Vaizlerin
onun tefsirine karşı büyük bir sevgileri vardır; çünkü onda kalpleri yumuşatan hikayeler, Farsça kitaplardan çok miktarda nakiller ve süfiyyenin öğütlerinden bir hayli bölümler yer almaktadır. Hatta Menaratü’s-sain”n sahibinin et-Te’vilatü’n-necmiyye’sinden pek çok alıntı yapmıştır. Yine bu tefsirde kulakların hoşuna gidecek çeşitli yorumlar da bulunmaktadır. Yani o, her kitaptan ve her önüne gelenden nakil yapmaktan geri kalmamıştır”.

(Ben Ebu Gudde) derim ki: İsmail Hakkı’nın, gerek kendi tefsirinde, gerekse Zemahşeri, Beydavi ve Ebu’s-Suud’un tefsirlerinde, zayıf hadislerden öte mevzu hadisler zikretmelerini savunan bir sözüne rastladım ki şaşmamak elde değil!!

1306 yılında İstanbul’da basılan Osmanlı baskısında, Tevbe süresin sonunda
şöyle demektedir CI, 977):

“Bil ki, bu sürenin sonlarında el-Keşşaf sahibinin ve bu konuda ona tabi olan
büyük müfessirlerden Kadı Beydavi ve Mevla Ebu’s-Suud’un zikrettiği hadisler hakkında, İmam Sagani (ö. 650/1252) ve başkaları gibi alimler, uydurma olduğunu zannederek müsbet-menfi çok şey söylemişlerdir. Bu fakir kulun -Allah onu bağışlasın- kanaatine göre ise mesel e şudur: Bu hadisler ya sahih ve kuvvet-
li, ya kusurlu ve zayıf ya da uydurma ve mevzudurlar.

Eğer sahih ve kuvvetli iseler bunlar hakkında birşey söylenemez. Şayet senedleri zayıfsa alimler sadece terğib ve terhib konularında zayıf hadisle amel edilebileceğinde ittifak etmişlerdir. Nevevi’nin el-Ezkar’ında, Ali b. Burhaneddin el-Halebi’nin İnsanü’l-uyun’unda ve İbn Fahreddin er-Rumi’nin el-Esrari’l-Muhammediyyesi ile diğer bazı eserlerde bu durum görülmektedir.

Yok eğer bu hadisler uydurma iseler, Fetbu’l-garib ismindeki et-Terğib’ve’t-terhib şerhinde geçtiği üzere Hakim (ö. 405/101 4) ve başkaları zikretmiştir ki, zahidlerden birisi Kur’an’ın ve surelerinin faziletleri hakkında hadis uydurmada bir sakınca görmemiştir. Ona, “Bunu niçin yaptın?” denildiğinde: “İnsanların Kur’an’dan uzaklaştırdıklarını gördüm; onların Kur’an’a rağbet etmelerini istedim” diye cevap vermiştir. Nebi (s.), “Kim bilerek bana (aleyhime) yalan fsnad ederse cehennemdeki yerine hazırlansın” buyurmuştur, denilince de: “Ben O’nun aleyhine uydurmadım ki; O’nun lehine yalan söyledim” demiştir!!!”.

Şunu söylemek istiyorum: Nebi’nin (s.) aleyhine hadis uydurmak İslam’ın te-
mellerinin yıkılmasına; din ve ahkamının bozulmasına yol açar. Halbuki lehine yalan söylemek böyle değildir! Çünkü bu O’nun dinine uymaya ve izini takip etmeye teşvik içindir.

Şeyh İzzeddin b. Abdusselam (ö. 660/1261) der ki: “Söz maksatlara ulaştıran bir vesiledir. Güzel olan her maksada doğruyla da yalanla da ulaşmak mümkündür. Fakat yalan haramdır. Ancak o maksada doğruyla değil de sadece yalanla ulaşılabiliyorsa bu durumda, maksada varmak mübahsa burada yalan mübah, vacipse yalan da vacip olur; işte bu onun kaidesidir”.

(Ben) Abdülfettah der(im) ki: Bu gerçekten büyük bir hata ve batıl bir istidlaldir; ondan Allah’a sığınırız. Hakkında ‘fakih’ ve ‘usulcü’ denilen Şeyh Hakkı’dan nasıl südur etti, bilemem! Belki de tasavvufa olan aşırı temayülü onu böyle bir sözü söylemeye yöneltıniştir. Allah’tan selamet ve korunma diliyoruz.

Kur’an-ı Kerim’in, gerek kendi faziletleri,gerekse okunması ve okuyucusunun faziletleri hakkında hadis uydurulmasına hiçbir şekilde ihtiyacı yoktur.Şeyh İbn Abdisselam ‘ın sözü ise bu makamda, mutlak ve kesin olarak söylenmemiştir. Bu söz sadece gasbedilmiş bir hakkın geri alımı ya da büyük bir zulmün yok edilmesi veya benzeri birşey hakkındadır.

Rasulullah’ın (s.) aleyhine değil de lehine yalan olduğu; haram kılınanın da aleyhine yalan söylemek olduğunu iddia ederek bu sözü O’na yalan izafe etmenin caizliğine delil getirmek ise açık ve yanlış bir demagojidir. İlk günden beri ulema Nebi’nin (s.) “Benim demediğimi bana söylettiren cehennemdeki yerine hazırlasın” sözüyle bunu reddetmişlerdir.

Çünkü bu hadis hem aleyhine, hem de lehine söylenen yalanı kapsamaktadır.Aynı şekilde Allah’ın “Yalan sözden kaçının”(22/Hac, 30) ayetide buna delildir.

Ayet, bu mutlak haliyle O’nun lehine de,aleyhine de yalan söylemenin haramlı­ğını içine almaktadır. Üstelik Allah yalan söylemeyi şirk ile yanyana zikretmiştir:”Pis putlardan sakının ve yalan sözden kaçının” (22/Hac, 30).

Bir mü’minin sıradan bir insana bile yalan söylemesi düşünülemez. Hal böy-
leyken nasıl olur da Allah’tan aldıklarını tebliğ eden Rasulullah’a (s.) yalan nisbet eder? .. Sonra da güya bunu tertemiz İslam’a yapılan bir yardım ve onun sa-hibine verilen destek zanneder!.. Şayet -O’nun (s.) lehine yalan söyleme gibi- bu sapık ve saptırıcı prensip, iyi niyet iddiasıyla mübah görülseydi, bütün hadislerin bu kabilden olabileceği ihtimaline binaen sünnet-i mutahharanın güvenilirliği ortadan kalkardı.

Hulasa, tahriç kitapları ve diğer eserlerden durumunu kontrol etmeden yukarıda adı geçen tefsirler ve benzerlerinde zikredilen hadisiere itimat etmek doğru değildir. Çünkü bu eserlerde hem sahih, hem zayıf, hem de uydurma hadisler bulunmaktadır.

Aynı zamanda bu dört tefsirde, Zemahşeri, Beydavi, Ebu’s-Suud ve İsmail Hakkı’nın tefsirlerinde her surenin sonunda, bu surenin fazileti ve okuyucusuna Allah’ın vereceği sevap hakkında Hz. Peygamber’den (s.) bir veya birkaç hadis de serdedilmektedir. Diğer pek çok hadisin dışında bu hadislerin de yalan ve uydurma olduğu ehl-i ilmin ittifakıyla bilinmektedir. Bu konuda Zemahşeri, Vahidi ve Sa’lebi’ye uymuş; sonra Beydavi Zemahşeri’ye tabi olmuş; bu ikisini de Ebu’s-Suud takip etmiştir. Son olarak da Şeyh Hakkı, bazı surelerde bunlara katılmıştır.

Surelerin faziletleri konusunda zikredilen hadislerin uydurma olduğuna bir-çok alim dikkat çekmiştir. Bunlar arasında İbnü’s-Salah (ö. 643/1245) Mukaddimesinde (s. 111-112), Nevevi et-Takrib’de (s. 188, şerhi et-Tedrib ile birlikte), müfessir Kurtubi (ö. 671/1272) tefsiri el-Cami li-ahkami’l-Kur’an’da (I, 7Ş) ve et-Tizkar fi efdali’l-ezkar adlı kitabında (s. 155), Iraki (ö. 806/1403) Şerhu’l-Elfiye’de (I, 268), Hafız İbn Hacer, el-Keşşafın IV. cildinin sonunda basılmış olan Tahricü ahadisi’l-Keşşaf da (s. 3), Suyüti et-Tedrib’de (s. 188), Kemaleddin el-Edhemi et-Trablusi, Hafız İbn Hacer’in Nüzbetü ‘n-nazar bi-şerh i Nuhbeti’l-fiker’ine yazdığı ta’likinde (s. 57), şeyhimiz allame Muhammed Ragıb et-Tabbah es-Sekafetü’l-islamiyye adlı eserinde (s. 131), üstad Muhammed Hüseyin ez-Zehebi et-Tefsir ve’l müfessirin kitabında (I, 298, 349) ve diğer bazı alimler sayılabilir.

Kurtubi et-Tizkar adlı eserinde (s. 156, 203) bazı surelerin faziletleri hakkında varid olan hadisleri tahriç etmiş ve bunlardan sahih olanlarıyla olmayanların açıklamıştır.

Yine ayru konuda değerli arkadaşımız Şeyh Rıdvan Muhammed Rıdvan,sadece sahih hadislerle yetindiği Fedailü’l-Kur’an adlı bir kitap telif etmiştir.

Müfessir Kurtubi, tefsirinde ve kitabı et-Tizkar’da, surelerin faziletleri konu-
sunda zikredilen hadislerin uydurma olduğuna işaret etmiş ve bunlara aldanmaktan sakındırmıştır. Ancak, kendisi de tefsirinin birçok yerinde bazı münker ve mevzu hadisler irad etme konusunda gevşek davranmış; zikrettiği pek çok rivayette, kaynaklarına ve tahriç edenlerine isnad edilmiş hadisleri kullanma adetine de uymamıştır. Bununla ilgili bazı misaller zikredelim:

1- Bakara süresindeki “Derken şeytan onların ayağını oradan kaydırdı … “ayetinin tefsiri esnasında şöyle demektedir (I, 315): ” … Bu sebeple Rasulullah (s.) şöyle buyurmuştur; ‘Şüphesiz Allah bir yılan öldürmeye de olsa cesareti sever’.

Bu İbn Adi (ö. 365/975)’nin el-Kamil’de Zübeyr’den merfu olarak rivayet ettiği
hadisin bir kısmıdır.

Suyüti’nin el-Le’alii’l-masnu’a’sında (I, 91), İbn Arrak (ö. 963/1555)’ın Tenzihü’ş-şerfa’sında (II, 129) ve Şevkani (ö. 1250/1834)’nin el-Fevaidü’l mecmu’a’sında (s. 76) olduğu gibi, alimler bu hadisin uydurma olduğuna hükmetmişlerdir. Fakat ben bu hadisi Ebu Abdurrahman es-Sülemi (ö.412/1021)’nin Kitabü’l-erbain.fi’t asavvuf adlı eserinde (s. 4), uydurma olduğu söylenemeyecek bir senedle, yine merfu olarak İmran b. Rusayrı’dan gelen baş­ka bir tarikten rivayet edildiğini gördüm. (Allahu a’lem)

2- Nisa süresindeki; “Yakın komşuya, uzak komşuya … ” ayetinin tefsirinde şöyle demiştir (V, 188): Onuncu mesele; varid olan bir hadiste Nebi (s.) komşuluk haklarını toplamıştır. Bu Muaz b. Cebel (ö. 18/639) hadisinde Muaz şöyle demiştir: ‘Ya Rasülallah, komşunun hakkı nedir?’ Rasulullah, ‘Senden borç istediğinde vermendir … ‘buyurmuştur”. Bunun ardından on cümle sıraladıktan sonra Kurtubi şöyle demiştir: “Bu geniş manalı bir hadistir ve hasendir.İsnadında bulunan Ebu’l-Fadl Osman b. Matar eş-Şeybani makbul (sika) biri değildir”.

Derim ki, hasen bir hadistir sözüyle -Allah u a’lem- manasının güzelligini kastediyor olmalı; yoksa isnadının hasenliğini değil. Çünkü bu zayıf bir hadistir. Güzel ve hoş bulunan bir manaya “hasen” lafzını kullanmak Endülüs alimlerinin ıstılahı­dır. Bu alimler, batıl da olsa güzel manalı bir hadise hasen demektedirler.

Hocamız Ahmed el-Gumari’nin el-Muğir adlı kitabında (s. 26) işaret ettiği üzere, onlar bununla ıstılahi manadaki hasenliği kasdetmemektedirler. Hadisi, Hafız Münziri et-Terğib ve’t-terhib’de (IV, 136), Gazzali (ö. 505/1111) ise el-İhyada, komşu hakları konusunun ‘kardeşlik ve dostluk adabı’ bölümünde zikretmişlerdir.

Şarih Murteza ez-Zebidi (ö. 1205/1790) Şerhu’l-İhyada (VI, 308) bu hadisi yeteri kadar tenkid etmiştir; oraya bakınız.

3- A’raf ·suresindeki “Yiyin iz, içiniz;. ama israf etmeyiniz … ” ayetinin tefsiri sırasında (VII, 192), Ali b. el-Hüseyn ile Hrıstiyan bir doktor arasında geçen bir kıssa zikretmiştir. Kıssanın sonunda Ali b. el-Hüseyn şöyle demektedir: “Rasulullah (s.) bütün tıbbı birkaç kelimede toplamıştır”. Hrıstiyan, “O nedir?” diye sorunca şöyle demiştir: “Mide bütün hastalıkların barınağıdır; az yemek ise tüm devaların başıdır. Bütün bedene alıştığını veriniz”.

Bunun üzerine Hrıstı­yan: “Kitabınız ve peygamberiniz Galenos’a (Calinus) tıp namına bir şey bı­rakmamış’ demiştir. Derim ki; bu mevzu bir hadistir, peygamberin(s.)sözlerinden değildir. Mevzuat kitaplarında muhaddislerin belirttikleri gibi bu arap tabiplerinden el-Haris b. Kelede’nin sözüdür. Müfessir Kurtubi’ye düşen, kıssayı zikrettiğinde bu duruma işaret etmesiydi. Müfessir Alusi tefsirinde bu hadisin uydurma olduğuna dikkat çekmekle çok iyi etmiştir.

4- Tevbe suresindeki “Aralarında, ‘Allah bize bol nimetinden verecek olursa, and olsun ki sadaka vereceğiz ve salihlerden olacağız’ diye O’na söz verenler vardır” ayetini tefsir ederken (VIII, 209) şöyle demektedir: “Ali b. Yezid -yanlış olarak Zeyd şeklinde basılmış Kasım’dan, o Ebu Ümame el-Bahıli’den rivayet etmiştir ki, Sa’lebe b. Hatıb el-Ensari (ismini de vererek) Nebi (s.) şöyle demiştir: ‘Allah’a dua et de beni zengin etsin’. Hz. Peygamber, ‘Yazık sana Sa’lebe! Şükrünü eda ettiğin az mal, altından kalkamayacağın çok maldan hayır­lıdır’, buyurdu. -sonra Sa’lebe ikinci defa isteğini …bu meşhurdur”.

Derim ki, Ali b. Yezid hakkında Buhari ‘münkerü’l-hadistir’ demiştir. Zehebi’nin Mi’zanü’l-i’tidalinde (I, 5, 412) ve Leknevi’nin er-Refu ve’t-tekmil’inde (s. 81, 97) geçtiği gibi yine Buhari, ‘hakkında münkerü’l-hadistir dediğim hiç kimseden hadis rivayet etmek helal değildir’ demektedir.

Bu sebeple Hafız İbn Hacer, el-Kafi’ş­şaf fi tahrici ahadisi’l-Keşşaf adlı eserinde (s. 77) yukarıdaki senedi verdikten sonra şöyle demiştir: “Bu gerçekten zayıf bir isnaddir”.

Derim ki; müfessir Kurtubi buradaki “bu meşhurdur” sözüyle rivayetin kıssacılar ve nakilci müfessirler arasında meşhur olduğunu demek istemiştir; yoksa muhaddislerin ıstilahındaki meşhuru kasdetmiş değildir. Zira gerçekten zayıf bir hadis ne itibara layıktır, ne de delil olarak kullanılabilir.

Bu şekilde müfessir Kurtubi tefsirinde bir takım garib, zayıf, münker veya mevzu hadisler zikrederken görülmektedir. Hocamız Kevseri, onun böyle hadisleri tefsirinde zikretmesini samimiyetine ve sonsuz takvasına bağlar; sufiyi kastederek, “Hadis tenkidi salih insanın işi değildir”, derdi.

Onun tefsirini incelemem sonucunda oluşan kanaatim şu ki, sahih hadisleri rivayet ettiğinde, mesela “Buhari rivayet etmiştir”, “Müslim rivayet etmiştir”, “Ebu Davud rivayet etmiştir”, “Tirmizi rivayet etmiştir” ya da “Ebu Davud’un Musannefinde (Sünen) vardır”, “Sünen-i İbn Macede bulunmaktadır” vs. diyerek bunları kaynağına ve tahriç edenine nisbet etmek müellifin adetidir. Sıhhatinden emin olmadığı hadisleri rivayet ettiğinde ise kaynağına ve tahriç edenine değinmeden, Yukarıdaki örneklerde yaptığı gibi, Rasulullah şöyle buyurmuştur,O’ndan şöyle rivayet edilmiştir vs. demektedir.

Yunus suresindeki ” … (yüksek) bir doğruluk makamı … “ayetinin tefsirinde zikrettiği “Bu Nebi’ye (s.) soruldu. Hz. Peygamber de, ‘0,Rabbinize beni vesile ettiğiniz şefaatimdir’buyurdu” haberi için de ne bir kaynak ne de hadisi rivayet eden bir müellif zikretmiştir. Aynı şekilde Fatiha suresinden

“Bütün hamdler alemlerin Rabbi içindir” kısmını tefsir ederken (I, 134) şöyle demektedir: “Hamdin rıza (memnuniyet) manasına geldiği de zikredilmiştir; Hz. Peygamber ‘İhlili yıkamanızdan memnun olurum’buyurmuştur”. Yine bu haberin de kaynağını ve tahriç edenini zikretmemiştir. Halbuki bunun İbn Abbasın sözü olduğu bilinmektedir.

et-Tizkar adlı kitabına gelince, hocamız allame Ahmed el-Guman’nin bu esere yazdığı ta’likinde belirttiği üzere, o bu eserinde de sahih, zayıf ve bir takım mevzu hadisler zikretmiştir.

Kurtubi’nin, Şeyh Şa’cinin (ö. 973/1565)’nin ihtisar edip Muhtasar Tezkirati’l-Kurtubi adını verdiği et-Tezkiresi da bunun gibidir.Bu iki eserin fedail konusunda olmaları mazeret sayılabilir.

Binaenaleyh şöyle diyebiliriz: Şeyh Kurtubi’nin tefsirinde bir kaynağa ya da güvenilir bir hadis kitabı müellifıne nisbet etmeden zikrettiği hadislerin, bunların sıhhatini, zayıflığını ya da mevzu olduğunu bildiren yerlerden araştırılması gerekir. Sırf bu tefsirde rivayet edilmiş olmasından dolayı bunlara güvenmek doğru değildir. Zira tefsirde zayıf ve mevzu rivayetlerin de bulunduğunu artık biliyoruz. Allahu a’lem.

Sonuç:

Hocamız allame, fakih, muhaddis, edib Şeyh Alevi el-Malikl el-Mekki-Allah onu korusun ve ömrüne afiyet versin- “el-Menhelü’l-latif fi ahkami’l-hadisi’d-daif’ adlı risalesinin sonunda (s. 29) şöyle demektedir: “Faide: Alimler pek çok kitap zikretmiştir ki, araştırma ve inceleme yapmadan insanın bunlardan bir hadisi nakletmesi uygun değildir. Hatta bazılarında mevzu hadislerin zikredilmesi daha ağır basmaktadır.

Mesela; Abdurrahman es”Saffuri’nin Şemsü ‘l-maarif ve Nüzhetü ‘l-mecalis adlı eserlerine, çok miktarda mevzu hadis bulunduğundan dolayı güvenilemez.

Hatta Dı­meşk muhaddisi Burhaneddin, okunmasından sakındırmış; Celaleddin es-Suyuti ise haram saymıştır.

Fütuhu Mekke sahibinin Siratü ‘l-Bekri’si de bunlardandır. İbn Hacer, bunun yalan; çoğu kısmının da batıl olduğunu zikretmiştir.

Vakıdi (ö. 207 /822)’nin Fütuhu ‘ş-Şam, Kısasu ‘l-enbiya, Bedaiu ‘z-zühur ile Vakidi ve Kelbi’nin eserleri de böyledir. Celaleddin es-Suyuti bunların okunmasının haram olduğunu söylemiş ve şöyle devam etıniştir:

İnceleyin:  2-Alimlerin Dünya Zevklerinden Uzak Kalmaları

Nice müellif vardır ki gece oduncusu gibidirler; sele kapılmışlardır. Münekkittirler ama sahih ile zayıfı ayıramazlar; her yuvarlağı somun zannederler cehenneme sürükleyecek uydurma deliller getirirler. Allahu a’lem”.

Dipnotlar:

* Bu yazı, Leknevi (ö. 1304/1886)’nin el-Ecvibetu’l-fadıla … isimli eserinden (thk. Abdülfettah Ebu Gudde, Halep 1964, s. 103-139) tercüme edilmiştir. el-Ecvibetu ‘l fadıla, Leknevi’nin eseri olmasına rağmen, kitabın yaklaşık üçte ikisi, Abdülfettah Ebu Gudde (ö. 1997)’nin, konuyu örneklerle zenginleştirdiği ilavelerinden oluşmaktadır. Ayrıca, ilgili eserde 66 ila 103. sayfalarda bulunan ve bu çevirinin ilk yarısını oluşturan kısmı için bkz. “Sünen-i Erbea ve Diğer Bazı Hadis Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhat Durumu”, trc. Mustafa Karataş, Kur’an Mesajı İlmi Araştırmalar Dergisi, yıl:1999, sayı: 19,20,21, s.170-190.

** Ebu’l-Hasenat Muhammed Abdülhayy el-Ensari el-Leknevi el-Hindi, 1264/1847 yılında Hindistan’ın Banda kentinde doğdu. Babası, pek çok eser sahibi değerli alim ve müderris Muhammed Abdülhalim el-Leknevi’dir. Baba tarafından soyu büyük sahabi Ebu Eyyüb el-Ensari’ye dayanmaktadır. Temel bilimleri babasından ve dayısından okudu. Babasının vefatından sonra (1285/1868) kendisine ısrarla teklif edilen Haydarabad-Dekkan’daki üst düzey adliye görevini, ilmi çalışmalarına engel olacağı gerekçesiyle reddetti. Biri babasıyla birlikte olmak üzere iki defa’ hacca giden Leknevi, henüz 40 yaşını tamamlamışken 1304/1886 yılında Leknev’de vefat etti.

Küçük yaşta başladığı telif çalışmaları yaklaşık 110 eserde ilim dünyasıyla buluşmuştur. Eserlerinin listesi Abdülfettah Ebu Gudde tarafından er-Ref ve’t-tekmil fı’l-cerh ve’t-ta’dil isimli kitabının mukaddimesinde verilmiştir.

1- (Ben Ebu Gudde) derim ki, müelliflerinin otoritesine rağmen bu tefsirlerde az sayılamayacak kadar zayıf, talif, garib ve münker hadislerle isralliyyat bulunmaktadır. Fakat bunlar senedleriyle birlikte verilmiş olduklarından, rical ilmini bilenler için tehlikesi hafıflemiştir. Aşağıda zikredeceğim üzere bunların içinde mevzu rivayetler de yer almaktadır. İbn Teymiyye (ö. 728/1327), Minhacu’s sunne’de(IV, 80) şöyle demektedir: “Sa’lebi, Vahidi, Bagavi hatta İbn Cerir ve İbn Ebi hatim’in tefsirlerinde olduğu gibi: sahih ve zayıf hadislerin nakledildiği tefsirlerde bu ınüelliflerin o hadisi rivayet etmiş olması, ulemanın ittifakıyla, onun sahih olduğuna delalet etmez”.

Hocamız İmam Kevseri (ö. 1371/19;2), müfessirlerin bu şekilde davranışlarını güzel bir şekilde yorumlamıştır. el-Makalat adlı eserinde (s. 34, 312) şöyle demektedir: “Pek çok müfessirin, Kur’an-ı Hakim’in haberlerindeki bazı noktaları açıklamada faydası olacağı düşüncesiyle Yahudi ve diğer milletlerden kendi çağlarına intikal eden bilgileri eserlerine aldıklarını görürüz. Bu bilgileri eleme işini kendilerinden sonraki münekkidlere bırakmışlardır. Eldeki malumatın sonraki alimlere ulaştırması
azmine dayanan bu iş, Kur’an-ı Kerim’deki bazı haberlerin kapalı noktalarının izahında faydalı olacağı ilıtimaline binaen yapılmıştır; yoksa bu rivayetlerin müslümanların gözünde de hakikat sayılıp sahih olduğuna inanmak ve bir süzgeçten geçirmeden, illetlerine rağmen benimsenmesi gayesiyle değil.

Süleyman b. Abdilkavi et-Tufi, el-İksir fi usuli’t-tefsir adlı kitabının başında, müfessirlerin kendilerine ulaşan bütün isriiliyyat ve uydurma haberleri toplamalarını, sonraki alimleri bunları kabul etmekle zorunlu tutmadıklarını söyleyerek özür beyan etmektedir. Onlar, toplayabildikleri bilgileri, kaybetme
endişesiyle eserlerine almışlar, tenkid ve ayıklama işini sonrakilere bırakmışlardır. Buna misal olarak da hadis ravilerinin ilk dönemlerde bütün rivayetleri toplamayı hedeflediklerini; sahih-zayıf ayrı­mını kendilerinden sonraki münekkidlere bıraktıklarını göstermektedir. Bu güzel bir mazarettir.

Hafız İbn Hacer(ö. 8;2/1448), Lisanu’l-Mizan’da Süleyman b. Ahmed et-Taberani’nin tercümesini verirken (III, 7;): “Önceki hafızlar, hakkında sükut etmekle birlikte mevzu hadisleri rivayet etme hususunda senedlerini zikretmiş olmalarına güvenirlerdi. Çünkü onlar, hadisi senediyle zikrettikleri zaman onun sorumluluğundan kurtulduklarına inanır; hadisin durumunu ise senedini araştırmaya bağlarlardı”, demektedir.

İbn Hacer’in talebesi Sehavi (ö. 902/1496), Şerhu elfiyeti’l-mustalah adlı eserinde, mevzu hadisten bahsederken (s. 106) şöyle demektedir: “Bu asırlarda, hadisin senedini vermekle yetinmek suretiyle sorumluluktan kurtulunmaz; çünkü sakınılan durumdan emin olunamaz. Geçmiş asırlarda, hicri II. asır ve sonrasında muhaddislerin çoğu bunu yapmışlarsa onlar, hadisi senediyle birlikte rivayet
ettikleri zaman onun sorumluluğundan kurtulduklarına inandıklarından dolayı bunu yapmışlardır.

Hocamız derdi ki, “onlara göre senedi zikretmek açıklama ‘yapmak cümlesindendir”. Şeyhimiz Kevseri’nin sözleri burada bitti. Bu manayla ilgili güzel ve uzun bir söz s. 91-93’de geçti; oraya bakınız.

Hafız İbn Kesir (ö. 774/1372), tefsirinde, diğer tefsirlerde bulunan pek çok şeyi tenkid ve beyan etmeye çalışmakla ne güzel yapmıştır. Allah onu hayırla mükafatlandırsın. Tefsirindeki misaller için aşağıdaki yerlere bakınız:

CI, 77) Bakara suresinde (ayet:34) “Ve meleklere: “Adem ‘e secde edin’ dedik.” ayetinin tefsirinde,

(I, 139-141) “Onlar, insanlara sihri ve Babil’deki iki meleğe Harut’a ve Marut’a indirileni öğ­retiyorlardı”ayetinde geçen kıssanın anlatımı sırasında,
(Bakara, 102)

(I, ;575) Nisa süresinde (ayet:157) “Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, “ayetinin tefsirinde,

(III, 6-7) ve (III, 17-21) İsra. süresinin başındaki (ayet:l) “Kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram ‘dan,· kendisine bir kısım niyetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren Allah’ın şanı (ne kadar da) yücedir. “ayetinin tefsirinde,

CIII.ı.117-118) Meryem süresinde (ayet:26) ”Ye iç, gözün aydın olsun.” ayetinin tefsirinde,(III·, 173) Enbiya suresinin başlarında (ayet:6) “Onlardan önce yoketmiş olduğumuz kasabalar halkı inanmadılar, “ayetinin tefsirinde,

(III, 491) Ahzab süresinde (ayet:37) “Allah ‘ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordum. “ayetinin tefsirinde,

(IV, ı o;) Şura süresinin tefsirinin başı,

(IV, 303) Hadid süresinin başlarında (ayet:3) “O herşeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmıyacağı son ‘dur; “ayetinin tefsirinde.

İbn Kesir, I, 77’de İbn Cerir’in rivayet ettiği bir hadisi zikrettikten sonra şöyle demektedir: “Bu, garibtir; neredeyse isnadı bile sahih değildir. Senedinde, benzeriyle ihticac edilemeyecek müphem bir ravi vardır”. III, 6-7’de İbn Ebi Hatim’in rivayet ettiği bir hadisten sonra da: “Bu, acaip garipliklerle dolu bir metindir” demektedir. Yine III, 17-21’de İbn Cerir’in rivayet ettiği son derece uzun bir hadisten sonra ise “Bu hadisin lafızlarında garabet ve şiddetli nekaret vardır!” demektedir.

III, 24’de İsra süresindeki (ayet:6) “Bunun ardından sizi onlara galip getireceğiz; “ayetinin tefsiri esnasında şöyle demektedir: “İbn Cerir burada Huzeyfe’ye isnad ederek uzun bir merfu hadis rivayet etmektedir. Bu rivayet, az bir hadis bilgisine sahip olanın bile şüphe etmeyeceği kadar kesin mevzu bir hadistir. Üstün bilgisine ve otoritesine rağmen onun bu hadise itibar etmesi son derece tuhaftır.

Şeyhimiz Hafız Ebu’l-Haccac el-Mizzi (ö. 742/1341) hadisin kesinkes mevzu olduğunu belirtmiş ve bunu kitabın haşiyesine yazmıştır”.

III, 89’da Kehf süresindeki (ayet: 50) “Meleklere:’Adem’e secde edin’ demiştik. “ayetinin tefsirinde de şunları söylemektedir: “Bu konuda seleften pek çok rivayet nakledilmiştir. Bunların çoğu israiliyyattan olup üzerinde düşünülmesi için nakledilmiştir. Çoğunun durumunu Allah daha iyi bilir, ancak aralarında, elimizdeki doğruya muhalefeti sebebiyle yalan olduğu kesinlikle bilinenler de yer almaktadır”.

IV, 485’de Mutaffıfin süresindeki (ayet:8) “Siccin’in ne olduğunu sen nerden bilirsin?” ayetinin tefsirinde ise: “Bu konuda İbn Cerir sahih olmayan garib ve münker bir hadis rivayet etmiş ve şöyle demiştir … ” demektedir.

IV, 508’de (Fecr, 7) “Yüksek sütunlarla dolu İrem ‘e” ayetinin tefsirinde şöyle demektedir: “İbn Ebi Hatim sütunlu İrem kıssasını burada gerçekten uzunca zikretmiştir. Halbuki bu hikayenin isnadı sahih değildir. Sened o a’tabiye kadar sahih olsa bile bunu o uydurmuş olabilir. Ya da bir nevi hayal ve deliliğe tutulup da, böyle olmadığı halde bunun bir gerçekliğinin olduğuna inanabilir. Bu, sahih olmadığı kesin olan kıssalardandır”.

Aynı süredeki (Fecr süresi, 14) “Doğrusu Rabbin beni gözetlemektedir.” ayetinin tefsirinde de “İbn Ebi Hatim burada, isnadı da sıhhati de tartışmalı gerçekten garib bir hadis rivayet etmiş ve şöyle demiştir … ” demektedir.

IV, 519-520’de Leyl süresindeki (ayet: 8) “Fakat kim cimrilik eder, kendini (mal ve kudret bakımından) zengin görüp (Allah’a) tenezzül etmezse.” ayetinin tefsirinde ise, İbn Ebi Hatim’den uzun bir hadis rivayet ettikten sonra şöyle demektedir: “İbn Ebi Hatim böyle rivayet etmiştir. Halbuki bu hadis gerçekten garibtir”.

IV, 535’de Kadr süresinin sonunda: “Bu süre-i kerimenin tefsiri sırasında İbn Ebi Hatim’in Kadir gecesi hakkında rivayet ettiği garib bir hadis ve acaip bir haberin zikri: şöyle demiştir … ” demektedir.

IV, 556’da Maun süresinin sonunda şöyle demektedir: “İbn Ebi Hatim burada senedi de metni de acaip bir hadis rivayet etmiş ve demiştir ki … “.

IV, 558’de Kevser süresinin sonunda da: “İbn Ebi Hatim burada münker bir hadis rivayet ederek şöyle demiştir … ” demektedir.Bunlar Hafız İbn Kesir’in işaret ettiği pek çok noktadan sadece birkaçıdır. Üstadımız Kevseri’nin, kendisinden defalarca işittiğim şu sözü ne kadar güzeldir: “İbn Cerir’in rivayet ettiklerinin kıymeti, senedinin kıymeti (kadar)dır.” Bu söz, anlaşılacağı üzere, rivayetleri senedleriyle birlikte veren bütün tefsirlere uygun düşmektedir. Şah Abdülaziz ed-Dihlevi (ö. 1239/1823)’nin, Tefsiru İbn Kesir’i hadis kitaplarının dördüncü tabakasından saydığına dair bir sözü, not olarak s.115’de gelecektir. Bu tefsir sahih hadislere zayıf, mevzu v.s. rivayetler de kalmaktadır.

Hafız İbn Kesir, hadislerin illet ve kapalılıklarını açıklamak suretiyle tefsirinde güzel bir metodtakip etmiştir. Seneddeki ravilerin ve cerh noktalarının bilinmesine güvenerek hadisin yalnızca senedini vermekle yetinmemiştir. Çünkü o, bırakalım bizim içinde bulunduğumuz son dönemi kendi zamanında, hatta daha da öncelerde “ilm-i rical” yıldızının battığını bilmektedir! Buna rağmen bazı hadisler onun da gözünden kaçmıştır; hadisi senediyle zikretmiş ama illet ve nekaretine dikkat çekmediği olmuştur. Tevbe süresindeki (ayet:75) (II, 374) “Aralarında: “Allah bize bol nimetinden verecek olursa, andolsun ki sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız” diye O’na and verenler vardır. “ayetinin tefsirinde, Sa’lebe b. Hatib el-Ensari ve zengin olduğunda zekatını vermemesi kıssasını, İbn Cerir ve İbn Ebi Hatım’in rivayetlerinden, senediyle birlikte zikretmiş, ancak adeti olduğu üzere senedi tenkid etmemiştir.

Halbuki bu kıssa son derece zayıf ve metruktur; senedinde Muan b. Rifaa bulunmaktadır ki hadiste gevşek bir ravidir ve mürsel rivayetleri çoktur. Rivayetlerinin çoğu için mütabi bile ammuaz. Buhari (ö. 256/869) onun hakkında, ‘Munkeru’l-hadis: yani ondan rivayette bulunmak helal değildir” demiştir. Bu cümlenin manası, Zehebi (ö. 748/1347)’nin Mizanu’l itidal’inde (I, 5) ve Leknevi’nin er-Rafıı ve’t-tekmilinde (s. 98) Buhari’nin kendisinden nakledilmiştir. Bu sebeple İbn Hacer Tahricu ahadisi’l-Keşşafta (s. 77) Sa’lebe kıssasından sonra “Bu ger- çekten zayıf bir isnaddır”, demiştir. Şöyle dememiz mümkündür: Elimizdeki rivayet tefsirlerinin en iyisi İbn Kesir tefsiridir; fakat darb-ı meselde söylendiği gibi “her güzelin mutlaka bir kusuru vardır”.

2- (Ben Ebu Gudde) derim ki; onun tefsiri garib rivayetlerden ve israiliyyattan hali değildir. O, zamanında her haberin ve her telifın alınmasında dayanılan ve oldukça yaygın olarak kullanılan isnad ilmine güven’erek, rivayetleri işittiği gibi yazmıştır. Hafız İbn Kesir tefsirinde onun tefsirinden pek çok haber nakletmiş ve kusurlarını açıklamıştır. Misal olarak “bakara kıssası”nı anlatırken rivayet ettiklerine bakınız: I, 108-110.

3-Şeyh, ilim yolcusu ve gezgini Ebu Bekir Muhammed b. Hasan el-Bağdadi en-Nakkaş el-Mukri el-Müfessir, hicri 266’da doğmuş, 351’de vefat etmiştir. Zehebi, Tezkiratul Huffazda tercümesini verirken şöyle demiştir: (s. 908): “Vehni sebebiyle onu ihmal etmiştir. Sonra onu, gizli-açık herşeyiyle zikretmeyi uygun gördüm. Celaletine ve seçkinliğine rağmen oldukça fazla olan hadis rivayetlerinde garib ve acaip şeyler bulunmaktadır . . Pek çok telifı vardır. Bunlardan Şifau’s-sudur radlı tefsirinde çok miktarda mevzu rivayet yer almaktadır. İbn Hallikan (ö. 681/1282), el-Vefeyat’da tercümesini verirken şöyle demektedir: “Berkani şöyle demiştir: Nakkaş’ın bütün hadisleri münkerdir; tefsirlnde hiçbir sahih hadis yoktur”. Zehebi, Ebu’I-Kasım el-Lalikai (ö. 418/1027)’nin “Şifau ‘s-sudur tefsiri gönüllere şifa değildir!” dediğini nakletmekte ve “bu sözle tefsirde mevzu rivayetlerin bulunduğunu kastetmiştir” demektedir.

4- İbn· Teymiyye, er-Red ale’l-Bekri adlı eserinde de (s. 8) şöyle demiştir: “Sa’lebi ile arkadaşı Vahidi gibilerinin tefsirlerinde, fedail ve tefsir konularında sırf bunların senedleriyle vermiş olmalarına güvenilemeyecek garib ve mevzu rivyetler var olunca, bunların dışında kalan Ebu’l-Kasım el-Kuşeyri (ö. 465/1072) ve Ebu’l-Leys es-Semerkandi (ö. 375/985)’nin tefsirleri ile Ebu Abdirrahman es-Sülemi (ö. 412/1021)’nin Hakaiku’t-tefsirinin durumu ne olur? Ki bu sonuncusunda Cağfer gibilerden kesinlikle yalan olduğu bilinen şeyler zikredilmiştir. Halbuki bu musannifler salah, din, fazilet, zühd ve ibadet ehli kimselerdir. Fakat onlar, Malik (ö. 179/795)’in dediği gibi: “Bu mescidde yetmiş şeyh gördüm. Hepsi de faziletli, dürüst ve dindar kişilerdi. O kadar ki bunlardan birisine devlet hazinesi emanet edilse, emaneti hakkıyla yerine getirirdi. Bu şeyhlerden biri “bana babam, o dedemden, o da Rasülullah ‘tan (s.) şöyle tahdis etti” derdi de ondan hiçbir şey almazdık. Bir delikanlı olan İbn Şihab gelirdi; biz de onun kapısına yığılırdık. Çünkü o bu işi bilirdi”.-

5- IV, ll

6- Köşeli parantez içindeki bu cümle metne Minhacü’s–sunne’den eklenmiştir.

7– IV, 15 8 Ebu Nuaym’ın eserlerinde yaptıklarıyla ilgili İbn Teymiyye’nin diğer bir sözünü s: 80’de not olarak nakletmştik; oraya bakınız. Yine İbn Teymiyye’nin Ebu Nuaym haklarıdaki iki ayrı ifadesi bir-kaç satır sonra gelecektir. Ayrıca İbn Teymiyye Minhacü’s sunne’de (IV, 10, 38) şöyle demektedir: “Hadis ilmi ehli Ebu Nuaym’ın Hilyetu ‘l-evliya ile Fedailu ‘l-hulefa adlı eserlerinde rivayet ettiği hadisler arasında pek çok yalan ve mevzu rivayet bulunduğunda ve sırf onun bu hadisleri rivayet etmiş olmasının hadisin sıhhatini göstermeyeceğinde ittifak etmişlerdir”. İbn Teymiyye’nin Ebu Nuaym ve eserleri konusundaki sözleri Minhacü’s Sunne’de, aşağıdaki yerlerde de tekrarlanmıştır: IV, 15, 18, 42, 46, 53, 194

9-IV, 25

10– Sa’lebi ve tefsiri hakkında yeteri kadar açıklama s. 101-102’de geçti; oraya bakınız.

11- IV, 38

12- Muhaddis, tarihçi, ilim yolcusu Ebu Şuca’ Ş’ıraveyh b. Şehr Darü’l-Hemezeni ed-Deylemi. Hic-ri 425’de doğmuş, 509’da vefat etmiştir. Kitabının ismi Firdevsü’l ahbar bi me’s-uri’l-bitabi’l-mubarrec ala kitabi’ş-Şihabtır. (yani el-Kudai’nin Şihabu ‘l ahbar’ı). Müellif eserinde kısa hadislerden on-bin hadisi, alfabe harflerinden yaklaşık yirmi harf üzere tertib ederek derlemiştir. İşte İbn Teymiyye’nin burada söz konusu ettiği eser budur. İbn Teymiyye Minhacu’s-sunne’de (IV, 78) şöyle demektedir: “Ehl-i ilim ve din olmasına ve yalancı sayılanlardan biri de olmamasına rağmen İbn Ş’ıraveyh ed-Deylemi el-Hemezani, kitabı el-Firdevs’te çok miktarda salhh, hasen ve mevzu hadisler zikretmiştir.Bunun sebebi de kitaplarda olan herşeyi nakletmiş olmasıdır; ha lbuki bu kitaplarda doğru da bulunmaktadır, yalan da”.

13– IV, 48

14- Hafız İbn Hacer, Lisanu ‘l-Mizan adlı eserinin mukaddimesinde İmanı Ahmed’in “Üç kitabın aslı -yani senedleri-yoktur: Bunlar megazi:, tefsir ve melahim’dir” sözünü naklettikten sonra şöyle demektedir: “Derim ki, bunlara bir de “fedail”in eklenmesi gerekir. Fedail kitapları zayıf ve mevzu hadis yığınaklarıdır. Çünkü megazide kaynak Vakidi (ö. 207 /822) gibiler, tefsirde Mukatil (ö. 150/767) ve Kelbi(ö. 146/763) gibiler, melahinıde ise israiliyyatır. Fedaile gelince Rafızilerin ehi-i beytin fazileti hakkında ne kadar hadis uydurdukları sayılamaz. Ehl-i sünnetin cahilleri de buna karşılık olarak Muaviye (ö. 60/679) ve hatta Ebu Bekir(ö. 13/634) ile Ömer (ö. 23/643)’in faziletleriyle ilgili hadisler uydurmuşlardır. Halbuki Allah Şeyhayn’ı (Ebu Bekir ve Ömer’i) bundan müstağni kılmış, derecelerini de daha üstün yapmıştır”

15- IV, 84

16- Hafız, ilim yolcusu Ebu’I-Feth Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b.Faris b. Ebi’l-Fevaris el-Bağdadi, hicri 388’de doğmuş, 412’de de vefat etmiştir.

17- Ebu Ali el-Hasen b. Ali b. İbrahim el-Ehvazi el-Mukri. Pek çok eserin sahibi ve Şam’ın kıraat alimidir. Salimiyye’den idi. H. 362’de doğmuş, 446’da vefat etmiştir. el-Beyan fi şerbi ukıdi ehli’l-iman ismli bir kitabı vardır. Zehebi Mizanıl’l-i’tidalinde (I, 237): “Bu kitabı yazmasaydı kendisi için daha hayırlı olurdu. Çünkü mevzu ve rezil rivayetleri toplamıştır .. .!” demektedir. Hafız İbn Asakir, Tebyinü kezibi’l-mufteri fima nusibe ile’l-İmam Ebi’l-Haseni’l-Eş’ari adlı kitabında, onun ve eser-lerinin hakkında uzun uzun sözetmektedir (s. 364 v.d.), oraya bakınız. İbn Teymiyye, Mecmuatu tefsir’i Şeyhi’l-İslam İbn Teymiyye içinde neşredilen ve Hindistan’da basılmış bulunan Alak suresinin tefsirinde şöyle demektedir (s. 353-354) : “Ebu Ali el-Ehvazi’nin sıfatlar konusunda bir eseri vardır; bunda zayıf sağlam ne varsa toplamıştır”.

Abdurrahman b. Mende (ö. 470/1077)’nin derledikleri de böyledir. İnsanların en çok hadis bileni olmasına rağmen çok miktarda zayıf hadis rivayet etmiş; sahih ile zayıfın arasını da ayırmamıştır. Çamur vb. yeme babında olduğu gibi tertib ettiği nice bab vardır ki bütün hadisleri zayıftır. O, Ebu Ali el-Ehvazi’den rivayet etmiş, garib ve mevzu olan bu rivayetler Hasan b. Ali’nin eline geçmiş; o da bunlar üzerine batıl bir akide sistemi kurmuştur!”.

18- İbn Teymiyye bundan sonra: “Nesai’nin Hz. Ali’nin faziletleri konusundaki eseri gibi” demektedir.

19- Yine İbn Teymiyye, er-Red alel-Belai adlı kitabında şöyle demektedir (s.15): “Sa’lebi, Vahidi, Mehdevi, Zamahşeri, Abdülcebbar b. Ahmed, Ali b. İsa er-Rummani, Ebu Abdullah b. el-Hatib er-Razi, er-Risaletü’I-Kuşeyriyye müellifi Şeyh Ebu’l-Kasım’ın oğlu olan Ebu Nasr İbnü’l-Kuşeyri, Ebu Abdurrah-man es-Sülemi ve el-Kevaşi el-Mavsıli ile tefsir ilmindeld benzeri musannifler gibi, siyer, ahbar (tarih) ve kısasu’l-enbiya müelliflerinin çoğu da sahih ile zayıfın; güçsüz ile kuvvetlinin arasını ayırmazlar.

Bunlar sahihi-sakimi bilmezler; ne nakledilen rivayetler konusunda, ne de raviler hakkında bir belgeleri vardır. Aksine rivayetlerinde sahih-zayıf ne varsa toplar, aralarını da ayırmazlar. Fakat iç-lerinde Sa’lebi gibi herşeyi rivayet edip de sorumluluğu nakledene bırakanlar olduğu gibi usul, tasa-vuf ya da fıkıhda kende görüşüne uygun olan hadisleri, sahih-zayıf ayrımı yapmaksızın alıp; uymayanlarını reddedenler de bulunmaktadır. İmam Şeyh Veliyyullah ed-Dihlevi (ö. 1176/1762)’nin Huccetu’l-lubi’l-billiğa adlı kitabında güzel bir mülahazasını gördüm (I, 107-108). Hadis kitaplarını beş tabaka olarak saydıktan sonra, s. 89’da da işaret edildiği üzere, üç tabakayı zikretnıiş ve şöyle demiştir. “Dördüncü tabaka; musannif-lerinin sonraki asırlarda, ilk iki tabakadaki kitaplarda bulunmayan rivayetleri toplamayı gaye edindikleri kitaplardır. Bunlar:

* Meşhur olmamış mecmua ve müsnedlerden ortaya çıkardıkları rivayetlerdir,

* Ateşin vaizler ile ehl-i heva ve zayıf kimselerin dillerinde dolaşıp da muhaddislerin yazmadığı rivayetlerdir,

* Veya salıabe ve tabiun sözleri, Bem İsraili haberleri, bilgelerin ya da vaizlerin sözü olup da rav-ilerin yaıularak veya kasden Hz. Peyganıber’in (s.) hadisleriyle karıştırdıkları sözlerdir,

* Kur’an’ın ve sahih hadislerin taşıdığı muhtemel bir mananın, rivayetlerin inceliklerini bilmeyen salih kimseler tarafından rivayet edilerek merfu hadis haline getirilmesi sonucu ortaya çıkan ifadelerdir,

* Kitabın ve sünnetin işaretlerinden anlaşılan ve kasden müstakil birer hadis olarak rivayet edilen manalardır,

* Değişik hadislerdeki ayrı ayrı cümlelerin tek bir ifade şeklinde rivayet edildiği hadislerdir Bu türlü hadislerin bulunduğu yerler İbn Hibban (ö. 354/965)’ın ed-Duafa’sı, İbn Adi (ö. 365/975)’nin el-Kamili ile Hatib (ö. 463/1070)’in, Ebu Nuaym (ö. 430/1038)’ın, Cuzekani (ö. 543/1148)’nin, İbn Asakir (ö. 571/1175)’in, İbn Neccir (ö. 643/1245)’ın ve Deylemi’nin eserleridir. Ebu Bekir Ahmed b. Muhammed el-Berkani el-Harizmi (ö. 425/1033)’nin Musnedi de hemen hemen bu tabakadandır. Bu tabakanın en düzgün rivayetleri, en iyi ihtinıalle zayıf olanlarıdır. En kötüleri de son derece münker olan mevzu ve maklub hadislerdir.

Bu tabaka İbnü’l-Cevzi (ö. 597 /1200)’nin el-Mevzut adlı eserinin malzemesini oluşturmaktadır. Bunları toplamakla meşgul olmak, bunlardan hüküm istinbat etmek müteahhirunun bir nevi ihtisas alanıdır. Doğrusunu istersen, Rafızi, Mu’tezile ve başka bid’atçı gruplar bu rivayetlerden mezhep-lerine şalıid olabilecekleri, küçük bir gayretle çıkarabilmektedirler. Halbuki hadis alinileri nezdinde bunları delil olarak k-ullanmak sahih (doğru) değildir. Allah en iyisini bilir.

(Şah Veliyyullah’ın) oğlu Şeyh Abdülaziz ed-Dihlevi, el-Ucaletu’n-nafia, Sıddık Hasan Han (ö. 1307 /1889)’ın, el-Hıtta fi zikri sıhabı’s-sitte adlı eserinden (s. 57-58), Arapça ya çevirerek naklet-tiği sözünde şöyle demektedir: “Birinci asırda ne ismi ne de cismi bulunmayan ve müteahhirunun rivayete giriştiği bu dördüncü tabakanın hadisleri ild şekilde değerlendirilir; ya selef bunları araştırmış ve rivayet etmeye değer bir asıl bulanıamışlardır, ya da bir aslını bulmakla birlikte had iste, rivayet edilmesine mani bir cerh veya illete rastlamış ve onu terketmişlerdir.

Her halukarda bu hadisler gerek akidevi, gerek ameli bir hüküm isbatı için delil alınaya elverişli, sağlam hadisler değildir. Bu kısım hadisler, hadis kitaplarında pek çok tarikini görerek bunun mütevatir olduğuna hükmeden ve kesin bilgi kaynağı olarak kabullenen çoğu muhaddisi doğru yoldan saptırmıştır. Bu suretle onlar, sıhhatine rağmen ilk iki tabakadaki hadislere zıt bir mezhep ortaya koymuşlardır. Bu kısmın hadisleri konusunda pek çok eser tasnif edilmiştir. Bunlardan başlıcaları arasında Ukayli (ö. 323/934)’nin ed-Duafa adlı kitabı, Hakim (ö. 405/1014), İbn Merduye (ö. 416/1025) ve İbn Şahin (ö. 385/995)’in eserleri, İbn Cerir’in tefsiri, Deylenu’nin el-Firdevsi ile diğer eserleri ve Ebu-ş Şeyh İbn Hayyan (ö. 369/979)’ın kitapları sayılabilir.

Müsamaha gösterilen ve en çok hadis uydurulan konular menakıb ve mesalib, tefsir, esbab-ı nüzul, tarilı, beni İsrail’in durumları, enbiya ve öncekilerin kıssaları, şehirlerin faziletleri, et’ime-eşribe, hayvanlar, tıp, rukye, sihir, da’vat ile nafılelerin sevaplarıdır. Sonra da Hz. Peygamber’in (s.) ana-babasının müslüman olması, İbn Abbas’dan ayaklara meshetme rivayetleri gibi nadir meseleler gelir. Bunların çoğu işte bu kitaplardan çıkmaktadır. Hatta Şeyh Celaleddin es-Suyüti (ö. 911/lSOS)’nin eser ve risalelerinin tasnifınde kullandığı başlıca sermayesi adı geçen kitaplardır.

Bunların hadisleriyle meşgul olmıak ve hüküm istinbat etmekte hiçbir fayda yoktur. Maamafıh, bunları tahkik etmek isteyen Zehebi’nin Mizan’ına, Hafız İbn Hacer’in Lisanu’l-Mizan’ına ve Şeyh Muhammed Tahir el-Kuceruti el-Fetteni (ö. 986/1578)’nin bütün maddelerin garib kısımlarını şerheden ve ibarelerini açıklayan Mecmeu bihari’l-envar adlı eserine bakmalıdır”.

(Ben) Abdülfettah der(im) ki; s. 97’de son zamanların allamesi Şeyh Muhammed Hasan es-Sen-behli (ö. 1305/1887)’nin Tensiku ‘n-nizam adlı kitabının başında (s. 6) Şeyh Abdülaziz ve babasının sözlerini tenldd eden güzel bir sözüne işaret geçmişti; mutlaka oraya bakınız. Bu uzatma olmasaydı onu naklederdim.

Daha sonra Şah Veliyyullah ed-Dihlevi, Huccetu ‘l-labi’l-baliğdda şöyle demektedir: “Burada beşinci bir tabaka daha vardır; bunlardan biri, fakihlerin, sofılerin, tarihçilerin v.s. dillerinde meşhur olan rivayetlerdir. Daha önce adı geçen dört tabakadaki kitaplarda bu rivayetlerin as-lı yoktur. Birisi de sorumsuz .ve sözde alinı birinin dine soktuğu rivayetlerdir. Hz. Peygamber’den (s.) suduru uzak olmıayan bir takım beliğ sözleri, cerhi mümkün olmayan sağlam senedlerle bir araya getirmişlerdir. Böylece İslam’da büyük bir belayı yaymışlardır. Fakat hadis ilmi mütehassısları bu gibi rivayetleri mütabi ve şahidlerle değerlendirirler ki bu sayede perde yırtılır ve ayıplar görülür (takke düşer, kel görünür).

*** Ebu Gudde’nin dipnotların arkasından verdiği bu kısmı, tarafımızdan metnin sonuna alınmıştır. (çev.)

http://www.tasavvufdergisi.net/DergiTamDetay.aspx?ID=531&Detay=Ozet

Tasavvuf İlim ve Akademik Araştırma Dergisi 2014

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir