Dergah,s.204,cilt:XVII,Şubat 2007
1- Günümüzde, dünyada ve Türkiye’de tarih ilgisi azımsanamayacak ölçüde fazlalaştı. Burada küreselleşme bağlamında ortaya atılan “kimlik, kişilik” meselelerinin deşilmesinin de rolü var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tarihin sonunun ilan edildigi bir donemde tarihe duyulan ilginin artmasi bir tesaduf degil. Bunun basilica iki sebebinden bahsedebiliriz. Birincisi Fukuyama ve onun Amerikadaki okuyuculari disinda kimse tarihin sonunun geldigine inanmiyor. Tarihin sonu, insanligin iyi yonetim ve erdemli toplum arayisinin son bulmasi demek. Kokleri Hegel’e giden bu dusunce, insanligin belli bir tekamul surecinden sonra aradigi seyi bulacagi fikrine dayaniyor. Oysa butun kadim medeniyetler aradigimiz seyin sonda degil baslangicta oldugunu soyluyor. Nitekim Arapcada mebde kelimesinin hem baslangic hem de ilke anlamina gelmesi anlamli. Eger gercekten tarihin sonu diye bir seyden bahsedeceksek, bu zaten oldu. Simdi yapmamiz gereken o mebdeye, ilkeye, baslangic noktasina, dogal ve insani hale geri donmek. Kapitalist sistem boyle bir dogal hali ifade etmiyor. O yuzden insanlarin tarihin sonu cagrilarina kulak tikamasi sasilacak bir durum degil.
Ikinci sebep, yine yasadigimiz surecle ilgili. Modern kultur iletisim araclari araciligiyle o kadar sofistike hale geldi ki gerceklik ile sanal olan arasindaki cizgi giderek belirsizlesiyor. Altinci His, Matrix gibi filmler bize gercekligin hic de gorundugu gibi olmadigini ya da olmayacabilecegini cok guclu psikilojik kurgularla telkin ediyor. Wittgenstein’in dunyanin ontolojik duzeniyle ilgili olarak ‘her sey cok farkli olabilirdi’ sozunu hatirlamadan edemiyorum. Eger alem mumkin ise, o zaman Wittgenstein’in dedigi prensipte dogrudur. Fakat Gazali buna siddetle karsi cikar ve icinde yasadigimiz alemin ‘mumkun olan alemlerin en mukemmeli’ oldugunu soyler. Neden? Cunku Allah her zaman her seyin en guzelini yapar.
Simdi bunu modern iletisim kulturune uyarlayacak olursak, bize gorunen seylerin cok farkli bir mahiyetinin oldugu/olabilecegi dusuncesi yeni degil. Fakat Kant’la baslayan felsefe gelenegine gore biz esyayi ancak bize gorundugu haliyle ve sekliyle bilebiliriz. Ondan otesi bilginin konusu degildir. Yani gerceklik, gorunumden ibarettir. Yasadigimiz surreal ve sanal gerceklik, Kant’i surekli haksiz cikartiyor. Cocuklar, koyun denen hayvanin kendisini gormeden onun resmini, cizimini, imajini TV ekraninda goruyorlar. Simdi o ekrandaki goruntu gercek midir degil mi? “Goruntu olarak” gercektir ama koyun dedigimiz hayvan o goruntuden farkli bir gerceklige sahiptir.
Populer tarihe duyulan ilgi tam da bu noktada one cikiyor. Insanlar giderek bize gorunenin, anlatilanin, soylenenin otesinde bir seylerin oldugunu dusunuyor. Chomsky’nin dil kabiliyetinin temeli olarak gordugu ‘derinlik grameri’, Freud’un beseri rasyonalitenin altinda yattigini soyledigi arzular ve ic guduler, kuantum mekanigi ve atom alti arastirmalari hep gorunenin otesinde, daha derinlerde baska dunyalarin oldugunu ima ediyor. Populer tarih bu alternatif hikayeleri ortaya cikartan onemli bir arac olarak goruluyor.
Burada akademik ve populer tarihciligin cazibesini arttiran bir diger unsur da, Weber’in buyu-bozumu dedigi sey. Yani temiz, saf, butun, kutsal kabul edilen seylerin bu niteliklerini yitirmesi, daha dunyevi ve tarihsel bir ozellik kazanmasi. Tarihin buyu-bozumu, onun mitolojik ve tarih-ustu niteliklerini kaybetmesi demek. Tarihe bu gozle baktiginizda buyuk zafer hikayelerinin, buyuk fetihlerin, buyuk kahramanlarin hepsi bir anda tarihin o camurlu, bulanik, buhranli hatta kirli yapisinin bir parcasi haline geliyor. Tarihi romanlar, filmler artik tarihin hep bu yonune dikkat cekiyorlar. Tipki son donemde cekilen savas filmleri gibi. Ulusal kurtulus savaslarinin da herhangi bir savas kadar kanli, aci dolu, yurek kanatici ve acimasiz oldugunu gosteren bu filmler, siddetin estetize edilmesine karsi onemli uyarilar.
2- Tarihçilik, galiba kabuk değiştiriyor. Kralların, idarecilerin hayat hikâyelerini, yapıp ettiklerini, savaşları anlatan vakanüvis geleneği veya paralelindeki medeniyet tarihi gözden düşmüş gibi. Bunun yerine, mahalli özellikler, günlük hayat gibi önceleri pek hesaba katılmayan unsurlar geçti. Bu metedoloji farkını neye bağlıyorsunuz?
Son yillarda onem kazanan yerel tarihcilik, ayrintiya gosterdigi onemle temayuz etti. Tarihe yon verdigi dusunulen buyuk cercevelerin yerini kucuk ayrintilar, kazalar, kisisel kaprisler, tesadufler aldi. Bununla su denmek isteniyor: Tarih, onu yapan insanlar kadar kucuk, kirilgan, dunyevi bir seydir. Bu da yukarida isaret ettigimiz buyu-bozumu egilimiyle ortusuyor.
Fakat ayrintiyi kotarmak bize tarihi verir mi? Detaylar uzerine yapilan vurgu ancak bir cerceve, bir buyuk resim varsa anlamlidir. Zaten burada zimni bir cerceve hep vardir. Butun detaylar bir kac buyuk soru etrafinda sorulur. Ornegin 18.nci yuzyilda Paris’teki yemek yeme aliskanliklari ve zevkleri, donemin Fransiz toplumunu anlama gayretinin, bu da modernitenin yukselisini aciklama cabasini bir parcasidir. O buyuk ‘modernite nedir?’ sorusu olmasa, Paris’te kimin ne yedigi, nasil yedigi cok onemli midir?
Yani ayrintiya ne kadar inerseniz, buyuk resme o kadar yaklasirsiniz. Postmodernistler bu noktayi gozden kacirdiklari icin ‘buyuk resim yok’ deyip durdular. Ama insan tabiati ve yasadigimiz gerceklik, hayatimizi ve dolayisiyla tarihi anlamli kilan bir takim buyuk sorularin, buyuk resimlerin oldugunu gosteriyor. Sekuler tarih kurgularinin cikmaza girdigi yerlerden biri de burasi zaten. İnsanlarin yapip-ettiklerini, sadece onlarin arzularinin, akillarinin yahut emellerinin bir urunu olarak gormek mumkun degil. İnsanin ozunde bu kaliplari asan yahut asmak isteyen bir seyler hep var. Avrupa laisizminin kalbi Fransa’da en cok okunan kitap turunun okult/gizemci kitaplar ve romanlar olmasi bir tesaduf degil.
3- Buna bağlı olarak; bilhassa yakın tarih için komplocu görüşleri esas alan yorumlar ile geleceğe dönük kehanete varan bilim kurgu eserlerinin de bayağı ciddiye alınmaya başladığı görülüyor. Burada bir kasıt, saptırma, meseleyi sulandırma görüyor musunuz?
Bilim-kurgular, gelecegin tarihini bugun yazan eserler. Fakat hepsi ilerlemeci ve teknolojist bir inanca dayandigi icin fantezi olmanin otesine gecemiyorlar. Insanligin gelecegini hep daha fazla tekonoloji, ilerleme ve bunlarin sagladigi imkanlarla kurgulayan tarih anlayisi da sinirli bir bakis acisina sahip. Her ne kadar uzaylilardan vs. bahsetse de fazlasiyla humanist ve beser-merkezli. Bu, teknolojinin insan muhayyilesini ne kadar derinden kusattigini da gosteriyor.
Geleneksel hayal alemleri giderek kayboldugu icin bu tur imajlar ve fanteziler cabuk musteri buluyor. Turkiye’de artik kendimize ait bir hayal dunyamiz yok. Muhayyilemizi bilim kurgu filmlerinin kahramanlari dolduruyor. Ya da Yuzuklerin Efendisi’nde oldugu gibi yeri ve zamani belli olmayan kurgular aliyor. Kendimizle barisik olmadigimiz icin tarihimizle de kavgaliyiz. Ayni kavgayi geleneksel hayal kahramanlariyla da veriyoruz. Bunun sonucunda ortaya buyuk bir kultur on yargisi cikiyor. Ali Baba ve Kirk Haramiler halk hikayesi oluyor ama Romeo ve Juliet tarih ustu bir sembolizm olarak okunuyor.
4- Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte, yeni bir dünya tarihi inşa edilmeye başlandı. Hâkim güçler, terörü bahane ederek Afganistan’ı, nükleer ve kimyasal silahları bahane ederek Irak’ı işgal ettiler. Amaçları, Ortadoğu haritasını değiştirmek… Böyle projeler tarih yazımını nasıl etkiler?
Bu tur buyuk hadiselerin tarih yazimini derinden etkileyeceginde suphe yok. Fakat asil onemli olan su: Tarih yapicilarinin daha fazla tarih okumasi gerekiyor. Ortadoguya yeni bir duzen getirmeye calisanlar yakin tarihe biraz dikkat ve ciddiyetle baksalar, hic bir seyin sandiklari ya da umduklari gibi gelismeyecegini gorecekler. 11 Eylul hadiselerinden bu yana gecen bes yila bile baktigimizda alinacak onemli dersler var.
Bati disindaki toplumlarin onemli bir kismi kendilerini tarihin disina itilmis hissediyorlar. Avrupa-merkezci tarih ve siyaset okumalari, Batili olmayan toplumlari edilgen ve reaksiyoner figurlere indirgiyor. Son iki yuzyilda Batida yasananlar, butun insanlik tarihinin nihai tekamul noktasi olarak sunuluyor. Hint, Cin, Afrika, Latin Amerika ve tabi Islam medeniyetleri, bu Avrupa tarihinin ortaya cikmasi icin gorev ifa eden dekorlar haline geliyor.
Bu tarihin disina itilmislik duygusu, Islam-Bati iliskilerini bugun o kadar derinden etkiliyor ki yasadigimiz toplumsal gerginliklerin onemli bir kismi buradan kaykanlaniyor. Ulusalci ve radikal milliyetci soylemleri besleyen de bu itilmislik, guvensizlik ve tehdit altinda olma duygusu. Yasanan kuresel adaletsizlikler, en temel insani degerlere olan inancin altini oyuyor. Hayata yon vermeyen degerlerin teorik zerafeti kimsenin derdine derman olmuyor. Bu manada sisteme yon veren kuresel gucler buyuk bir insanlik sucu isliyorlar. Butun bunlarin ustune Bush cikip “Ulusumuz tarihte gelmis gecmis en buyuk iyilik gucudur” diyor. Tarihi boyle okursaniz, hali dogru anlayamazsiniz.
Dolayisiyla sorun tarihin hangi donemine yahut detayina egilmemiz gerektigiyle ilgili degil. Sorun, Avrupa-merkezci tarih kurgusunun butun tarih algimizi belirliyor olmasi. Avrupa-merkezcilik felsefi ve siyasi bir proje olarak iflas ettigi halde biz bunun etkisinden henuz kurtulabilmis degiliz. Dunya tarihi kitaplari hala Bati medeniyeti tarihi olarak yaziliyor. İnsanligin tekamulu Avrupa medeniyetinde sona eren bir surec olarak kurgulandigi icin, butun diger tarihler bu nihai noktaya ulasan kucuk akintilar, dereler, sizintilar olarak okunuyor.
Tabi bu yapilirken binlerce tarihi ayrinti gozardi ediliyor. Ornegin Umit Burnu’nu ilk defa dolastigi soylenen Portekizli Vasco de Gama’nin adini butun lise ogrencileri bilir. Fakat kimse ayni burnu otuz yil once gecerek Bati Afrika sahillerini dolasan ve ilk defa Cebel-i Tarik bogazindan Akdeniz’e giren Musluman denizci Ahmed ibn Mecid’in adini bilmez. Bilinse bile Ahmed ibn Mecid’in kesfi onemli kabul edilmez. Cunku onunki modern cografi kesfilere yol acan surecin bir parcasi degildir. Portekizli Vasco de Gama ise bu surecin parcasi oldugu icin, devrim mahiyetinde bir kesifte bulunmustur. Bu yuzden Vasco de Gama’nin Hindistan denizini Gucuratli Musluman bir denizcinin rehberliginde gectigi onemsiz bir ayrintidir. Ayni sekilde Kristof Kolomb’un Enduluslu Musluman haritaci ve denizcilerinden faydalandigi gercegi onemsizdir. Cunku Amerikayi kesfeden Musluman dogu degil, Ispanyol Kolombdur. Avrupa-merkezci ve ilerlemeci tarih okumasinin maliyetinin ne oldugunu gormek zor degil.
Ayni sey biz Osmanli tarihi okumalarinda yapiyoruz. Osmanlinin son doneminde en fazla onemsedigimiz isimler bir sekilde Avrupa medeniyetiyle irtibata gecmis, ona cevaplar vermis, onu red ya da kabul etmis aydin ve devlet adamlarindan olusuyor. O yuzden bizim icin Ziya Gokalp yahut Prens Sabahattin cok onemli iken, Ahmed Avni Konuk ikincil oneme sahip oluyor. Oryantalistler ayni seyi cagdas Islam dusunurleri icin yaptilar. Ancak batiyla dogrudan irtibata gecmis Cemaleddin Afgani gibi isimler uzun uzadiya arastirildi ve yazildi. Esref Ali Sanvi yahut Bediuzzaman Said Nursi gibi isimler ise Avrupayla dogrudan bir iliksiye girmedikleri icin ya hic incelenemediler ya da farkli bir kategoride ele alindilar.
Butun bu tarih okumalarinda bir baska varsayim daha one cikiyor (ya da gizleniyor demeliydim): Batinin yukselisi tarihi bir zorunluluktur. Modern batinin bugune gelisi, yani sanayi devrimi ve kapitalizme gecis, tarihi bir zorunluluk olarak sunuluyor. Bunu temellendirmek icin de 18.nci yuzyil oncesi tarih, bu kacinilmaz tarihi hamleyi hazirlayan adimlar olarak goruluyor. Boylece bati disi toplumlar, bu tarihe katki veren ikincil aktorler haline geliyor. Oysa salt maddi tarih acisindan baktigimizda bunun dogru olmadigini goruyoruz. Bugun pek cok tarihci Asyanin 18.nci yuzyilin sonuna kadar Avrupa karsisindaki maddi ve moral ustunlugunu muhafaza ettigini soyluyor.
5- İşgalciler, Irak’taki müze ve kütüphanelerin yağmalanmasına adeta göz yumdu. Orada, bir milletin hafızası, bir ülkenin kültürel birikimi talan edildi. Bu yağmayı, sözünü ettiğimiz projenin bir parçası olarak görebilir miyiz?
Burada da yine ‘benim tarihim daha onemli’ sendromu var. Sadece tarihte yasanan hadiseler olarak degil, ayni zamanda tarihten kalan eserler olarak. Suphesiz Amerikalilar Irak Milli Muzesindeki eserlerin tarihi ve parasal degerini biliyorlardi. Fakat petrol kuyulari o anda muzeden daha buyuk strtejik oneme sahipti. O yuzden petrol kuyularina daha fazla saldiri oldugu halde onlar korundu; muze ise yagmalandi. Amerikan savunma bakani bu talani, bir ozgurluk gostergesi olarak yorumladi. Yani Iraklilar artik kendi tarihlerini yok edecek kadar ozgurler. Tersinden soyleyecek olursak bu tarih, ozgurluk adina talan edilmeyi hak edecek kadar onemsiz ve anlamsiz.
Bu konularda bizim Amerikalilarla anlasmamiz daha zordur. Cunku Amerikalilarin derin bir tarih dili yok. Henry Kissenger Nixon’la beraber Cin’e gittiginde donemin Cin Basbakanina Fransiz devrimi ve etkileri konusundaki fikrini sorar. Kissenger’in amaci, Cin devlet adaminin Batili degerlere yaklasimini ogrenmektir. Cin Basbakani biraz durur ve soyle der: Henuz bir sey soylemek icin cok erken. Cin gibi kadim bir medeniyete sahip bir devlet adami, komunist bile olsa, tarihe boyle bir derinlikle bakabilir. Amerikali stratejistlerin bir kismi bu tarih derinligine sahip olmadigi icin Ortadogunun bir kac yilda hem de kendi istedikleri tarzda donusebilecegini zannediyor.
Avrupa bu noktada farklidir. Amerikalilarla cok az ortak tarihimiz oldugu icin anlasamiyoruz. Avrupalilarla ise cok fazla ortak tarihimiz oldugu icin gerginlikler yasiyoruz. Avrupa tarihinin onemli bir kimsi Muslumanlarla ve giderek Turklerle mucadelesinin tarihidir. Henry Pirenne’ye gore bugun bildigimiz manada Avrupayi ortaya cikartan tarihi guc, guneyden gelen Islam baskisidir. Islam kulturunun ve siyasi sinirlarinin Balkanlara ve Ispanyaya kadar yayilmasi, Avrupada Papayla Imparatoru bir araya getirmis ve Avrupa tarihini degistiren bir ittifakin dogmasina neden olmustur. Papa II. Urban, 1095 yilinda bir Hacli seferinin duzenlenmesi icin cagrida bulundugunda, sadece kutsal topraklarin yani Kudus ve civarinin selametini dusunmuyordu. Papanin birinci kaygisi Avrupa icinde bir birlik saglamakti. Cunku Avrupa bu donemde onlarca etnik, linguistik, dini-mezhebi, siyasi gruba bolunmus, paramparca bir cografya gorunumundedir. Avrupayi birlestiren Islam ve Osmanli olmustur.
Burada hem tarih hem de guncel siyaset acisindan buyuk bir paradoks var: Islam, Avrupa tarihinin bu kadar onemli bir parcasi oldugu icin Avrupa tarafindan sistematik olarak reddediliyor. 12 Eylul gunu Regensburh Universitesinde yaptigi bir konusmayla tepkileri uzerine ceken Papa 16.nci Benediktus’un Katolik Kilisesine kazandirmaya calistigi yeni kimlik bunun carpici orneklerinden biri. Papa, daha kardinalken Turkiye’nin AB uyeligine karsi cikiyor ve Turkiye’nin Avrupa’nin maneviyat-fikriyat haritasinda bir yerinin olmadigini soyluyordu. Papa’ya gore Avrupa, cografya degil, ortak bir inanc uzerine kurulu bir idealdir. Nedir bu inanc? Yahudi-Hiristiyan gelenegi ve antik Yunan dusuncesi. Yani Ibrahimi inancla, Helenistik aklin buyuk telifi. Peki boyle bir sentez gercekten mevcut mudur? Yoksa Batinin din ve dusunce tarihi bu iki cekim merkezi arasinda gidip gelen bir sarkac midir? Eger St. Augustune ile Karl Marks, Hegel’le Popper ayni medeniyetin urunleriyse o zaman Avrupanin ayni anda hem buyuk bir sureklilik arzettigini hem de buyuk kirilmalar ve gerginlikler yasadigini teslim etmemiz gerekir. Fakat ideal, butuncul bir Avrupa’dan bahsedebilmek icin Papa’nin Turkiye’nin Muslumanligina, Islam dininin de bir siddet dini oldugu fikrine ihtiyaci vardir. Aksi halde Avrupa “muayyen bir inanc” uzerine kurulu bir ideal olmaktan cikar. Alman dusunce gelenegine mensup iyi bir teolog olan Papa’nin yenik ve zayif dusmus Bizans imparatoru II. Manuel’den o meshur alintiyi yapmasi bir tesaduf yahut dil surcmesi degil. Bugun bile Avrupa, kendini belli bir sekilde tanimlamak icin Islam dunyasina ihtiyac duyuyor. Yani tarih Bruksel sokaklarindan Ankara’ya Vatikan’dan Regensburg Universitesine kadar her alanda yeniden yasanmaya devam ediyor.
6- Tarihine ilgi duyan insanlarda, hem vatana bağlılığın arttığı, hem de milliyetçi duyguların kabardığı kabul edilir. Türkiye’de ise durum biraz farklı görünüyor. Bir yandan tarihe yoğun ilgi gösteriliyor, bir yandan da Avrupa ile aynı bayrak altında yaşamak isteyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Bunun nedeni ne olabilir?
Turkiyede ulusalcilik adi verilen yeni bir milliyetcilik turu yayginlasiyor. Bunda tarih okumalarindan cok AB uyeligi, PKK teroru, Kuzey Iraktaki gelimseler ve kucuk bir kesim icin AK Partinin iktidarda olmasinin onemli bir payi var. Yukarida degindigimiz tarihin disina itilmislik duygusuna benzer bir guvensizlik ve tehdit algisi var Turkiye’de. İnsanimizin onemli bir kismi Turkiye’nin gercekten boluneceginden yahut icerden cokertileceginden endise duyuyor. Cevrenizdeki olaylara bu psikolojiyle baktiginizda en siradan bir kriminal vakayi dahi buyuk bir komplonun parcasi olarak gorebilirsiniz. Amerikan yonetimi bu psikolojiyi guclendirecek politikalar izliyor. Hic bir seyin gorundugu gibi olmadigi dusuncesinin bir paranoyaya donustugu yer tam da burasi. Komplo teorilerinin Turkiyede ve alsinda dunyada son yillarda bu kadar ragbet gormesi de bu algilama bicimiyle ilgili.
Bu milliyetcilik akimi, bazi degerleri yahut sembolleri savunmaktan cok bazi seyleri reddetme ve dislama tavrina dayaniyor. Yani kurucu ve kucaklayici olmaktan ziyade nefyedici ve yikici bir ruha sahip. O yuzden bir seyler insa etme ve sorunlara cozum bulma imkanindan yoksun. Ustelik bu ulusalcilik turu Turkiyeyle sinirli degil. Avrupa’da bir bayrak yarisi gibi bu egilim yayginlasiyor ve ulusal siyasete farkli bicimlerde yanisyor. Bunu Alman genel secimlerinde, Ingiliz yerel secimlerinden ve son olarak Isvicre genel secimlerinde gorduk. Simdi gocmenler sosyal dokuyu bozan en buyuk sorun olarak goruluyor. Avrupalilar elli yillik goc, entegrasyon ve cogulculuk politikalarini sorgulamak yerine, daha sert gocmen yasalari cikartmakla mesgul. Buradaki paradoksu kanunlarla asmak mumkun degil. Yani bir tarafta kuresellesmeyi cagimizin en temel verisi olarak kabul edecek ve bunu destekleyeceksiniz, ote tarafta kuresellesmenin bir parcasi olan goc, kulturler arasi geciskenlik, iki dillilik, cifte vatandaslik, entegrasyon gibi gelismelere set vurmaya calisacaksiniz. Bunlar, ice kapanma politikalaridir. Avrupa ulkeleri sosyal entegrasyonlarini saglayarak uluslararasi iliksilerde etkin bir guc olmak istiyorlarsa, bu politikalari ancak buyuk bedeller odeyerek uygulayabilirler.
7. Son Soru….
Tarih butun toplumlar icin onemli bir rehberdir. Ama tek basina tarih yeterli değildir. Ancak guclu bir metafizikle beslenen bir tarih felsefesi bize insanlik durumumuz hakkinda anlamli bir seyler soyleyebilir. Cunku esyanin anlami tarihin urettigi degil, tarihte ortaya cikan bir seydir. Bu yuzden tarih bizim tarafimizdan yeniden kesfedilmeyi bekler. Kesif, yeni detaylarin ortaya cikmasi degil, anlam katmanlarinin bizim icin ulasilabilir gercekler haline gelmesidir. Bunun icin genel manada tarihi asip meta-tarih kavrami uzerinde dusunmemiz gerekiyor.
http://www.ibrahimkalin.com/test/dergah-tarih-uzerine/
0 Yorumlar