İstikbâl
Paylaş:

12585817 İstikbâlSon nesillerin hazırlayacağı istikbâl, bugünkü adımlarımızın kat-î ve zarurî eseri olacaktır. Yarını hazırlayacak adımları hesaplarken bugün ne olduğumuzu düşünmeye mecburuz. Bugünkü varlığımızda bütün eskinin izleri yaşamaktadır. Millî hayat, mâzinin derinliklerinden gelerek istikbâle doğru akan bir nehir gibidir, ölüler bizi yaşatıyor; biz, yarınki dirilere hayat vereceğiz. Gece günden, gün geceden çıkıyor; diri ölüden, ölü diriden çıkıyor. Eski nedir, diye bir bilmece soran olursa, ona cevabımız pek basit: Bizden evvel yaşayanların ayak izleri, kol, kalb ve kafalarının birlikte çalışarak bıraktıkları eserlerdir. İhtiyar küremizde vücutların ihtiyarlaması, ruhları gençleştirici oluyor: Yavuz Selim, Alpaslan’dan daha genç, Hitler, İskender’den daha zindedir. Gandi, Buda’dan daha taze, Yunus, Sen Pol’den daha cezbelidir. Kalven, Luther’den daha samimî, Hüseyin Avni, Danton’dan daha ateşlidir. Kılıçla kalbin muhayyilelerde yetiştirdiği kahramanlar da öyle: Battal Gazi, Oğuz Han’dan daha cesur, Raskolnikof, Horace’den daha erkektir. Werther, Mecnûn’dan daha âşık, Julyet, Leylâ’dan daha mâsumdur.

Biz de gençleşmek istiyoruz; bizde de yenileşmek ihtirasları var. Bir hayat uğruna bin kere ölmek lâzım olduğunu biliyoruz. İrademizle ölmesini bilmezsek İlâhî irade ile ebedî hayata kavuşmak imkânsız olacak. Çocukluk rüyaları bitip de gençliğin ateşli fırtınaları başlayarak ölümün sakin kucağına sokuluncaya kadar her adımda ölmesini bilen, aşk içinde irade ile ölebilen varlıklar,

Her devrin yaşanmaya değer yarınını hazırlayan kahramanlardır.

İsımsîz kahramanlar büyük muztaripler! Ruhlarının üstüne ilâhı Âbide yapılan ebeliler onlardır…

Şunu da biliyoruz ki bize bulunduğumuz hali bağışlayan sebeplen anlamadan aydınlıklarla dolu bir istikbâlin zaferini kazanmaya imkân yok. Halden ibaret olan büyük gövdeli ağacın kökleri mâzidedir; istikbalin yemişleri de bu gövdeden toplanacaktır Bugünümuzü hazırlayan sebeplerin hepsi mâzide var. Tarihin olayları tıpkı tabiat olayları gibidir. Tabiatta hüküm süren muayyeniyet» yani muayyen sebeplerin muayyen sonuçları doğurması tarihte de hâkimdir. İnsanlığın tarihinde de ekilen biçiliyor ve yine tabiatta olduğu gibi, cemiyet hayatında da gerekcilik prensibi hüküm sürerken, İlâhî hikmet ve adaletle birleşmiş bulunuyor, Sebeplerin tohumu tarihin tarlasına atıldıktan sonra belli netice, ilâhı hikmet ve âdaletle birleşerek, mutlaka alınacaktır.

İnceleyin:  Hörmet

 

Nurettin Topçu,Yarınki Türkiye