İnsanın sonsuz gücü evrensel konumundan kaynaklanıyor: bazen, dünyayı, şu bir top gül gibi patlamaya hazır bombayı çok küçük bulduğumuz ‘anlar’ yaşamaz mıyız? = bunun ayrımında olsak da olmasak da, insandaki Tanrısal ‘giz’ bu. (Evrensel düzeyde bir tasarım). İnsan; büyük, tek, benzeri olmayan bir olgudur + bundan olacak, insan, ekmeksizliğe, susuzluğa bir süre dayanabilir de, içindeki BÜYÜKLÜĞÜN kurumasına bir an bile dayanamaz, sanıyorum = ekmeksizliği de, susuzluğu da, kendi büyüklüğünden beslenen güçle yenecek çünkü. (=’Emeği’, her şeyin temel öğesi sayışım bundan benim + ’emeğin’ dışındaki her şey karşıdır insana + olumluluğun özdeşidir emek + emek dışı her şey KÜL). Çağımız insanı âdeta bir kül çağı yaşıyor: O, çok dinç bilinciyle, soluk alıp vermesi güçleşen insanın, çağdaboğulmak üzere olan insanın, bir duyarlı yanı kalmış olabilir mi, diye, araştırıyordu durmadan: bitimsiz bir sabırla. İnsan, yazık ki, gittikçe mekanikleşiyor: dört duvar ortasında -bu duvarlar da sana doğru yürürken- şimdi ne yapacaksın insanoğlu? (O’nu tanıdığımdan beri, gözlerinden taşan bir korkuyu da duyumsuyordum: bu soruyu herkese, ama herkese, yönelteyim mi, yöneltmeyeyim mi, der gibiydi. İnsana, olumsuzluğunu, ‘yıkımını’ değil de, olumluluğunu, ‘büyüklük gizi’ni duyumsatmanın daha uygun olacağını vurgulardı çünkü). Korku’yu değil de umut’u seçiyordu O.
Söylerdi: “PEYGAMBER’den alıyoruz umudumuzu + çünkü, kesinkes bir gereklilik, ilkelerinin tümü, tüm insanlık için + tüm zamanlar için + tüm koşullarda”. Eklerdi: “insan” derdi, “ancak PEYGAMBER’in ilkeleriyle aşar bu dört duvarı + kendisine doğru yürüyen bu dört duvarı”. (: İnsan, içinde şimşekler çaktırmaya bak!). Eklerdi: “duvarlar mı?” (: Uzun, etli bir duvar geliyor gözümün önüne = yapış yapış kan = insan kanı). Sürdürürdü : “nesnelerden oluşuyor bu duvar = herkes, görüş açısını kendisi kapatıyor = tam batış + varsıllığın örülü duvarı bu + bilinç kopukluğu”. İnsan, büyük bir yargı gününe doğru adım adım yaklaştığını duyumsasa düğüm çözülecek: insan, eninde sonunda, bir gün, nasıl olsa yargılanacağını bir anlasa: kuşkusuz, en gerekli olanı, önemlisi, insanın, kendi içinde kendi kendini yargılamaya başlamasıdır = bu da, büyük bir İÇYETKINLIGI gerektiriyor. İnsan, sonsuz deneylerden geçtiği halde, hâlâ yeterince olgunlaşamadı gibi. Tuzaklara düşmemek: bu da, insanın, kendi külünü, kendi eliyle havaya savurmasına bağlı + insanın çağımızdaki konumu çok güçleştiriyor bunu = kabaran, şişen; bir ‘vurgun’ iştahı, bir ‘zulüm’ çoğalımı, bir ‘sayılama’ merakı. İnsan kendi külünü savurmadan havaya, fethedemez kendini +çünkü erinç büyümez bu kulun altında =İNSAN BÖCEK DEĞİLDİR.
Sınanmak için, bir sınavdan geçmek için yaratılmıyor muyuz? Şu da var: elimden insan tutunca çıkabilirim ancak kendi kuyumdan -duvar, burda dur!-). O, çağdaş büyük Bilge, insanın çürüyen yanından parçalar alarak gözlemliyordu bir şeyleri: insanın çürüyen yanındaki ur, çürümeyen yanına hiç olmazsa geçmesin diye çabalıyordu + bir yandan da, çürüyen yerlere özsu taşıyordu + ur yok olacak, çürüyen yerler de düzelecekti zamanla. Kuşkusuz çok güç bir işti bu. İnsana ulaşmak, çok sarp yollardan geçmekle olasıdır ancak: çetin bir ceviz insan: kır; bir kabuk daha; onu da kır: çok derinlerde insanın bilmecesi: Onun her sözü, konuştuğu insanın üzerinden, kürek kürek kul kaldırıyordu + O’nunla konuşan insanın kendinde bir yeğnilik duyumsaması bundandı. Ne ki, insan, külüne kül katmada, külünü artırmada yazık ki usta mı usta: insan birbirine baktıkça, şimdi, hemen, kapıyor bu ustalığı birbirinden = gri bir kul kraterine dönüşüyor yeryüzü. Tanrı Öğretisinde vurgulanan emeğin kıvılcımları, kül kraterinde yiten İNSANın kalbine düşecek nasıl olsa: önemli olan, insanı, içinden, çok gizemli bir yerinden yakalamaktır: önemli olan, insanı, kendi murdarını eliyle sürütecek bilinç düzeyine ulaştırabilmektir, çıkarabilmektir: O, hep, insanın vicdanı kalmış mı hâlâ, araştırıyordu: bir kırıntı da bulsa, bir insanda, bu kırık tellerden bir ezgi oluşturmaya bakıyordu = “umut” diyordu, “umut hiç eksilmiyor bende: bu kırık telleri ses verdikçe, insan, bu sesin kendi sesi olması gerektiğini anlayacak sonunda”. Kuşkusuz gelip dayanıyoruz gene insanın yiğit yanına + bulup çıkartalım ışığa gömümüzü = sorumluluğumuzun büyüttüğü onuru. “Kül’e baş eğmeyen insan: haydi, değiştir yeryüzünü” gibi, bir ses, yankılanırdı kulaklarımda O’ndan ayrıldığım her kezinde.
Nuri Pakdil,Bağlanma
0 Yorumlar