Felsefenin tesellisi olabiliyorsa, güzelliğin de tesellisi vardır. Güzellikle hemhal olmak, dört bir yandan çekiştirilen modern ruhlarımızı teskin ve terbiye eder. Dünya sürgünümüzde bize uzak yıldızların ışıklarını taşıyarak teselli verir. Güzelliğin omzuna başımızı koyduğumuzda cümle müşkülat biter.
Carl Jung, Hatıralar, Rüyalar ve Düşünceler adlı kitabında bir rüyasını anlatır. Bu rüyada karanlık bir şehrin (Liverpool) merkezine gitmiştir. Jung’un Liverpool’u en merkezi noktası dışında zifiri karanlıktır, merkezde ise kendi başına ışıklar saçan bir ağaç durmaktadır. Kızıl çiçeklerin yağmuru altında tek bir ağaç, yalnız bir manolya. Sanki sadece bu ağacın üzerinde gün ağarmakta ve bu ağaçtan yayılan ışık çevresini aydınlatmaktadır. Ağaç Jung’un bugüne dek gördüğü en güzel şeylerden biridir. ‘Bu dünyaya ait olmayan bir güzellik bana göründü’ diye yazar, ‘bu yüzden yaşamaya güç yetirdim’. Kimileri bir pencereden, kimileri bir dağ yamacından, kimileri sevgiyle dokunmuş bir andan, kimileri kalbe inşirah veren bir rüyadan güzelliğe bakar. Her gün bir güzellik yolumuzu keser, bazen görürüz onu, bazen de hiç fark etmeksizin yanından geçer gideriz. ‘Bir yıldızın uzaklardaki parıltısı, denizdeki dalgaların çıkardığı ses, tan ağarırken ortaya çıkan sessizlik kaç kez insanların dikkatini çeker? ..
Dünyanın güzelliklerine dair kayıtsızlığın sonunda varacağımız yer, sıradan bir hayattır’ diye yazar Simone Weil. Her birimizin ruhumuzu ve benliğimizi birdenbire güzelliğe açan, bizi hayret duygusuyla irkilten anlarımız olmuştur. ‘Güzellik nedir ki?’ diye soracaktır birisi, ‘damağa ve dimağa göre değişmez mi?’ Güzelliği tanımlamak zor evet, zira her ruhun onu idrak etme biçimi farklı. Ancak güzelliğin yaşantısını tanımlamak zor değil. Güzelliği tecrübe eden kişi dünyaya hayretle bakmaya başlar. Dikkatini yüzeysel ve geçici olandan derin ve sonsuz olana kaydırır. Şeylerin özünü daha derin bir kavrayışla idrak eder. ‘Güzellik, biçimin sanki öbür biçimlere akmak üzereymiş gibi olduğu geçiş anındadır’ der Thoreau.
Ruh ve dünya arasında hayret köprüsü kurulur. Aaa, bu çiçek nasıl da güzel filiz vermiş, nasıl da güzel bir koku yayıyormuş meğer? Şuradan bakınca günbatımı nasıl da güzelmiş? Şu yavrucuğun annesine attığı gülücükler de ne güzel. Hayrete uyanmak, hayretle bağ kurmak. Kalbi daha önce görülmemiş ve farkına varılmamış olanın bilinç ve farkındalığına çağırmak. Güzelliği yaşayan kişi kabına sığamaz, hayatı açar ve hayat tarafından açılır, bir bağ kurar. Sonsuzlukla ve El-Latif ile bir bağ. Bütün bağların ötesinde bir bağ. Güzellik içimizde kıpırdayıp durmakta olan sonsuzluk özlemine bir pencere açar ve oradan en derin varlığımızla dış alem arasında bir bağ kurar. Güzelliği gören, görünmeyen alemin işaretlerini çözmeye başlar. ‘Her güzellik, içinde sonsuzluğun işaretlerini taşır’.
İşte bazen, en derin varlığımızla dış alem arasında bağ kuramayışın verdiği yalnızlık, bizi hastalandırır. Kozmik yalnızlık. Istırabın kaynağı belki kişisel sorunlarımızdır ancak onu berkiten, içinden çıkılmaz hale getiren çirkinliğin ta kendisidir. Bazen depresyon süregiden bir çirkinliğe verilmiş bir direnç tepkisidir. Bize mevzilerinden ateş yağdıran bir çirkinliğe karşı ruhumuzu sakınmak ister, sipere yatarız. Çirkin şehirler, çirkin ilişkiler veya çirkin sözler karşısında geri çekilmek, varlığımızı savunmak için son çare olur.
Güzellik bizi açar, çirkinlik ruhumuzun algı gözeneklerini tıkar ve bizi kapar. Algı ve duyarlılıklarımız körelir. Etrafımızda olan bitenleri görmek, hissetmek ve onlara dokunmak bize zor geldiğinde, bütün bunlar artık ruhumuzu okşamadığında kendi bedenlerimizin içine kapanırız. Güzelliğin kesintisiz yokluğu olarak çirkinlik, zaferini ilan eder. Gökte yükselen ay, yüzlerimizi yalayan sabah rüzgarı ve bir şarkısı olduğu için şakıyan kuş, ilgimizi çekmez olur. Güzelliğin yokluğuna o kadar alışmışızdır ki, bir şey tam da gözümüzün önünde değilse onu göremez hale gelmişizdir. Yaşayan ölünün dönüşü. Güzelliği göremeyen ruh, yeknesaklık ve can sıkıntısının elinde oyuncak olur. Gözümüz vardır göremeyiz, kalbimiz vardır hissedemeyiz.
Güzellik bizi canlı kılar, canlandırır. Çirkinlik ise uyuşturur, zombileştirir. Sıkıcılık ve çirkinliğin duygu, düşünce ve algılarımızın bilinçdışı ruhsal temelini oluşturduğu bir dünyada, canlı olduğumuzu hissetmek için sansasyonel olanın peşinde koşuyoruz. En gürültülü müzik, en çok fav/like, en heyecanlı müsabaka, en maceralı tatil, en hararetli politik tartışma. Ölmeye yatan ruhlarımıza yanlış yerde son bir hayat öpücüğü arıyoruz. Çokları bu mezatta dikkat ve alkış uğruna haysiyetlerini rehin bırakıyor.
Beynin iki yarım küresi var. Sol beyin mantıklı ve analitik olanı yönetiyor, sağ beyin sezgiyi ve söze dökülemeyeni. Antik Yunan’dan bu yana Batı, analitik zihni baş tacı ediyor ve sezgisel olanı halının altına süpürüyor. Sağ beyni sol beynin emrine veriyor. Tahayyül, sezgi ve güzellik eğitim ve günlük hayatın dışarısına çıkarıldığında; ruhsuz şirket yöneticileri ekonomileri, psikopat liderler dünyayı yangın yerine çevirebilir. Kalp ve ruh, El Hamra’nın eşsiz bahçelerinde tattığı güzelliği ne kadar albenili de olsa bir alışveriş merkezinde tadamaz. Durup bakalım kendimize. Durup bakalım dünyaya. Durup bakalım kendi içimize gömdüğümüz, körelttiğimiz hassasiyetlerimize. Modern toplumda yükselen şiddet ve intihar istatistikleri, anlamsızlık buhranı ve bilumum psikiyatrik rahatsızlıklar bir ölçüde güzelin hayattan kovulmasıyla da ilgili.
Ruhu ihmal eden ve insanı şiddet, sevgisizlik ve sığ uyarımlarla besleyen bir düzen, beraberinde sevgi, tahayyül ve tefekkür kaybını getirecektir. Zarafet ve güzelliğe karşı kayıtsızlığı tırmandıracaktır. Güzellik hayatlarımıza nüfuz edemediğinde daha kaba saba insanlarız, onsuz bizi kuşatan lütfu hissedemiyor ve giderek kendi özümüze yabancılaşıyoruz. Bu meyanda, iyilik hissimizin temel saç ayaklarından birisidir güzellik, ruhu besleyen, bizi soylu ve haysiyetli kılan bir varoluş halidir. Ancak güzelliği yaşayarak daha tam insanlar olabiliriz. Güzelliğin bizi içine çektiği saatlerdir canlılığı doyasıya tattığımız saatler. Söylemeye çalıştığım, güzellik hissinin sağlıklı bir ruhsal hayat sürmek için bize lazım olduğudur. Güzellik zamanın penceresinden sonsuzluğun ruhumuza sarktığı, içimizdeki en iyi beni harekete geçiren bir deneyim. Hepimiz daha iyi insanlar olabiliriz! Güzeli gören güzeli ister. İsteyen arar. Güzellikle düşüp kalkan güzeli imar ve inşa eder.
Bir güzellik anına tanık olduğumuzda, o yoğunluğu kelimelere dökemeyiz her zaman. Güzellik kelimenin de mananın da ötesine taşar. O halde söylenemeyen karşısında susalım ve ruhumuzu o kesif ürperişe, haşyet ve hayret hissine açalım. Güzelliğin bizi onarmasına izin verelim. Güzeli görmek dikkatimizi kendi sorunlarımızdan alır ve bizi, bizimle solup gitmeyecek büyük bir bütünün parçası kılar. Güzellik nefesimizi keser, aklımızı başımızdan alır. İçimizi coşkuyla, canlılıkla, haşyetle doldurur. Güzellikle hemhal olmak, başlı başına şifadır. Üstelik güzellik bizi adalete davet eder. Bir çiçeğin, bir ağacın, bir hayvanın güzelliğini idrak edebilen kişi onlara zarar veremez. İnsanın güzelliğini gören, onu incitmek istemez. Kalbimizin ayarlarıyla oynayalım ve etrafımızdaki güzelliği, ruhumuza görünür kılalım.
‘Gerçek cennetler kaybettiklerimizdir’ demiş Proust. Bir koku bizi çocukluğun ego nedir bilmez, saf ve masum zamanlarına alır götürür. İnsan güzellikle yaşar. Güzelliğin bizi alıp götürmesine izin verelim.
Güzel görelim, güzel konuşalım, güzeli arayalım. Güzelin bendeleri olalım. Ola ki yaralı ruhlarımız teselli bulur.
Kemal Sayar – Başı Sınuklar İçin Kılavuz,syf.45,51
Serbestiyet.com
0 Yorumlar