‘Geleneksel toplumda/düşüncede tabiatın kendine has bir yeri vardır ve ekseriya insan kendisi gibi tabiatı da Tanrı kavramı aracılığıyla inşa edip anlamlandırıyordu. Tabiat kısmen hesaplanabilir fakat bütünüyle hesap kitap işine dayandırılmazdı. Bu zihniyet dünyasında insan ve tabiat birbirine karşı bağımlı ve sorumluluk taşıyan bir ilişki içinde tasavvur edilirdi.Buna karşılık aydınlanma insanı tabiatın bir parçası olarak değil, ondan ayrı ama ona hükmeden, onu kendine göre yeniden biçimlendiren ve onu egemenliği altına alınması gereken “tabiat dışı” bir varlık şeklinde ele aldı. Zaten modern zihniyetin “uygarlık” dediği de tabiatın tasarlanabilir bir nesne olarak yeniden kurgulanması, nihayetinde üzerinde insanın egemenlik kurması meselesiydi.
Ancak hesaplanabilir bir tabiat tasavvurunu öngörmesi sebebiyle bu, Tanrının “özerkleştirilerek” hesap dışı bırakılmasını gerektirmiştir; tabiatın Özerkleştirilmesi Tanrının özerkleştirilmesiyle birlikte başlayıp devam etmiştir. Üzerinde insanın sözünü ettiğimiz egemenliğinin kurulabilmesi için hem tabiatın, hem de eşitsiz ve hiyerarşik bir temelde kurulmuş sosyal düzenin değiştirilmesi ve yeniden şekillendirilmesini aydınlanma zihniyeti bir mühendislik meselesi olarak gördü.
Buna göre mühendislik insanın içinde yaşamını sürdürdüğü fiziki ve sosyal düzenin dininkinden farklı bir şekilde yeniden tasarlanmış bir gelecek için rasyonel ilkelere göre yeniden düzenlenmesiydi. Tanrı kavramı ve işlevinden mülhem yeni çeşit bir “zanaatkârlığı” ima ederken modern dönemde bu evvela fizik mühendisliği, daha sonra da toplum mühendisliği şeklinde işlev gördü. Günümüzde ise Platonik akıl mühendisliğe yeni bir boyut katarak bunu çeşitlendirmekte daha doğrusu çoğullaştırmakta; tabiat ve toplum haricinde “mühendislik” yeni bir alan olarak bu defa biyolojik dünyamıza açılmaktadır.
Yaşadığı asrın ruhunu dillendirirken, “filozoflar dünyayı sadece yorumladılar, şimdi sıra değiştirilmesine geldi” diyen Karl Marx’ı geçen zaman şüphe yok ki haklı çıkardı. Ancak bugün cereyan eden hadiselere baktığımızda ise tarihin bir ironisi olarak dünyanın “dışsal” müdahaleyle fiziksel düzeyde değiştirilme döneminin neredeyse sonuna gelindiğini işaretliyor. Başkaları yanında, 20. asırda meydana gelen iki önemli devrimi buna sebep sayabiliriz. Bunlardan biri atomun parçalanmasıyla fiziksel, biri de gen mühendisliğiyle ortaya çıkan biyolojik devrimdir. Meydana gelen değişimleri göz önüne aldığımızda sanki “sıranın” bu defa da, “içsel” müdahaleyle dünyanın muhteva düzeyinde değiştirilmesine gelmiş olduğu görünüyor. Bu yeni değişim görünüşte nisbi olarak fark yaratmayan bir değişmezliği, ancak muhtevada da olağanüstü bir değişimi ifade ediyor; bu yüzden bilinen tarih içinde ilk olmasıyla dikkat çekmekte.
Hayatın ve şeylerin düzenine müdahalenin iki çeşidi vardır. Bunlardan biri her zaman yapıldığı gibi “dışsal” olanıdır; İkincisi de bilinen tarih içinde bugünkü biçimiyle benzerine rastlamadığımız “içsel” müdahaledir. Dışsal müdahale şeyleri kısmi değişikliğe uğratır; form düzeyinde meydana gelen değişiklik “özü” etkilemez, öz kendi tabii ve özgün halini muhafazaya devam eder. Diğer İkincisi ise şeylerin kurulu düzenine değil, şeylerin bizzat kendi içsel düzenlerine/yapılarına yönelik olan müdahaledir; bu müdahalenin özelliği ise şeyleri muhteva olarak değişikliğe uğratmasıdır. Bugün yaşadığımız gibi, bu türden değişikliklerin tarihin istisnai dönemlerine işaret ettiğini ihtimal ki kabul etmek durumundayız. Bunun önemi hem değişikliğin bu türünün geçmişte biliniyor olmayışı, hem de günümüzde daha iyi anlaşılır hale geldiği gibi, böyle bir değişikliğin ciddi ve sofistike bir bilgi biçimini ve teknolojiyi gerektirmesidir.
Tabii hali içindeki fiziki dünyanın kendine has değişim tarzı ve seyri neredeyse 21. asırla birlikte sona ermek üzere; şimdi canlı dünyayı kendi ellerimizle mahiyet düzeyinde doğrudan değiştirme dönemindeyiz Bugün biyolojik dünyamızın nesneleri, kapısı açılmaya başlayan yeni bir dönemin artık tasarım araçlarıdır; tasarımın aktörü olarak yeni mühendis modeli tecrübe titrini buradan alıyor. Bu nedenle günümüzde dünden farklı olarak, değişimin odağında yer alan başka bir mühendis türünden bahsediyoruz: Genetikçi.
Genetikçi diğer mühendisler gibi bir kısım malzemelerden fiziksel dünyada dün olduğu gibi yapılar düzenleyip inşa eden klasik türün değişim sağlayan mühendis modeli değil. Tersine bu mühendislik türü biyolojik dünyanın kendine ait içsel işleyişini yeniden tasarlayarak müdahaleyle onun inşasını gerçekleştiren biridir. “Gerçeklik” geçmişte olduğu gibi önümüze gelen haliyle bir gerçeklik olmaktan bugün nasıl çıkmışsa, biyolojik dünyamızın canlı gerçekliği de dünküne nazaran artık bugün farklılıklar taşımaktadır.
21.asırda kimyacılar artık maddeye, gen mühendisleri de canlıya hakim durumda sayılırlar. Bu da bize, sınırlarını şimdiden kestirmemizin imkânı olmadığı yeni bir egemenlik türüyle karşı karşıya bulunduğumuzu işaret etmektedir. Organik bileşiklerin ancak tabii yoldan üretilebileceği fikrini kimya bilimi yıkmış oldu; yeni süreç insana yeni bir hayat türü yaratma hususunda cesaret veriyor. Gen teknolojisi de insana “ısmarlama üretim” imkânı sunmakta; ısmarlama çocuk, ısmarlama organ; şekilleri, kokuları ve lezzetleri önceden belirlenmiş ısmarlama sebze ve meyveler. Ya da sözgelimi canlı sistemlerin genetik yapısı üzerinde denetim kurarak yetiştirilen bir ağacı keserek kerestesinden masa yapmak yerine, masanın kendisini yetiştirmek mümkün hale geleceğe benziyor.
Dünün dünyasını kuran “akıl”, bugün köklü bir dönüşümden geçiyor; yeni teknolojiler aklın yeni “düşünme” biçimine uygun “biyolojik” ve “insani” bir dünya kurmasına destek vermekte. Bu nedenle başta hakikat/gerçeklik anlayışımız olmak üzere biyolojik dünyamız; bunlar yanında üretimin, tüketimin ve siyasetin işleyiş mantığı kökten değişiyor, içinde yaşadığımız siyasal/sosyal örgütlenme tarzı bu yeni mantığa dayalı üretim ve tüketimin öngördüğü ilişkileri karşılamaya yetmiyor. Müslümanlar için dindar-laik (muhtemelen laikler için de bunun tersini söyleyebiliriz) sosyalistler için emek-sermaye karşıtlığından yola çıkarak meseleyi tahlil etmek giderek zorlaşıyor. Zira karşımızda artık bu aklın gerçekliği yorumunun hâsılası olan yeni bir “dindarlık” biçimi ve yeni bir “emek türü” bulunuyor.
Abdurrahman Arslan – Sabra Davet Eden Hakikat,syf:183-187
0 Yorumlar