Aydınlanma ve Tabiat
Paylaş:

dsc_0018 Aydınlanma ve Tabiat

‘Geleneksel toplumda/düşüncede tabiatın kendine has bir yeri vardır ve ekseriya insan kendisi gibi tabiatı da Tanrı kavramı aracılığıyla inşa edip anlamlandırıyordu. Tabiat kısmen hesaplanabilir fakat bütünüyle hesap kitap işine dayandırılmazdı. Bu zihniyet dünyasında insan ve tabi­at birbirine karşı bağımlı ve sorumluluk taşıyan bir ilişki içinde tasavvur edilirdi.Buna karşılık aydınlanma insanı tabiatın bir parçası olarak değil, ondan ayrı ama ona hük­meden, onu kendine göre yeniden biçimlendiren ve onu egemenliği altına alınması gereken “tabiat dışı” bir var­lık şeklinde ele aldı. Zaten modern zihniyetin “uygarlık” dediği de tabiatın tasarlanabilir bir nesne olarak yeniden kurgulanması, nihayetinde üzerinde insanın egemenlik kurması meselesiydi.

Ancak hesaplanabilir bir tabiat ta­savvurunu öngörmesi sebebiyle bu, Tanrının “özerkleşti­rilerek” hesap dışı bırakılmasını gerektirmiştir; tabiatın Özerkleştirilmesi Tanrının özerkleştirilmesiyle birlikte başlayıp devam etmiştir. Üzerinde insanın sözünü ettiği­miz egemenliğinin kurulabilmesi için hem tabiatın, hem de eşitsiz ve hiyerarşik bir temelde kurulmuş sosyal dü­zenin değiştirilmesi ve yeniden şekillendirilmesini aydın­lanma zihniyeti bir mühendislik meselesi olarak gördü.

Buna göre mühendislik insanın içinde yaşamını sürdür­düğü fiziki ve sosyal düzenin dininkinden farklı bir şekil­de yeniden tasarlanmış bir gelecek için rasyonel ilkelere göre yeniden düzenlenmesiydi. Tanrı kavramı ve işlevin­den mülhem yeni çeşit bir “zanaatkârlığı” ima ederken modern dönemde bu evvela fizik mühendisliği, daha sonra da toplum mühendisliği şeklinde işlev gördü. Gü­nümüzde ise Platonik akıl mühendisliğe yeni bir boyut katarak bunu çeşitlendirmekte daha doğrusu çoğullaştır­makta; tabiat ve toplum haricinde “mühendislik” yeni bir alan olarak bu defa biyolojik dünyamıza açılmaktadır.

Yaşadığı asrın ruhunu dillendirirken, “filozoflar dün­yayı sadece yorumladılar, şimdi sıra değiştirilmesine geldi” diyen Karl Marx’ı geçen zaman şüphe yok ki hak­lı çıkardı. Ancak bugün cereyan eden hadiselere baktı­ğımızda ise tarihin bir ironisi olarak dünyanın “dışsal” müdahaleyle fiziksel düzeyde değiştirilme döneminin neredeyse sonuna gelindiğini işaretliyor. Başkaları yanın­da, 20. asırda meydana gelen iki önemli devrimi buna se­bep sayabiliriz. Bunlardan biri atomun parçalanmasıyla fiziksel, biri de gen mühendisliğiyle ortaya çıkan biyolo­jik devrimdir. Meydana gelen değişimleri göz önüne al­dığımızda sanki “sıranın” bu defa da, “içsel” müdahaleyle dünyanın muhteva düzeyinde değiştirilmesine gelmiş ol­duğu görünüyor. Bu yeni değişim görünüşte nisbi olarak fark yaratmayan bir değişmezliği, ancak muhtevada da olağanüstü bir değişimi ifade ediyor; bu yüzden bilinen tarih içinde ilk olmasıyla dikkat çekmekte.

İnceleyin:  Bu Ülkeyi Tanımak…

Hayatın ve şeylerin düzenine müdahalenin iki çeşidi vardır. Bunlardan biri her zaman yapıldığı gibi “dışsal” olanıdır; İkincisi de bilinen tarih içinde bugünkü biçimiy­le benzerine rastlamadığımız “içsel” müdahaledir. Dışsal müdahale şeyleri kısmi değişikliğe uğratır; form düzeyin­de meydana gelen değişiklik “özü” etkilemez, öz kendi ta­bii ve özgün halini muhafazaya devam eder. Diğer İkincisi ise şeylerin kurulu düzenine değil, şeylerin bizzat kendi içsel düzenlerine/yapılarına yönelik olan müdahaledir; bu müdahalenin özelliği ise şeyleri muhteva olarak deği­şikliğe uğratmasıdır. Bugün yaşadığımız gibi, bu türden değişikliklerin tarihin istisnai dönemlerine işaret ettiği­ni ihtimal ki kabul etmek durumundayız. Bunun önemi hem değişikliğin bu türünün geçmişte biliniyor olmayışı, hem de günümüzde daha iyi anlaşılır hale geldiği gibi, böyle bir değişikliğin ciddi ve sofistike bir bilgi biçimini ve teknolojiyi gerektirmesidir.

Tabii hali içindeki fiziki dünyanın kendine has deği­şim tarzı ve seyri neredeyse 21. asırla birlikte sona er­mek üzere; şimdi canlı dünyayı kendi ellerimizle mahiyet düzeyinde doğrudan değiştirme dönemindeyiz Bugün biyolojik dünyamızın nesneleri, kapısı açılmaya başlayan yeni bir dönemin artık tasarım araçlarıdır; tasarı­mın aktörü olarak yeni mühendis modeli tecrübe titrini buradan alıyor. Bu nedenle günümüzde dünden farklı olarak, değişimin odağında yer alan başka bir mühendis türünden bahsediyoruz: Genetikçi.

Genetikçi diğer mü­hendisler gibi bir kısım malzemelerden fiziksel dünya­da dün olduğu gibi yapılar düzenleyip inşa eden klasik türün değişim sağlayan mühendis modeli değil. Tersine bu mühendislik türü biyolojik dünyanın kendine ait içsel işleyişini yeniden tasarlayarak müdahaleyle onun inşa­sını gerçekleştiren biridir. “Gerçeklik” geçmişte olduğu gibi önümüze gelen haliyle bir gerçeklik olmaktan bugün nasıl çıkmışsa, biyolojik dünyamızın canlı gerçekliği de dünküne nazaran artık bugün farklılıklar taşımaktadır.

İnceleyin:  Modernliğin Önerdiği Kimlik

21.asırda kimyacılar artık maddeye, gen mühendisleri de canlıya hakim durumda sayılırlar. Bu da bize, sınır­larını şimdiden kestirmemizin imkânı olmadığı yeni bir egemenlik türüyle karşı karşıya bulunduğumuzu işaret etmektedir. Organik bileşiklerin ancak tabii yoldan üreti­lebileceği fikrini kimya bilimi yıkmış oldu; yeni süreç in­sana yeni bir hayat türü yaratma hususunda cesaret veri­yor. Gen teknolojisi de insana “ısmarlama üretim” imkânı sunmakta; ısmarlama çocuk, ısmarlama organ; şekilleri, kokuları ve lezzetleri önceden belirlenmiş ısmarlama seb­ze ve meyveler. Ya da sözgelimi canlı sistemlerin genetik yapısı üzerinde denetim kurarak yetiştirilen bir ağacı ke­serek kerestesinden masa yapmak yerine, masanın ken­disini yetiştirmek mümkün hale geleceğe benziyor.

Dünün dünyasını kuran “akıl”, bugün köklü bir dönü­şümden geçiyor; yeni teknolojiler aklın yeni “düşünme” biçimine uygun “biyolojik” ve “insani” bir dünya kurma­sına destek vermekte. Bu nedenle başta hakikat/gerçek­lik anlayışımız olmak üzere biyolojik dünyamız; bunlar yanında üretimin, tüketimin ve siyasetin işleyiş mantığı kökten değişiyor, içinde yaşadığımız siyasal/sosyal örgüt­lenme tarzı bu yeni mantığa dayalı üretim ve tüketimin öngördüğü ilişkileri karşılamaya yetmiyor. Müslümanlar için dindar-laik (muhtemelen laikler için de bunun tersi­ni söyleyebiliriz) sosyalistler için emek-sermaye karşıtlı­ğından yola çıkarak meseleyi tahlil etmek giderek zorlaşı­yor. Zira karşımızda artık bu aklın gerçekliği yorumunun hâsılası olan yeni bir “dindarlık” biçimi ve yeni bir “emek türü” bulunuyor.

Abdurrahman Arslan – Sabra Davet Eden Hakikat,syf:183-187