Bahsedilen büyük ideal sahibi ve üstün nefisli insanlar bu beladan (şehvanî aşk) tabiatları ve huyları vasıtasıyla kurtulurlar. Çünkü onlar için adî, alçak ve sefil olmaktan, istek ve ihtiyacı açıkça belirtmekten, haksızlığa ve kibre tahammül etmekten daha fazla elem veren hiçbir şey yoktur. Sonra onlar, aşıkların bu konularda katlanmak zorunda kaldıkları ıstırapları düşündüklerinde, sevmekten kaçınırlar, sabrederler ve müptela olmuş bile olsalar, hevalarını şehvanî aşktan uzak tutarlar. Dinî ve dünyevî işlere dalmış olan kimselerin durumu da böyledir. Fakat hünsalar, flört edenler, boşta gezenler, şımarıklar ve sadece şehevî arzularını tercih edenler, onlardan başkasıyla ilgilenmeyenler, dünyevî tatmin isteyenler, dünyadaki hazzı kaybettiklerinde veya bir kısmını elde edemediklerinde üzülenler hemen hemen hiç bu beladan kurtulamazlar.
Şimdi, bu kitabımızın amacına uygun olduğu kadarıyla, herhangi bir kişinin bu tür eğilimlere karşı nasıl uyanık olacağından ve nasıl onların aldatmasının farkına varacağından bahsedelim. Ancak öncelikle, bu kitabın hem daha önce geçmiş, hem de daha sonra gelecek olan amacına ulaşmasına yardımcı olacak bir bölümü -haz tartışmasını- sunacağız.
Biz hazzın, eziyet verenin kendi tabiî durumundan çıkardığı bir şeyi tekrar önceki haline iade etmesinden başka bir şey olmadığını söylüyoruz. Bu aynen, gölgeli, rahat bir yerden çöl güneşine çıkan, sonra sıcaktan etkileninceye kadar güneşin altında kalan ve güneşten etkilenince de tekrar ilk yerine geri dönen adamın durumu gibidir. Bu kişi, bedeni ilk haline yani tabiî haline dönünceye kadar bu mekanda haz hissetmeye devam eder. Sonra bedenin tabiî haline (ilk hale) dönmesiyle birlikte de bu haz duygusunu kaybeder, insanın gölgede elde ettiği hazzın şiddeti, güneşin altında hissettiği sıcaklığın şiddeti ile gölgeli yerdeki serinlemesinin hızı derecesinde olur. Bundan dolayı tabiat filozofları hazzı tabiî hale dönme olarak tanımlamışlardır.
Bazen elem ve tabiî halden ayrılış uzun bir zaman diliminde ve yavaş yavaş, tabiî hale dönüş de kısa bir zaman diliminde birden olur. Bu şartlar altmda biz elem hissetmeyiz. Halbuki tabiî hale dönmekle elde edilen hissin şiddeti artar. Bu durumu haz diye isimlendiririz. Haz konusunda bilgisi olmayan kişi, hazzm, öncesinde bir elem olmaksızın meydana geldiğini ve elemden tamamen arınmış, saf ve tek bir fenomen olduğunu zanneder. Gerçekte durum böyle değildir. Aksine haz, kendinden önce olan tabiî halden çıkmaktan dolayı meydana gelen elem miktarınca olur.
Muhakkak ki insan yemeden ve içmeden açlığı ve susuzluğu oranında haz alır. Acıkmış ve susamış olan bir kişi ilk haline, yani acıkmadan ve susamadan önceki durumuna geri döndüğünde, bu kişi için, biraz önce yeme ve içmekten daha fazla haz verici ve daha sevimli bir şey olmamasına rağmen, şimdi ise, kendisini yemeye ve içmeye zorlayandan daha şiddetli azap yoktur. Diğer hazlar için de durum aynıdır. Bu tanımlama evrensel olup bütün hazları kapsayıcıdır. Bununla beraber biz, hazzı daha açık ve anlaşılır yapmak için bundan daha uzun, daha detaylı ve daha ayrıntılı bir tartışmaya ihtiyaç duyarız. Gerçekte biz bu konuyu “fî Maiyyeti’l-Lezze” isimli eserimizde açıkladık. Bundan dolayı burada zikrettiklerimiz şu anda ihtiyaç duyduğumuz için yeterlidir.
Hazza meyleden ve körü körüne onun peşinden giden insanların çoğu, hazzın mahiyetini, yani hangi aşamaları izleyerek meydana geldiğini bilmezler ve onun ancak ikinci halini, yani elem veren fiilin bittiği anın başlangıcından ilk hale dönmenin tamamlandığı ana kadar olan halini tasavvur ederler. Bundan dolayı da hazzı severler ve her halükarda ondan ayrı olmamayı isterler. Bunun mümkün olmadığını ise bilmezler. Çünkü haz, kendisinden önce ilk hal olmaksızın bilinemeyen ve var olmayan bir şeydir.
Aşıklar ile otorite, yöneticilik ve insanların sadece onu elde etmeyi istemelerini, onsuz hayatı değersiz bulmalarım sağlamak için insanlara baskı kurma imkanı elde ettikleri diğer aşırı şeylere tutkun olanlar gibi herhangi bir şeye düşkün olanlar için, istediklerine ulaştıklarında elde etmeyi tasavvur ettikleri haz gerçekte olduğundan çok büyük ve bütün hesapların Ötesinde gözükür. Bu, onların istediklerine ulaşmak için geçmeleri gereken bir yol olan ilk haldeki durumlarını düşünmeksizin sadece kendileri için çok önemli ve kıymetli olan isteklerini elde etmiş olmayı tasavvur etmelerinden dolayıdır. Eğer onlar bu yolun zorluğunu, sertliğini, tehlikelerini, tuzaklarını düşünselerdi, katlanmak zorunda kalacakları sıkıntı ve zorluk açısından, şu anda onlara tatlı olarak görünenler acı, küçük olarak görünenler de büyük görünecekti.
Hazzm mahiyetinin bir özetini verdikten ve hazzı sadece elem ve ezadan uzak olma olarak tasavvur edenlerin hatalarının nereden kaynaklandığın açıkladıktan sonra, şimdi biz tartışmamıza geri döneceğiz ve bu eğilime, yani şehvanî aşka ve onun kötü özelliklerine dikkat çekeceğiz.
Aşıklar, kendi kendilerini kontrol edememeleri, hevaları- na engel olamamaları ve şehvetlere boyun eğmelerinden dolayı hayvanların sınırlarını bile geçerler. Çünkü onlar, gerçek insan olan nefsi natıka nazarında bütün şehvetlerin en çirkini ve en kötüsü olan şehveti, yani cinsel birleşme hazzını, tatmin edilmesi mümkün olan herhangi bir yerde tatmin etmeyi istemezler. Aksine onu, bir şehvetin üzerine başka bir şehvet ilave edecekleri, hevalarına tekrar tekrar itaat edecekleri, boyun eğecekleri ve bir köleliğe diğerini ekleyecekleri bir yerde tatmin etmeyi isterler. Hayvanlar bile bu konuda bu derece ileri gitmezler. Zira hayvanlar ancak, kendi tabiatlarının onları bu yöne sevk eden ıstırap ve elem duygusundan kurtulmak için muhtaç oldukları oranda ondan nasiplenirler.
Sonra hayvanlar tam bir rahata ulaşırlar. Hayvanların içgüdüye (tabiata) boyun eğme dereceleriyle kendilerini sınırlamayanlar ve en gizli şehveti hesaplamak ve en son kemal derecesinde ondan zevk almak için Allah’ın kendisiyle onları hayvanlara üstün kıldığı, hevanın kötü yönlerini görsünler ve bundan dolayı da onu engellesinler diye onlara verdiği akıldan yardım isteyenler, asla hedeflerine ulaşamazlar ve rahata da eremezler. Onlar, kendilerini şehvete sevk eden dürtülerin çok olmasından dolayı elem duymaya ve hedeflerinin çoğunu gerçekleştiremediklerinden dolayı da kederlenmeye devam ederler. Ayrıca onlar, elde ettiklerinden ve ulaştıklarından dolayı asla gerçekten memnun ve mutlu değillerdir. Çünkü her zaman onlar, elde etmiş oldukları şehvetten vazgeçerler ve sonsuz olan daha yüksek şehvetleri elde etmeyi isterler.
Buna ilaveten aşıklar, hevaya itaat etmeleri, hazzı tercih etmeleri ve onu aşırı derecede arzulamalarından dolayı, sevineceklerini düşündükleri yerde hüzünlenirler ve haz elde edeceklerini umdukları yerde de elem elde ederler. Bu, onların herhangi bir endişe ve kaygı tarafından etkilenmeksizin hiçbir hazzı elde edememeleri ve ona ulaşamamalarından dolayıdır. Bu durumda belki de onlar, istediklerini elde etmeksizin sürekli bir acı ve ıstırap içinde kalırlar. Onların çoğu uzun süren uykusuzluk, endişe ve iyi beslenememekten dolayı deli durumuna, vesveseye düşerler, zayıflarlar, kuruyup solarlar.
Haz, kendisinin çok kötü, iğrenç ve berbat tuzağına düşenleri sonuçta ıstıraba ve mahvolmaya götürür. Onlardan, şehvanî aşka sahip olarak ve onu kontrol ederek aşk hazzını tam anlamıyla elde ettiklerini zannedenler ise, açık bir hata içindedirler. Çünkü elde edilen haz, bu hazza neden olanın verdiği ıstırap ve elem oranında olur. Bir kişi ondan az bir şey elde ederse onun içindeki teşvik edici kuvvet hafifler, sakinleşir ve hızlıca sükuna erer. Her var olana sahip olunduğunu ve her yasaklananın da istenildiğini söylemek doğrudur.
Buna ilaveten, arkadaşları ve aşıkları ayıran dünyevî ilinek ve olaylardan emin olunsa bile, ölüm nedeniyle sevgiliden ayrılmak kaçınılmaz bir şeydir. Bu acıyı içe çekmekten ve bu acüığı tatmaktan başka bir yol olmadığına göre, söz konusu acıyı öne alarak bir an önce ondan rahatlamak erteleyerek olmasını beklemekten daha iyidir. Çünkü insan, olması zorunlu olan herhangi bir şey öne alındığında, ertelendiği zaman esnasında meydana gelecek olan ondan korkma yükünden de kurtulmuş olur. Yine aynı şekilde, sevgi nefse yerleşmeden ve hakim olmadan önce nefsi sevgilisinden menetmek, alıkoymak daha kolay ve daha basittir. Ünsiyet, yani sevginin sıcaklığı şehvanî aşka yerleşince onu sona erdirmek ve ondan kurtulmak zor olur. Çünkü ünsiyetin musibeti şehvanî aşkın musibetinden başka bir şey değildir. Gerçekte bir kişi, ünsiyetin şehvanî aşktan daha kuvvetli olduğunu ve daha zor oluştuğunu söylese hata etmiş olmaz.
Şehvanî aşk süresi kısa olduğunda ve sevgiliyle karşılaşma da az olduğunda, şehvanî aşkın ünsiyetle karışmamış ve onunla kuvvetlenmemiş olması muhtemeldir. Bu konuda akim vermesi gereken hüküm, nefsi şehvanî aşka düşmeden önce ona düşmekten alıkoymak ve düştükten sonra da şehvanî aşk nefiste iyice yerleşmeden önce nefsi ondan ayırmak için çalışmaktır. Bu, Platon’un bir cariyenin aşkından perişan olmuş ve kendi ders halkasından ayrılmış olan öğrencisine karşı delil olarak getirdiği bir argümandır. Platon söz konusu öğrencinin araştırılmasını ve geri getirilmesini emreder.
Öğrenci huzuruna geldiğinde Platon ona, “Ey falan, bir gün bu sevgilinden ayrılmak zorunda kalacağından şüphe duyuyor musun?” dedi. Genç adam, “ben bu konuda şüphe duymuyorum” dedi. Bunun üzerine Platon, “O gün geldiğinde mutlaka tadacağın acıyı bu gün tat ve böylece gelmesi kaçınılmaz olan bir hali beklemekten dolayı meydana gelecek olan acı ile şehvanî aşkın yerleşmesinden ve ünsiyet ile kuvvetlenmesinden sonra ortaya çıkacak olan tedavi etme zorluğunu ortadan kaldır.” der.
Öğrencinin Platon’a şöyle cevap verdiği söyleniyor: “Ey hikmetli kişi, söylediğin doğrudur. Fakat gün geçtikçe ben onu beklemenin daha eğlenceli ve rahat olacağını, buna dayanmanın, tahammül etmenin de benim için daha kolay olacağını düşünüyorum.”. Bunun üzerine Platon ona şöyle dedi: “Sen zamanın teselli vesilesi olacağından nasıl emin olabilirsin ve ünsiyetin ona karışmasından korkmazsın? Sevgin tam olarak yerleştikten sonra ve teselli olmadan önce ayrılığın sana gelmeyeceğinden niçin bu kadar eminsin? O durumda elemin artacak ve acın iki katına çıkacak.”
Bu gencin o anda Platon’un önünde yere kapanarak ona teşekkür ve dua ettiği, onu övdüğü, o andaki durumundan daha önceki durumuna dönmediği, bu konuda üzüntü ve hasret göstermediği ve bundan sonra da ara vermeksizin Platon’un derslerine gidip gelmeye devam ettiği söylenmektedir. Ayrıca bu karşılıklı konuşma bittikten sonra Platon’un diğer öğrencilerine dönerek onları, bu genci kendi haline bırakmalarından ve onun şehevî nefsini ıslah etmeden, bastırmadan ve nefsi natıkaya boyun eğdirmeden önce bütün enerjisini felsefenin diğer branşlarına yöneltmesine müsaade etmelerinden dolayı azarladığı ve kınadığı ifade edilmektedir.
Ebubekir Er Razi-Ruh Sağlığı
0 Yorumlar