İnsanın bu gerçekliğini tespit eden hemen hemen her kültür, sahip olduğu duyguları mensuplarına eğitim/terbiye yoluyla aktarır. Terbiye edilen bireyler mensup oldukları kültürün vicdanının hassasiyetlerini özümser; toplumun vicdanî reflekslerine uygun olumlu ve olumsuz duyarlılıklar gösterirler. Mensup olduğu toplumun duyarlılığını paylaşmayan bireyler ise topluma yabancılaşırlar. Benzer durum idrak için de geçerlidir. Kültürler bakış ve görüşlerini bireylerine eğitim/talim yoluyla aktarırlar. Öğretilen kavramlar ve terimler üzerinden idrakleri incelen bireyler, sahip oldukları kavramların oluşturduğu uzayın sınırlarının genişliği oranında kuşatıcı bir bakış elde ederler. Bu nedenle vicdanî terbiye ile idrakî talim bireyin toplumsal hassasiyeti ile kültürel mensubiyetini tayin eder.
Vicdanî hassasiyet ile idrakî mensubiyetin oluşturduğu bakış, görüş, kendisine mensup olan bireyin dünyasını kurar. Bilim felsefesinin deyişiyle nasıl ki her teori kendi nesne alanını yaratır, her kültür de terbiye ve talim ile kendi hassasiyet ve mensubiyet alanını inşa eder. Hassasiyetler ve mensubiyetler davranışlara dönüştürülür; toplum kendisine aidiyet duyan bireylerden, yarattığı sembollerle cisimleştirdiği kişiliğini, bu hassasiyet ve mensubiyetler çerçevesinde korumasını bekler; hatta talep eder. Bireylerin, ait oldukları kültürün ister yazılı ister sözlü isterse başka bir biçimde olsun, cisimleşen sembollerine bağlılıklarının derecesi ve şiddeti, o kültürün hem mevcut gücünü hem de geleceğini belirler.
Ünlü Çinli bilge Konfüçyüs’a “Toplumun kaderi eline verilse ilk ne yapardın” diye sorulunca şöyle yanıt verir: “İlk olarak toplumun kendileriyle iş gördüğü kavramları değiştirir; yerlerine yenilerini koyar ve her birini tanımlardım”. Yanıtın hikmetini anlamayanlara bir örnek de verir bilge: “Eğer bir toplumda anne yalnızca ‘çocuk doğuran’ anlamına gelmeye başlamışsa, bu kavramı kaldırır, yerine manne’yi koyar ve ‘çocuğu doğuran, büyüten, terbiye eden, ilk eğitimini veren, hayata hazırlayan, vb…’ şeklinde tanımlardım”. Bilge’nin dediği açık: Bir toplumun vicdanî ve idrakî ayarı, o toplumun değerlerinin ve kavramlarının ayarlarıyla ilgilidir; ayarı bozulan toplumun hastalığının göstergesi, vicdanî hassasiyetleri ile idrakî mensubiyetlerinin değişmeye başlamasıdır.
İhsan Fazlıoğlu,Akıllı Türk Makul Tarih
İkinci Bölüm Kelime Tercihi ilk bölümde Klasik Arapçanın tek bir fikri bile ifade etmek…
Rüyalarla aynı kumaştan yapılmayız, bir uykuyla çevrelenmiş küçük hayatlarımız. Shakespeare, Fırtına Suya düştün, sırılsıklam oldun.…
El-amâ, büyük sis. Tirmizî’de Resûle “Allah evrenin yaratılışından önce neredeydi?” sorusunun sorulduğu hadis-i şerif vardır.…
Her ferdin ve toplumun gerçekleştinnek istediği şeyin ne olduğunu araştırsak tek kelime ile mutluluk olduğunu…
Bağıranların ve çağıranların hayatlarının en dramatik ve ruhlarının en hassas ve kalplerinin en titrek yeridir…
Dünya sanki çağrılar gezegeni, hep bir çağrı var. Akıllar çağrılıyor, gözler davet ediliyor ve kulaklar…