Tasavvuf

Bir tür anlayış İslâm’ı nasıl hayatın dışında sanıyorsa, tasavvufu da İslâm’ın dışında sananlar bulunmaktadır. Tasavvufun Hristiyan rahiplerinin yaşayışından ilham alındığını iddia edenler olduğu gibi, onu Grek felsefesine veya Hint düşüncesine bağlayan farklı görüş ve iddia sahipleri de var.

Bir Müslüman’ın cehlinden dolayı düştüğü yanlışa bakarak “İslâm budur” diye bir hükme varmak ne kadar doğru ise, bazı kimselerin aslında bidat olan “âyinler”ine bakarak “tasavvuf budur” demek de ancak <o kadar doğru olur.

Sadece yanlış uygulamalara bakarak tasavvufu reddetmek, velilik iddiasında bulunan bir sapığa bakarak velayeti reddetmek gibi bir şeydir

İslam’a müşteşrik kafasıyla yaklaşanların tasavvufu ”mevzu”(sonradan konulmuş) bir olay diye göstermesine denecek birşey yok.Ancak şeriat adına tasavvufa karşı çıkanlar var,işte asıl onların üzerinde durulmalı.Tasavvuf adına geliştirilmiş bidat yok mu?İslam’a muhalif olanların uydurduğu bir takm sapık ”tarikatlar”elbette var. Ancak bunlara bakarak tasavvufun hakikatini reddetmek, papaza kızıp oruç bozmaya benzer. Şeriat adına tasavvufu inkâr edenlerin aslında şeriatı bilip bilmediği sorgulamaya açıktır. Üstat Necip Fazıl, Abdülhakim Efendi Hazretlerine (ks) atıfla bir taifeyi ‘kaba softa, ham yobaz” olarak tavsif eder. Bu söz dine bağlı, ihlâs sahibi Müslümanları küçük düşürmek anlamında kullanılmıyor. Fakat dini, kendi idraklerine sığdıramayan, buna rağmen din adına “fetva kesme” ye çıkan cahillerin durumuna atıfta bulunuyor. Nitekim Abdülhâlık Gücdüvânî Hazretleri de (ks) müritlerinden birine verdiği öğütte: “Cahil sofulardan uzak ol ki, onlar din yolunun hırsızları ve Müslümanlığın yol kesicileridir” demiştir.

Bütün kanşıklık ve yanılgı “tasavvuf” kelimesinden çıkıyor. Kelimenin sonradan üretilmiş olduğuna bakanlar, delalet ettiği anlamın da mevzu olduğunu sanıyor. Oysa tasavvuf, en saf anlamıyla zikrullah, salâvat ve tesbihâtla meşgul olmaktır. Şeriata bunlar mı sonradan dahil edilmiştir? Bir öğretici, bir eğitici, bir mürşit, bir bilen, talebesine zikretmenin usulünü talim ettirir. Nasıl ki Resulü Ekrem de (sav) ashabına zikri talim ettirmiştir. Yani adına sonradan tasavvuf denilen hal, aslında sünnetin devam ettirilmesinden başka bir şey değildir. Bu hal insanın, zikretmek suretiyle kul olduğunu kavramasından ibarettir. Tasavvuf, insana şeriatta ne öngörülmüşse,o hükmün hakikatini kavrayabilmesi yolunda sarf ettiği cehtin,ifa ettiği talimin adıdır.

İnceleyin:  Aşk ve Zillet: Şeyh-i Sana’nın Hikâyesi

Cüneyd-ı Bağdadî (ks) tasavvufu şöyle anlatıyor: ‘Tasavvuf, kalbın Hak Teâ ladan gayrısıyla alâkasını kesmesidir ve gönül topluluğuyla zikrullah ve kendinden geçip Hakkı dinlemek ve emr-i İlâhiye ve sünnet-ı seniyyeye ittiba ile ameldir.”

Şeriat dünyaya bağlanmayı emretmiyorsa, tasavvuf dünyayı dışlamanın, onu hakir ve zelil görebilmenin talimini yaptırıyor. Başka bir şey değil.

Kaynak:

Rasim Özdenören-Kafa Karıştıran Kelimeler

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir