İnsanların arasında, iş güç dünyasında, insana bağlanmak ve onu hakir görmek arasında büyük bir mesafe olduğunu düşündüren birçoklarıyla münasebet içindeki bir insan şöyle diyebilir: ”Şu insanla münasebet kurmaya hacet görmüyorum, ama bundan hiçbir suretle onu hakir gördüğüm sonucu çıkmaz.” Ve insanın birçoklarıyla olan hoşbeşten ibaret, esasen derinliği olmayan, iyi kötü umursamazlık içinde süren sosyal münasebetlerinde de bu böyledir.
Bu insanlar sayıca azaldıkça, aradaki münasebette hoşbeş faslı da azalır, yani münasebet daha bir derinlik kazandıkça, ya ya da da bu münasebetin kuralı haline gelmeye başlar; ki Tanrıyla münasebette en derin anlamda ve koşulsuz hoşbeş yoktur. İki sevgiliyi ele alalım, bu ilişkide de öyle uzun boylu hoşbeş yoktur, çünkü ilişki çok derinliklidir: onlar ve onların ilişkisi için muteber olan: ya birbirine bağlı kalmak ya da birbirini hakir görmektir. Ve şimdi sen, zambağın ve kuşun yanında, kesin hiç kimsenin olmadığı, dolayısıyla senin için Tanrıyla olandan başka hiçbir sosyal münasebetinde bulunmayan o sessizliğin içindeyken, evet, tek muteber olan şey: ya Ona bağlı kalmak ya da Onu hakir görmektir. Orada hiç mazeret yoktur, zira orada hiç başka kimse yoktur, ve her hâlükârda, senin Tanrıyı hakir görmeyecek şekilde bağlı kalacağın başka hiç kimse yoktur, zira tam da bu sessizliğin içinde, senin Tanrıya ne kadar yakın olduğun besbellidir.
Akşam sessizliği kırların üzerine çöktüğünde, ve sen vadiden doğru sığırların böğürmelerini uzaktan uzağa duyduğunda, veya çiftçi kulübesinden doğru, bir köpeğin aşina havlamaları uzaktan uzağa kulağına geldiğinde: bu seslerin sessizliği bozduğu söylenemez, hayır, onun sessizlikle arasında gizemli, ve böylelikle de sessiz bir uyuşum vardır; ki bu sessizliği arttırır.
Gelin şimdi, ders alacağımz o zambağı ve kuşu daha bir yakından izleyelim. Kuş susar ve sabırla bekler; o her şeyin kendi vaktinde olacağını bilir, veya daha doğrusu, buna kesinlikle inanır, kuş bu yüzden sabırla bekler; ama gününü ve saatini bilmenin üstüne vazife olmadığım da bilir, onun için susar. Uygun vakit gelince elbet olacaktır, der kuş, ya da hayır, kuş bunu demez, o susar; mamafih onun sessizliği belagatlidir, ve bu sessizlik böyle inandığını söyler, ve böyle inandığı için susar ve sabırla bekler. Sonra 0 ana geldiğinde, kuş bunun o an olduğunu anlar; ondan istifade eder, ve hiç utanca düşmez.
Zambak da böyledir; o da susar ve sabırla bekler. ”Bahar ne zaman gelecek?” diye sabırsızca sormaz, zira onun kendi vaktinde geleceğini bilir, ve mevsimleri tayin etmek kendi üzerine vazife olsa bile bunun bir şeye yararı dokunmayacağını da bilir; ”yağmur ne zaman gelecek?” veya “güneş ne zaman çıkacak?” veya ”şimdi de pek fazla yağdı,” veya ”şimdi de pek sıcak oldu,” da demez; bu sene yaz nasıl olacak, uzun mu yoksa kısa nu sürecek diye de önceden sormaz; hayır o susar ve sabırla bekler o bu kadar saftır, ama yine de hiç aldanmaz, ki bu sırf cingözlüğün başına gelebilen şeydir, aldatmayan ve aldanmayan saflığın değil. Sonra o an gelir, ve o an geldiğinde, o bunun o an olduğunu anlar, ve ondan istifade eder. Ah, saflığın derin hikmetli akıl hocaları, acaba insanın, konuşurken de, ”o anın” varlığını fark etmesi mümkün olamaz mıydı? Hayır. 0 an ancak sükütta fark edilir; zira insan konuşurken, bir kelime bile etse, anı elden kaçırıverir; o an sırf süküt içinde vardır.
Susmak’, ya da susmayı bilmek.
Zira konuşma elbette ki insanı hayvana, ve, eğer öyle isteniyorsa pekâlâ tamam, zambağa da üstün kılar ama, konuşabilmek bir meziyettir diye, bundan, susabilmenin bir hüner olmadığı, veya basit bir hüner olması icap ettiği sonucu çıkmaz. Aksine, tam da insan konuşabiliyor diye, tam da bunun içindir ki, susabilmek bir hünerdir, ve insandaki bu meziyet onu o kadar rahat ayartabildiği için de, susabilmek büyük bir
hünerdir. Velakin insan bunu suskun akıl hocalarından: zambaktan ve kuştan öğrenebilir.
“Ah, ah, keşke bir çocuk olabilseydim,” der şair, ”ya da keşke çocuk gibi olabilseydim, ah, ah, masum ve neşeli bir çocuk” “ah, ah, ama ben kendi hesabıma erkenden yaşlandım, günah ve keder sahibi oldum!”
Ne garip; zaten hakkıyla dendiği gibi şair bir çocuktur. Ve yine de şair bu vaaza akıl erdiremez. Zira şairin hayatının temelinde, arzulanan şey olabilmenin verdiği umutsuzluk yatar; ve arzuyu bu umutsuzluk doğurur. Ancak ”arzu” biçareliğin icadıdır. Zira arzu pekâlâ bir an için teselli eder ama, daha yakından bakıldı mı, yine de teselli sağlamadığı görülür; ve tesellinin, çaresizliğin icat ettiği teselli olduğunu söylememiz bu yüzdendir. Ne tuhaf bir öz çelişki!
2.1. "Din Nevrozdur.” İddiasının Eleştirel Analizi ve Mantık Hataları Freud “Din nevrozdur.” iddiasını temellendirmek için…
İkinci Bölüm Kelime Tercihi ilk bölümde Klasik Arapçanın tek bir fikri bile ifade etmek…
Rüyalarla aynı kumaştan yapılmayız, bir uykuyla çevrelenmiş küçük hayatlarımız. Shakespeare, Fırtına Suya düştün, sırılsıklam oldun.…
El-amâ, büyük sis. Tirmizî’de Resûle “Allah evrenin yaratılışından önce neredeydi?” sorusunun sorulduğu hadis-i şerif vardır.…
Her ferdin ve toplumun gerçekleştinnek istediği şeyin ne olduğunu araştırsak tek kelime ile mutluluk olduğunu…
Bağıranların ve çağıranların hayatlarının en dramatik ve ruhlarının en hassas ve kalplerinin en titrek yeridir…