Salavat’ın Hikmeti ve Latîf Bir Nükte

images-3-1 Salavat'ın Hikmeti ve Latîf Bir Nükte

Sual: Salâvatın bu kadar kesretle hikmeti ve salâtla beraber selâmı zikretmenin sırrı nedir?

Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma salâvat getirmek, tek başıyla bir tarik-i hakikattır. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiştir. Çünkü, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasibedardır. Nihayetsiz istikbalde, ebedü’l-âbâdda, nihayetsiz ahvâle mâruz ümmetin, bütün saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiştir.

Hem Resul-i Ekrem hem abd, hem resul olduğundan, ubudiyet cihetiyle salât ister, risalet cihetiyle selâm ister ki: Ubudiyet halktan Hakka gider, mahbubiyet ve rahmete mazhar olur. Bunu es-salât ifade eder. Risalet Haktan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrâsına muvaffakıyet ister ki, selâm lâfzı onu ifade ediyor. Hem biz seyyidinâ lâfzıyla tabir ettiğimizden, diyoruz ki: Ya Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَبْدِكَ وَرَسُولِكَ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ 1

1-Allah’ım, Senin kulun ve resulün olan efendimiz Muhammed’e ve onun bütün âl ve ashabına salât eyle.

Bediüzzaman Said Nursi – Barla Lahikası/220.Mektub


O’lem eyyühe’l-aziz! Nebiyy-i Zîşan’ın (asm) Makam-ı Mahmud’u İlahî bir maide ve Rabbanî bir sofra hükmündedir. Evet tevzi edilen lütuflar, feyizler, nimetler o sofradan akıyor. Resul-i Zîşan’a (asm) okunan salavat-ı şerife, o sofraya edilen davete icabettir.
Ve keza salavat-ı şerifeyi getiren adam, Zat-ı Peygamberîyi (asm) bir sıfatla tavsif ettiği zaman, o sıfatın nereye taalluk ettiğini düşünsün ki tekrar be-tekrar salavat getirmeye müşevviki olsun.

Mesnevi[Y] – 86


Okunan Salavatların Hz.Peygamber(a.s) Ulaşması

Cam, su, hava, âlem-i misal, ruh, akıl, hayal, zaman vesaire gibi tecelli, timsal, akislere mahal ve mazhar olan çok şeyler vardır. Maddiyat-ı kesifenin timsalleri hem münfasıl hem ölü hükmündedirler. Çünkü asıllarına gayr oldukları gibi asıllarının hâsiyetlerinden de mahrumdurlar. Nuranilerin timsalleri ise asıllarıyla muttasıl ve asıllarının hâsiyetlerine mâlik ve asıllarına gayr değillerdir.

İnceleyin:  Miraç gecesinin sabahında...

Binaenaleyh Cenab-ı Hak şemsin hararetini hayat, ziyasını şuur, ziyadaki renkleri duygu gibi yapmış olsa idi, senin elindeki âyinede temessül eden şemsin timsali seninle konuşacaktı. Çünkü o, timsalinde oldukça harareti, ziyası, renkleri olurdu. Hararetiyle hayat bulurdu. Ziyasıyla şuurlu olurdu. Renkleri ile de duygulu olurdu. Böyle olduktan sonra, seninle konuşabilirdi.
Bu sırra binaendir ki Resul-i Ekrem (asm) kendisine okunan bütün salavat-ı şerifeye bir anda vâkıf olur.

Mesnevi[Y] – 124


 

Latif Bir Nükte

“Bu da güzeldir.”

اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلَامٍ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ

cümlesi, namaz tesbihatında okunurken inkişaf eden latîf bir nükteyi uzaktan uzağa gördüm. Tamamını tutamadım fakat işaret nevinden bir iki cümlesini söyleyeceğim.

Gördüm ki gece âlemi, dünyanın yeni açılmış bir menzili gibidir. Yatsı namazında o âleme girdim. Hayalin fevkalâde inbisatından ve mahiyet-i insaniyenin bütün dünya ile alâkadarlığından, koca dünyayı o gecede bir menzil gibi gördüm. Zîhayatlar ve insanlar o derece küçüldüler, görünmeyecek derecede küçüldüler. Yalnız o menzili şenlendiren ve ünsiyetlendiren ve nurlandıran tek şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (asm) hayalen müşahede ettim.

Bir adam yeni bir menzile girdiği zaman, menzildeki zatlara selâm ettiği gibi “Binler selâm (Hâşiye[1]) sana yâ Resulallah!” demeye bir arzuyu içimde coşar buldum. Güya bütün ins ve cinnin adedince selâm ediyorum, yani sana tecdid-i biat, memuriyetini kabul ve getirdiğin kanunlarına itaat ve evamirine teslim ve taarruzumuzdan selâmet bulacağını selâm ile ifade edip; benim dünyamın eczaları, zîşuur mahlukları olan umum cin ve insi konuşturup, her birerlerinin namına bir selâmı, mezkûr manalarla takdim ettim.

Hem o getirdiği nur ve hediye ile benim bu dünyamı tenvir ettiği gibi herkesin bu dünyadaki dünyalarını tenvir ediyor, nimetlendiriyor diye o hediyesine şâkirane bir mukabele nevinden “Binler salavat sana insin!” dedim. Yani senin bu iyiliğine karşı biz mukabele edemiyoruz, belki Hâlık’ımızın hazine-i rahmetinden gelen ve semavat ehlinin adedince rahmetler sana gelmesini niyaz ile şükranımızı izhar ediyoruz, manasını hayalen hissettim.

İnceleyin:  Elemden kurtulmak birtek Hâlıkı tanımakla olur

O Zat-ı Ahmediye (asm) ubudiyeti cihetiyle –halktan Hakk’a teveccühü hasebiyle– rahmet manasındaki salâtı ister. Risaleti cihetiyle –Hak’tan halka elçiliği haysiyetiyle– selâm ister. Nasıl ki cin ve ins adedince selâma lâyık ve cin ve ins adedince umumî tecdid-i biatı takdim ediyoruz. Öyle de semavat ehli adedince, hazine-i rahmetten her birinin namına bir salâta lâyıktır.

Çünkü getirdiği nur ile her bir şeyin kemali görünür ve her bir mevcudun kıymeti tezahür eder ve her bir mahlukun vazife-i Rabbaniyesi müşahede olunur ve her bir masnûdaki makasıd-ı İlahiye tecelli eder. Onun için her bir şey, lisan-ı hal ile olduğu gibi lisan-ı kāli de olsaydı ‌اَلصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰه‌ diyecekleri kat’î olduğundan biz umum onların namına ‌اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلَامٍ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ بِعَدَدِ الْجِنِّ وَ الْاِنْسِ وَ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَ النُّجُومِ‌ manen deriz.

فَيَكْفٖيكَ اَنَّ اللّٰهَ صَلّٰى بِنَفْسِهٖ وَ اَمْلَاكَهُ صَلَّتْ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَتْ

Bediüzzaman Said Nursi – Lemalar/Yirmisekizinci Lema/Sekizinci Nükte

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir