Nihai Öğretmen Olarak Zaman
Bir ömre değil birkaç ömre bile sığmayacak kadar çok ve büyük hayaller, umutlar ve beklentiler biriktirir de cahil insan, ansızın çat kapı gelen bir an içinde hepsini yitiriverir. “Allah’tan iyi şeyler iste.” demişti avam irfanı nasip buyurulmuş rahmetli nenem. Şimdi tüm isteklerin, İyi’ye raci olmadığı müddetçe boş ve anlamsız olduğunu haykırıyor, yaşanmış her şeyi bir an’a dönüştüren zaman. Anlatıyor insana İyi’den gayrı ideal, fani olandan gayrı gerçek olmadığını.
Tarihselcilik
Tarih toplum ve kültür bilimlerindeki metodolojik tartışmalardan neşet etmiş bir yöntem olmanın yanı sıra varlık ve hakikatin zamansallığına işaret eden ontolojik içerimlere de sahip bir kavram olarak tarihselcilik, tarihsel bir bağlamda zuhur etmiş olup, özünde Avrupamerkezci bir dünya görüşüne aittir.
Ahlaksızlık ve günahı estetize eden modern-kapitalist yaşam dünyasında değer aramak, foseptik çukuru içinde hiçbir
pisliğin bulaşmadığı temiz bir su kaynağı aramaya benzer. Bulana aşk olsun.
Bil ki hakiki bir düşünme eylemi, akıl ve yüreğin birlikteliğiyle vicdan olur, insaf olur, feraset olur, basiret olur, iffet olur, ilim olur, irfan olur, farka yönelik ihtimam olur ve büyük bir teyakkuz içinde adalet kaygısı olur.
Ve anlatır Hakikat yolcusuna, öyle ki olmanın yaşamak ve ölmekten çok daha zor olduğunu.
Birçok şey ertelenebilir hayatta, lakin ölüme bu denli yakınken olmayı ertelemek kayıpların en büyüğüdür.
Varsın insanların çoğu mal, mülk ve imaj biriktirsin faniliğinden bihaber olarak. Sen dürüstlük, adalet, vefa, hakkaniyet ve rıza biriktir.
Varsın herkes matematiksel hesaplarla ölçsün zamanı, sen takdir, mukadderat ve kaderle tan hesaba kitaba gelmez zamansız hakikatleri.
Varsın herkes bilinç, zekâ ve zihin diye bahsededursun insandan, senin varlığını akıl, kalp, basiret ve Fıraset tanımlasın.
Varsın herkes büyük bir ad koyma yarışı içerisinde her şeyi beşeri idrake indirgenmiş nesneler kılsın, sen tüm beşeri hesapların ötesinde olana hasret varlığını ve vazgeçerek adlandırmaktan sonsuza tanıklık et.
Varsın herkes akın akın dağıtılan ganimetlere koşsun, sen Kâbe’ye doğru kol kola yürüyen kırk kişiden biri ol.
Varsın herkesin yüreğini dünyayı kaybetme korkusu sanversin, sen kaybetme korkusunu kaybetmiş bir mümin olarak selamla ölümü gülüm.
Gerektiğinde ölmeyi göze alabilecek kadar Hakikat’e sadık olabilseydik ya da Hakka sadakati kendimiz için en önemli ve yegâne imkân olarak görebilseydik kapitalizm, dünyamızı elimizden almakla tehdit ederek sözde can evimizden vurabilir miydi bizi hiç?
Şimdi kalkmış sanki meselemiz entelektüel ve epistemolojik bir mevzuymuş gibi İslam’ın imkân ve geleceğini kılı kırk yararcasına tartışmaktayız. Oysa bu durum kapitalist bir yaşam pratiği içerisinde, liberal bir varoluşa müptela hale gelmiş Müslümanların biriken gazını almaktan gayrı bir anlam taşımamaktadır ne yazık ki!
Hakikat’e vasıl olmak için hiçbir şeyi terk etmeye gerek olmadığını düşündüğümüz andan itibaren Hakikat’le sahih bir irtibat kurma imkânını da kaybettik modern zamanlarda.
Epistemik öznenin zuhuruyla birlikte Hakikat’le temasın ve insanî kemalin yegâne imkânı olan terk fikri, imgelemin, gerçekliğin yerine ikame edilmesiyle birlikte büsbütün zayıfladı. Artık epistemik Özne düşünce yoluyla hem imgelemindeki temsili gerçekliğin yerine ikame ettiği hem de varlık,hakikat, değer ve anlamın yegâne ontolojik referans noktası olarak görüldüğünden ötürü, hakikate ulaşmak da yalnızca öznenin gerçekleştireceği epistemik temsil eylemiyle ilgili bir mevzu olup çıkmıştır. Oysa epistemik bir temsil pratiğinde zuhura gelen şey, Hakikat’in soluk bir kopyası olmaktan bile çok uzak bir biçimde, hümanistik bir kurgudan başka bir şey değildir aslında! Tam da bu yüzden Hakikat’in kendi idrak düzlemimizde zuhura gelenlerden ibaret olduğunu sanmak, gerçekliği görünüşe kurban etmekten başka bir şey olmayacaktır.
En yakındaki, en olağan, en yalın ve sürekli bir biçimde tezahür eden Ölümü, olağandışı bir şey addedip yadsımak, olsa olsa bu dünyanın itibari varlığını mutlaklaştırmak suretiyle Ölümü kendine bir türlü yakıştırmayan gaflet içindeki bir beşerin yapabileceği bir şeydir. Dünya asıl anlam ve önemini Ölümle kazanırken gaflet ve nisyan varlığı olan insan, ölümü olağandışı addetmek suretiyle hakikatle kurması mümkün en hakiki imkân kapısını dahi kapamaktadır kendi yüzüne.
Mutluluk kavramı niceliksel terimlere döküldüğünde insan varlığının kemal boyutu ortadan kalkar, düşünen ve temyiz eden insanın yerine ise problem çözmekte mahir ve sonuçlara endeksli bir düşünme pratiğine müptela olan zeki bir içgüdü varlığı ikame ediliverir.
Akıl mı? Zekâ sahibi bir beşer akla ihtiyaç duymaz. Zira akıl insana, zekâ ise içgüdü varlığı olarak beşere aittir. Aslına bakılırsa bütün kötülüklerin kaynağında, zekâ sahibi beşerin, aklını körelterek etkisiz kılmasının sonucunda, aklını dahi araçsallaştırması bulunmaktadır. Sokrates’in dediği gibi “İnsan bilerek kötülük yapmaz. ” Gerçekten de bilgi ve erdemin düşmanı olduğu gibi tüm ahlaki problemlerin kaynağı da zemininde bulunmaktadır.
Kuşkusuz tarihsel değişim ve dönüşümü bir çırpıda yok sayarak kaybedildiği düşünülen bir geçmişin nostaljik takipçileri olmak çözüm olmadığı gibi yeni olanın kayıtsız şartsız bir biçimde kutsandığı ve vücuda gelen yeninin varlık oluşsal anlam ufku bakımından hiçbir kritiğe tabi tutulmadığı bir meşrulaştırma pratiği içinde olmak da çözüm değildir.
Hele hele adeta şımarık bir çocuk gibi her şeyi “Ben keşfedip anlamlandıracağım” edasıyla varlığın, varoluşun, insanın, ahlakın, “Allah-insan-âlem” ilişkisinin anlamına ilişkin son derece kıymetli bir mahiyet arz eden kadim dini ve düşünsel birikimi yok saymak suretiyle her seferinde Amerika’yı yeniden keşfetmek çabasına koyulmak ise kelimenin en hafif anlamıyla düşüncesizlik ve aymazlık olacaktır.
Nefislerin çarpıştığı bir diyalogda kazanan olmaz.
Hakikat, diyalog içinde kaybetme muradında olmayı salık verir insana. Zira hakiki bir diyalogda insan, hakikati konuşma cüretinde bulunmaz, bir kıvılcım misali çakan hakikat, hiç umulmadık bir anda konuşuverir, varlığını kendisine adayan insana. Tıpkı kaybedilen bir yolda, selamete kavuşma umudunu artıran yol işaretleri gibi düşünce ufkunun hakikat kaygısı tarafından belirlendiği bir diyalogda da insan, susar ve büyük bir teyakkuz içinde hakikatin, tüm sesleri kesen sessiz çığlığını duymaya koyulur. Tüm sesler kesilmeden hakikat konuşmadığı içindir ki hakikate perde olan varlığı çekmelidir aradan, işitip ait olmak için Hakikat ufkuna.
Ve şöyle yazar küçük puntolarla büyük yürekler için: Hiçbir şey anlamsız değildir bu sokaklarda.
Paradoksaldır anlamı çoğu kez, acı tatlı, tatlı acı oluverir buralarda. Bir anlamı vardır çekilenlerin, sabırla ölçülür ağırlıkları, bir örümcek edasıyla örülür ağları. Bir de uyarı vardır korkusuz yüreklere: “Sakın sabrı elden bırakmayın, sakın eldekinden şükür kesmeyin ve unutmayın, unutmayın ki beşer planı hep eksiktir, eksiktir bütün hesaplar, tamlığı olmayan bir dünyanın eksiklikleridir olup bitenler.” “İbnulvakt” derler bazıları “anlamlılar”a, bazıları “hesapsız” derler ve “deli” derler bazıları.
Böyle bir düşünme mantığı için soruşturma konusu kılınacak olan her şey, en nihayetinde insanın tahakkümü altındaki bir düşünce nesnesi olmanın dışında herhangi bir anlama sahip değildir. Bu düşünce tarzına göre insanın dışındaki her şey, yer kaplayan mekanik bir varlık alanına gönderme yapmakta olup insanın söz konusu varlık alanını istediği gibi çekip çevirmesinin ve kendi hizmetinde pervasızca konumlandırmasının önünde, ne ahlâkî ne dinî ne de insanî herhangi bir engel söz konusu değildir. Çünkü Aydınlanma düşüncesi tarih, gelenek, din, kültür, değer, mit Vb. kavramları değersizleştirmenin yanı sıra her şeyden önemlisi de insanı varlık bütünlüğü içerisindeki yerinden etmiştir.
2.1. "Din Nevrozdur.” İddiasının Eleştirel Analizi ve Mantık Hataları Freud “Din nevrozdur.” iddiasını temellendirmek için…
İkinci Bölüm Kelime Tercihi ilk bölümde Klasik Arapçanın tek bir fikri bile ifade etmek…
Rüyalarla aynı kumaştan yapılmayız, bir uykuyla çevrelenmiş küçük hayatlarımız. Shakespeare, Fırtına Suya düştün, sırılsıklam oldun.…
El-amâ, büyük sis. Tirmizî’de Resûle “Allah evrenin yaratılışından önce neredeydi?” sorusunun sorulduğu hadis-i şerif vardır.…
Her ferdin ve toplumun gerçekleştinnek istediği şeyin ne olduğunu araştırsak tek kelime ile mutluluk olduğunu…
Bağıranların ve çağıranların hayatlarının en dramatik ve ruhlarının en hassas ve kalplerinin en titrek yeridir…