Bana öyle geliyor ki, iyi anlıyorum dediğimiz şeyleri bile anlamıyoruz. Anladığımızı sanıyoruz.

İnsan, kendini bile anlamakta acze düşer. Düşüyor. Nerde kaldı başkası…

Kimi zaman onun bir toprak dam kenarında gezindiği görülür. Ama kimse onun oralarda ne yapmaya çalıştığını anlamaz. Onu belki uzaktan, kıyısından, tam kalbinin ortasına vurmadan anlamaya çalışır. Çalışır da, ortada herhangi bir somut çıkarım var değildir. Yalnızca sisli bir merakın kıyılarında gezinilir. Çok merak edilmişse: “Deli mi, nedir?” diye başını iki yana sallayarak merakını ortaya koyar. Hepsi o kadarcıktır.

Onunla konuşmaya çalışanlar olmuştur elbet. Ama son ana değin o konuşmalardan kimse bir şey çıkaramaz. Çünkü o konuşmalar insanı bir yere götürmez. Konuşmanın sahibini bile… Aslında o da ne dediğini kesinkes bilmez. Çünkü daha hiçbir şey açık değildir. Hiçbir şey kesinlikle ortaya çıkmış, zihinlerde biçimlenmiş değildir.

Odaya bir sinek girdiğinde bile İnsan kuşkulanabilir. Böyleyken zihin taşıyan, kararlar verebilen, kararlarını bir biçimde ima eden birinin davranışlarından bir sonuca ulaşamayışı kabul edilebilir bir şey değildir. Bütün o kabul edilemez olan, işte o son anın patlak verdiği sırada –hayır, olay patlak verdikten sonra- anlaşılır hale gelir. Yazık ki, o an, artık her şeyin bittiği andır ve her şeyin bittiği yerdir. İş işten geçtikten sonra yapacak bir şey kalmamıştır.

Gerçekten mi? Gerçekten mi, bir şey kalmamıştır? Evet, yazık ki, öyle. İş işten geçtikten sonra, herkes kendi kapalı odasının cenderesinde, olup bitenleri bir başına yorumlamaya, olayın vahametini bir başına düşünmeye, düşündüklerini havsalasına sığdırmaya çalışacaktır. Yapabilirse… Fakat iş ne kadar da zordur. Olayın vahametini, azametini kabullenmek ne kadar zordur.

Pişmanlıklar ardı ardına sökün eder. İnsan, o anda başını dövmeye, şakaklarını iki eli arasına alıp sıkmaya başlar. “Ah, aptal kafam! Ah, budala kafam!” dövünmeleri alıp başını gider. Ancak dövünmeler sonuçsuzdur. Geri dönüşsüzdür. Çünkü o dövünmelerin gideceği bir yer yoktur. Filozofun, üstüne basıp geçin dediği pişmanlık belki de insanoğlunun tam da o anda yaşadıklarına denk düşen bir gerçekliği vurgulamaktadır.

Gene de ben insana umutsuzluğa düşmeyi öğütlemiyorum. Dövünmeyi de… Çünkü umutsuz görünen her halin, her insanlık halinin mutlaka bir çıkış kapısı bulunduğu kanısını taşıyorum. Yaratanın her şeye rağmen, insana her sıkıntıdan sonra iki umut kapısı açtığına; her çaresiz gibi görünen durumdan sonra ona iki çıkış yolu gösterdiğine, göstereceğine inanıyorum.

Şairin bahsettiği bulutlar var ya, şu “eşsiz bulutlar”, o bulutlar başımızın üstünden süzüldükçe, insan o bulutların altında yaşamayı sürdürdükçe, insanın tükenmezliği de sürecektir. Yani onun umuda doğru yol alışının aralıksız kesintisizliği…

Rasim Özdenören

Muhammed Ali

Son Yazılar

Bedenin Rüyası

Rüyalarla aynı kumaştan yapılmayız, bir uykuyla çevrelenmiş küçük hayatlarımız. Shakespeare, Fırtına Suya düştün, sırılsıklam oldun.…

5 gün önce

Orada Kimse Var Mı?

El-amâ, büyük sis. Tirmizî’de Resûle “Allah evrenin yaratılışından önce neredeydi?” sorusunun sorulduğu hadis-i şerif vardır.…

5 gün önce

İnkarın Dünya ve Ahiretteki Sonuçları

Her ferdin ve toplumun gerçekleştinnek istediği şeyin ne olduğunu araştırsak tek kelime ile mutluluk olduğunu…

2 hafta önce

Gözyaşlarındaki Tuz Kokusu

Bağıranların ve çağıranların hayatlarının en dramatik ve ruhlarının en hassas ve kalplerinin en titrek yeridir…

2 hafta önce

Nereye ve Kime Çağrı?

Dünya sanki çağrılar gezegeni, hep bir çağrı var. Akıllar çağrılıyor, gözler davet ediliyor ve kulaklar…

2 hafta önce

Gazze Aynasında İnsanlığın Geleceği ve İslam Ümmetinin Mükellefiyeti

  İBRAHİM HALİL ÜÇER Gazze’de yaşanan ve insanlık vicdanını ayağa kaldıran soykırım, işgalci İsrail devletinin…

1 ay önce